Sinagog ve HSBC saldırılarında kiralık teröristler


Bugün dünyada, uyuşturucu kaçakcılığından sonra en çok para kazandıran iş terördür. Bu işe soyunanlar, ya bir örgütle ya da iktidar olmayı kafaya takmış bir gurupla pazarlığa oturur; işe göre fiyat biçilir. Paranın bir bölümü peşin ödenir geri kalanıysa iş bitiminde aracıya teslim edilir. Balyoz darbe planında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının istekleri doğrultusunda soruşturmayı derinleştiren emniyet güçleri, 800 kişilik bir listenin varlığını öne sürüyorlar. Bu 800 kişi, “ortalığı karıştırmak, toplumun yüreğine korku salmak” amacıyla yola çıkacaktı deniyor. Eğer gerçekse bu iddia o zaman, yapılacak eylem sonucu, “Türkiye, ancak belirli “kişilerin” başa gelmesiyle bunalımdan çıkabilir çünkü sivil hükümet aciz kalmıştır” inancı toplum katlarına dalga dalga ya yılacaktı. Bu senaryonun yazarını arıyorsanız, atmış yıl geçmişe dönecek ve Özel Harp Dairesine gelen, “Anne” (Mother) şifre adıyla bilinen, CIA Sovyet Masası Direktörü James Jesus Angleton’un kaleminden çıkma, “Friend or Foe—And What To Do About It?” (Dost mu, Düşman mı - Ve Ne Yapılması Gerekir) adlı kitapcığa bir göz atacaksınız. Bu kitapcık çok işe yaramıştır! Türkiye’de yapılan bütün darbelerin, 28 Şubat hokkabazlığının, ana planı bu atmış yıl önce karalanan satırlardır. Emniyetin yaptığı araştırmada, söz konusu 800 kişiden iki yüzünün El-Kaide' class='textetiket' title='El Kaide haberleri'>El Kaide ve diğer örgütlerle iş birliğine soyunduğu yolunda bulgulara ulaşıldığı ve göz altına alınan kişilere bunun sorulduğu söyleni yor. Bu bağlamda HSBC Genel Müdürlüğüyle sinagoglara yapılan saldırılarda, Balyoz tayfasının, El Kaideyi taşeron olarak kullanıp kullanmadığı yolunda, üstü kapalı da olsa, tutuklanan Kurmay Albay Bülent Tuncay’a sorular sorulduğunu, avukatı Ali Rıza Dizdar açıklamış. Eğer bu iddialar doğruysa, o zaman “Anne” mezarından bile uzanıp ortalığı karıştırmaya devam ediyor. Park ve Şamdan Parkın içinde, Nişantaşı’na uzanan, Abdi İpekçi Caddesinin köşesinde, bir apartmanın giriş katına oturttu Ahmet Çapa, Park Şamdan’ı ta 1981’de. Zamanında İstanbul’da bir çok kişi, Park Şamdan’ı mesken tutmuştu. Öğlen de akşam da yemeğini orada yiyen çok insan tanırım. Galatasaray hastası Rasim, kapıda durur yıllardan beri. Kapı açık değildir zaten. Zili çalarsınız. Tokmağın üzerindeki, pencerecik açılır. Rasim geleni, şöyle bir dipten doruğa süzer. Kılığa kıyafete bakar. İçeride sırıtıp sırıtmayacağınıza. Eğer sizi gözü tutmamışsa, yer ayırtıp ayırmadığınzı sorar. Eğer ayırtmadıysanız, kibarca bütün masaların dolu olduğunu söyleyip pencereyi kapatır. Yok eğer tanıyorsa sizi, kapıyı ardına kadar açar. Bütün aile bireylerinizin hatırını sorar, Galatasaray’lıysanız, takımla ilgili yorum yapar, yorum dinler ve sizi ya Hıdır ya da Zihni’ye teslim eder. Bu ikili, İngiliz Lord’larını hatırlatır