Siyasete ilişkin sıkıntılı notlar (1)


İçimden yine yazı yazmak gelmiyor şu günlerde. Çünkü patinaj yaptığımın farkındayım. Hep aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrarlıyoruz. Yalnız ben değil, başkaları da öyle. Herkes kendi doğrularını yazmaya, söylemeye devam ediyor. Yazacak da, söyleyecek de. Herkesin aynı şeyleri savunması elbette beklenemez. Ben Başbakan Erdoğan hükümetinin anayasa değişikliğini baştan beri destekliyorum. Evet, eksiği gediği var, eleştirilecek yanları var. Ancak, yargısal düzenle ilgili o üç madde dahil paketin demokratik hukuk devleti açısından mevcut duruma göre bir ilerleme, bir iyileşme olduğunu, Avrupa demokrasilerindeki uygulamalara yaklaştığını düşünüyorum. Siz böyle düşünmüyorsunuz. Olabilir. Oturup tartışırız. Tartışıyoruz da. Bazen birbirimize bağırıp çağırabiliriz, çok sert yazılar da yazabiliriz. Bunlar da oluyor zaten. Ancak kutuplaşma gitgide keskinleşiyor, üstelik çok rahatsız edici biçimde... Bu iyi değil. İşte beni burada rahatsız eden bir nokta var. Bu nokta, Türk siyasal yaşamının bir illeti, bir hastalığıyla ilgili. Bu hastalık öyle ki, siyasi hasımlar birbirlerini bir sınırın ötesinde düşman gibi görmeye başlıyorlar. Birbirlerine düşman muamelesi yapıyorlar. Bir başka deyişle: Demokrasiyi ortak bir zemin, ortak bir platform olarak benimsemek yerine, birbirlerini ‘demokrasi oyunu’nun dışında görerek, dışına itmeye çalışarak siyaset yapıyorlar. Siyaseti siyah beyaz belleyen, bir savaş gibi anlayan bu zihniyet, öteden beri Türkiye’yi fena halde geriyor ve istikrarsızlaştırıyor. Dün de öyleydi, bugün de pek farklı değil. 1960’ların, özellikle 1970’lerin Demirel’le Ecevit’ini anımsıyorum. İki lider birbirlerini demokrasi dışı, oyun dışı görürdü. Demirel, Ecevit’i meydanlarda komünist ilan eder, Ecevit de yeri geldiğinde Demirel için faşist derdi. Demokratik siyasetin özünde yatan uzlaşma geleneğinden, kültüründen tümüyle yoksun bu politika anlayışı, Türkiye’nin temel sorunlarını çözümsüzlüğe itip yılan hikayesine çevirirken kısır döngüleri de beslerdi. Sözü uzatmak yersiz. Geçen gün partisinin Meclis grup toplantısında CHP lideri Baykal’ın konuşmasını dinlerken, bu yakın geçmişi yine anımsadım. Baykal, anayasa değişikliği nedeniyle Erdoğan’a Hitler benzetmesi yapıyordu. Bir gün önce uzlaşma önerisi yaptığı lideri, ertesi günü Hitler’e benzetmek... Ecevit de öyleydi, 1970’lerin sonunda. Bir gün önce büyük koalisyon çağrısı yaptığı Demirel’i, ertesi gün gazeteci milletinin önüne çıkar, demokrasiden bîhaber bir faşist olarak ilan ederdi. Değişmek zor! Bir süre gizli gündem-irtica ile yol alındı. Anlaşılan bunun kullanım süresi geçti. Ya da fazla tutmadı, inandırıcılığı artık kalmadı. Şimdilerde ise ucu Hitler’e kadar vardırılabilen sivil dikta ile idare ediliyor. Yazık! Geçmişten biraz ders alınabilmiş olsa, siyaset bu kadar kutuplaşmaz, bu kadar siyah beyaz hale gelmezdi. Bu konuya bir gün daha devam etmek istiyorum. “Dünün kavgasını yapan demokratlar, yarının tehlikesini görmüyorlar!” diye hariçten gazel okuyanlara da biraz değinerek...
<< Önceki Haber Siyasete ilişkin sıkıntılı notlar (1) Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER