İçimden yine yazı yazmak gelmiyor şu günlerde. Çünkü patinaj yaptığımın farkındayım. Hep aynı şeyleri dönüp dolaşıp tekrarlıyoruz.
Yalnız ben değil, başkaları da öyle.
Herkes kendi doğrularını yazmaya, söylemeye devam ediyor.
Yazacak da, söyleyecek de.
Herkesin aynı şeyleri savunması elbette beklenemez.
Ben
Başbakan Erdoğan hükümetinin anayasa değişikliğini baştan beri destekliyorum.
Evet, eksiği gediği var, eleştirilecek yanları var.
Ancak, yargısal düzenle ilgili o üç madde dahil paketin demokratik hukuk devleti açısından mevcut duruma göre bir ilerleme, bir iyileşme olduğunu,
Avrupa demokrasilerindeki uygulamalara yaklaştığını düşünüyorum.
Siz böyle düşünmüyorsunuz.
Olabilir.
Oturup tartışırız.
Tartışıyoruz da.
Bazen birbirimize bağırıp çağırabiliriz, çok sert yazılar da yazabiliriz.
Bunlar da oluyor zaten.
Ancak kutuplaşma gitgide keskinleşiyor, üstelik çok rahatsız edici biçimde...
Bu iyi değil.
İşte beni burada rahatsız eden bir nokta var. Bu nokta, Türk siyasal yaşamının bir illeti, bir hastalığıyla ilgili.
Bu hastalık öyle ki, siyasi hasımlar birbirlerini bir sınırın ötesinde düşman gibi görmeye başlıyorlar. Birbirlerine düşman muamelesi yapıyorlar.
Bir başka deyişle:
Demokrasiyi ortak bir zemin, ortak bir
platform olarak benimsemek yerine, birbirlerini ‘demokrasi oyunu’nun dışında görerek, dışına itmeye çalışarak
siyaset yapıyorlar.
Siyaseti
siyah beyaz belleyen, bir savaş gibi anlayan bu zihniyet, öteden beri Türkiye’yi fena halde geriyor ve istikrarsızlaştırıyor.
Dün de öyleydi, bugün de pek farklı değil.
1960’ların, özellikle 1970’lerin
Demirel’le Ecevit’ini anımsıyorum.
İki lider birbirlerini demokrasi dışı, oyun dışı görürdü. Demirel, Ecevit’i meydanlarda komünist ilan eder, Ecevit de yeri geldiğinde Demirel için faşist derdi.
Demokratik siyasetin özünde yatan uzlaşma geleneğinden, kültüründen tümüyle yoksun bu
politika anlayışı, Türkiye’nin temel sorunlarını çözümsüzlüğe itip yılan hikayesine çevirirken kısır döngüleri de beslerdi.
Sözü uzatmak yersiz.
Geçen gün partisinin
Meclis grup toplantısında
CHP lideri
Baykal’ın konuşmasını dinlerken, bu yakın geçmişi yine anımsadım.
Baykal, anayasa değişikliği nedeniyle Erdoğan’a
Hitler benzetmesi yapıyordu. Bir gün önce uzlaşma önerisi yaptığı lideri, ertesi günü Hitler’e benzetmek...
Ecevit de öyleydi, 1970’lerin sonunda. Bir gün önce büyük
koalisyon çağrısı yaptığı Demirel’i, ertesi gün gazeteci milletinin önüne çıkar, demokrasiden bîhaber bir faşist olarak ilan ederdi.
Değişmek zor!
Bir süre gizli
gündem-irtica ile yol alındı. Anlaşılan bunun kullanım süresi geçti. Ya da fazla tutmadı, inandırıcılığı artık kalmadı.
Şimdilerde ise ucu Hitler’e kadar vardırılabilen
sivil dikta ile idare ediliyor.
Yazık!
Geçmişten biraz
ders alınabilmiş olsa, siyaset bu kadar kutuplaşmaz, bu kadar siyah beyaz hale gelmezdi.
Bu konuya bir gün daha devam etmek istiyorum. “Dünün kavgasını yapan demokratlar, yarının tehlikesini görmüyorlar!” diye hariçten gazel okuyanlara da biraz değinerek...