size ilk bakışta. Kibarca hal hatır sorar, eliniz sıkar, eğer boş masa yoksa barın yanındaki yuvarlak masalardan birine dirsek koymanızı önerir. Masanıza giderken, bir iki boş masa görebilirsiniz. Bunlar yıl boyunca kapatılmış masalardır. Örneğin Emin Cankurtaran otuz yıl, her öğlen aynı masada, aynı koltukta, yanında misafirleriyle gelmiş yemeğini yemiştir. Gelmediği günlerde de masası boş kalır ama öğle yemeğinin parasını gönderir. Park Şamdan’ı yıllarca böylesine bir “darphaneye” dönüştüren kişi, hiç kuşkusuz Ahmet Çapa’dır. Bu kadar sevimli, cana yakın bir insan daha az tanımamışımdır. Nükteleri, fıkraları ve sevecenliğiyle sizi sarıp sarmalar. Benim gibi yakın dostuysanız, sizin yerine yemeğinizi de söyler. Zaten öyle bilmem kaç çeşit yemek de yoktur Park Şamdan’da. Puf böreğiyle köftesi olağanüstüdür. Enginarı ağzınızda erir. Fiyatlarıysa, İstanbul’un bir çok lokantasına oranla çok ama çok ucuzdur. Şimdilerde Park Şamdan, hala kapılarını seçerek açmayı sürdürüyor. Ahmet Çapa çoktan hisselerini satıp gitti. Ama Hıdır, Zihni, Rasim hala orada. Ersoy’da, Ahmet’in yerinde. Ama Ahmet’siz olmuyor işte... Bazı mekanlar, sahipleriyle öylesine özdeşleşiyor ki, o gidince, mekan öksüz kalıyor... Yunanistan’ın iflasına bire üç veriyorlar Zamanında Yunanistan’ın dağlara tırmanan borcunu örten kimi bankalar, bugün, ülkeyi içinden kolay kolay çıkamayacağı mali bir bunalıma sürüklüyorlar. Bazı dev sigorta şirketleri de, zamanında Yunanistan’a büyük miktarda kredi açan bankalara, yüksek primli sigorta poliçeleri satmaya başladı. Tabi, bu poliçelerin satın alındığını duyan, başka bankalar da, Yunanistan’ın yeni kredi isteklerine soğuk duruyor. Bu arada Yunanistan’ın dış borçlarını ödeyemeyeceği kanısında olan borsacılar, Yunanistan Devlet Tahvillerini almadıkları gibi, ellerindeki tahvilleri de yüzde yirmi,otuz hatta kırk eksiğine piyasaya vermeye başladı. Şu anda Yunanistan’ın borçlarını sigortyalayacak bir şirket bulmak çok zor; bulsanız da ödeyeceğiniz pirim, dudakları uçuklatacak türünden. Örneğin, 10 milyon dolarlık Yunan Devlet Tahvillerinin sigorta pirimi 400 bin dolar! Bu Şubat ayı rakamı; Ocak’taysa bu miktar 280 bin dolardı. Yunanistan’ın, 300 milyar doları aşan borcu için ödediği sigorta pirimi, Şubat verilerine göre 85 milyar doları buldu. Geçen yılsa bu rakkkam 38 milyar dolardı. Yunanistan bu sarmaldan çıkabilir mi; borç ertelemesine gitmeden ya da konkordato ilan etmeden? “ Şu anda Yunanistan’ın borç ertelemesine gideceği ya da konkordato ilan edeceği yolunda iddialar, bire üç Yunanistan aleyhine. Bankalar Yunan Devlet Tahvillerini batan geminin malları gibi elden çıkarmayı sürdürürse, Atina’nın işi çok zor!” diyor Amundi Menkul Kıymetler Fonu Yöneticisi ve konunun uzmanı Markus Krygier.
<< Önceki Haber Sinagog ve HSBC saldırılarında kiralık teröristler Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER