Din adamı değil dinin adamı


Tam bir cümle olmasa da bir mana ifade eden kelimeler dizesi M. Said Hatipoğlu Hoca'ya ait. O, bunu hem İslam'da din adamı sınıfı olmadığını hem de her Müslüman'ın dinini en iyi şekilde yaşaması gerektiğini ifade için kullanır ve herkese çağrıda bulunur. Öncelikle din adamı tabiri, gerek din ve adam kelimelerinin yan yana gelmesi ile oluşan anlam bütünlüğü, gerekse kullanım alanı açısından ayrı ayrı ele alınması gereken bir kavram. Hemen herkesin bildiği veya tahmin edeceği gibi din adamı denildiğinde ilk akla gelen mana, Diyanet İşleri Başkanı'ndan camilerdeki imam-müezzinlere inen silsilede yer alan, dini anlatmadan ibadetlerin ifasına kadar din eksenindeki her türlü hizmeti ve vazifeyi üstlenen kişilere verilen isimdir. Akademik manada tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf vb. ilim dallarında çalışan öğretim görevlileri de bu kapsam içinde mütalaa edilir. Erken dönem İslami pratikler bu tür bir düzenlemenin olmadığını gösteriyor bize. Efendimiz ve sonraki dönemlerde istidadı olan hemen herkes namaz kıldırmadan ezan okumaya, Kur'an ve sünnetten hüküm çıkarmadan onlara yorumlar, şerhler yapmaya kadar her türlü vazifeyi üstlenmiş ve bunu birebir dini yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak görmüşlerdir. Fakat sürekli değişen, gelişen ve genişleyen sosyal, siyasal, coğrafi, kültürel, iktisadi yapı, belli bir müddet sonra gerek dinî hizmetlerin tedvirinin, gerekse dinin aslî kaynaklarına yorum, şerh ve hüküm getirme etrafında dönen ilmî çalışmaların müstakil bir alan olmasını gerektirmiş ve düzenlemeler bu istikamette olmuştur. Bu çerçevedeki yapılanmalar, zaman, mekan, insan, örf-adet, gelenek ve göreneğe göre dönemden döneme, ülkeden ülkeye değişiklik arz etmiştir, etmektedir ve edecektir. İşte din adamı tabiri resmi veya gayri resmi bu sahada halkın önüne düşüp düşünen, yazan, konuşan, ibadetleri yaptıran kişilere verilen sıfat olmuştur. Fakat ne yazık ki, bir yerde işin tabiatı, zaman ve şartların gerekliliği deyip, toplumsal bir ihtiyacı karşılama, fikri ve fiili karmaşıklıktan kurtulma, hayata bir nizam getirme bağlamında takdirle karşılanabilecek bu yapı değişikliği, başka sebeplerin de devreye girmesiyle dini, anlama ve yaşama bağlamında sadece din adamlarına has kılan bir zihniyetin de doğmasına sebebiyet vermiştir. Bu devreye girdikten sonra ilk dönemlerde tarlasında ekin ekerken yanındaki komşusu, işçisi, arkadaşı ile kıraat müzakereleri yapan, ayet ve hadislerin anlaşılması noktasında yorumlarını birbirleri ile paylaşan insanları görmek artık hayal olmuştur. Hakeza din, dine ait ilimleri öğrenmeden namaz kıldırmaya kadar dinle alakalı mutlaka yerine getirilmesi gereken vazifeler bir meslek dalı haline gelince, mühendisinden doktoruna, işadamından terzisine kadar başka meslekleri seçen kişiler kendilerini dinî değerleri derinlemesine öğrenmeden muaf tutar hale gelmişlerdir. Halbuki din, her bir hükmüyle teker teker Müslümanlara hitap etmektedir. Dolayısıyla yapılan bu soyutlamanın hiçbir meşru dayanağı yoktur. İmamı Azam'a ait fıkıh tabiri bu düşünceyi isbata yeten bir örnektir. Şöyle der İ. Azam fıkıh için: "Kişinin kendi leh ve aleyhinde olan hükümleri bilmesidir." Halbuki günümüzde günde beş vakit kılınan namazla alakalı hükümlerin bile ilmihal bilgisi seviyesinde bilindiği söylenemez. Bundan daha tehlikeli süreç ise, başka meslek gruplarındaki insanların her bir Müslüman'ın yapmakla mükellef oldukları ibadetleri, uymakla sorumlu tutuldukları muamelat hükümlerini din adamlarına has zannetmeleridir. Halbuki din hepimizin, emir ve yasakları da hepimizi bağlayan hükümlerdir. Sonuç; din eksenindeki ilmi faaliyetleri artık ayrı bir meslek alanı haline gelmiş ve belki de gelinen nokta itibarıyla doğrusu bu. Onun için ilmî faaliyetler bağlamında herkesin din adamı olmasını beklemek yanlış. Fakat dinî değerleri bir bütün halinde yaşama noktasında her bir Müslüman'ın, Hatipoğlu Hoca'nın tabiriyle "din adamı olmasa da, dininin adamı olması" şarttır.
<< Önceki Haber Din adamı değil dinin adamı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER