Ne kadar da özlemişiz bu atmosferi


Türkçe Olimpiyatları'nın sekizincisi, hafta içinde veda etti. 120 ülkeden 750 öğrenci gelmişti ülkemize. Türkçe konuşuyorlardı. Buraya gelebilmek için binlerce öğrenci ile yarışmışlardı, kendi ülkelerindeki finallere yükselmiş, sonra da Türkiye'deki yarışmaya katılmaya hak kazanmışlardı. 15 şehirde 25 gösteri düzenlenmiş. Türkiye, hem 'sevgi dili' ile bize seslenen bu gençleri bağrına basmıştı hem de o çocukları yetiştiren öğretmenleri. İnsan böyle güzelliklerin bitmesini istemiyor. Neyse ki artık olimpiyatlar kalıcı bir hale geldi. Her sene format yenileniyor, seneye kim bilir hangi sürprizlerle gelecekler... Başta Olimpiyatların ne kadar önemli olduğu tam fark edilemedi. O mütevazı başlangıca tereddütle bakanlar da olmuştur belki. İzahı zor olan o malum tereddütler sebebiyle bu büyük gayreti görmezden gelenler de çıkmış olabilir. Bu tarz yaklaşımlar biraz da bizim ülkemize mahsus. Neyse ki kendi gölgemizden korkmamayı öğreniyoruz. Toplumun değişik kesimlerinden yükselen iyi niyetli gayretleri daha iyi görebiliyoruz artık. Birkaç senedir açıkça görünen o ki Türkçe Olimpiyatları, Türkiye'nin gururu, Türkiye'nin onuru; hatta dünya barışı adına adım atıldığını düşünecek olursak dünyanın umudu haline geldi. Bu seneki Olimpiyat kutlamaları her kesimden büyük destek aldı. Daha açıkçası artık bu çalışma, halka mal oldu. Bu güzel gayretleri alkışlamak için ille de falan düşünceye sahip olmak, filan ideolojiye yakın durmak vs. gerekmiyor. Son Olimpiyatların veda gecesini naklederken Zaman'ın kullandığı manşeti hatırlıyorsunuzdur: "Herkes oradaydı". Gerçekten de öyleydi. Toplumun her kesiminden önemli simalar Olimpiyatlar için tek yürek olmuşlardı. İş dünyasından, sanat camiasından, medya ailesinden herkes oradaydı. Bir tarafta dünyanın dört bir tarafından gelen her renkten, her milletten gençler, diğer tarafta toplumun her kesiminden gelen seçkin insanlar. Bu muhteşem buluşma bize çok şey söylüyordu. Emel Sayın, Sedar Ortaç, Bedia Akartürk gibi sanat dünyamızın seçkin isimleri veda gecesindeydi. Aslında bu seneki programlara başka ünlü sanatçılarımız da katılmıştı: Mustafa Ceceli, Halil Ergün, İzel, Ali Taran, İclal Aydın, Sezen Cumhur Önal, Hakan Şükür... Medya dünyasının birkaç senedir süren yayın desteği herkesin malumu. Meseleye 'Türkiyemiz'in meselesi' diye yaklaşıldığı için Olimpiyat görüntülerini hemen her televizyon kanalında izlemek, hemen her gazetede bu büyük çalışmanın haberlerine rastlamak mümkün. Bu sefer katılım da güzeldi. Medya dünyasının sembol isimleri de 8. Uluslararası Türkçe Olimpiyatları veda törenine gelmişlerdi. Ortaya güzel bir manzara çıktı. Bu manzara, Türkiye'nin çoktandır aradığı, maalesef bulmadığı bir fotoğraf sunuyordu bu ülkeye. Farklı düşüncelerde olsak, farklı hayat tarzlarını benimsesek bile bazı konularda buluşma, her konuda kutuplaşma alışkanlığımızı kırıyordu. Bu çok önemli. Son yıllarda toplum katmanları arasındaki diyalog köprüleri tarumar edildi. Arkadaşlıklar dostluklar bile kapalı kapılar arkasına gizlendi. Kamuoyu huzurunda bir araya gelmeme, aynı sevinci bile paylaşamama kitleler arasındaki mesafeyi artırdı. Türkçe Olimpiyatları, bu yanlış gidişe dur diyebilen bir çalışmaya dönüştü. Çünkü Türkçe, hepimizin ana dili, onda bulduğumuz ana şefkatinin siyaset üstü bir yanı var, husumetleri ezip geçen bir gücü var. Fikrimiz, zikrimiz ne olursa olsun Türkçe, hepimizin meselesiydi. 'Ses bayrağımız'ın dalgalanması, onun öncülüğünde dünyada sevginin, merhametin, şefkatin kanatlanması sadece bu ülkeyi sevmekle izah edilemez; bunun özü insan sevgisine dayanıyor. Zira, her yıl yüzlerce öğrencinin elemeleri aşarak bu ülkeye yarışmaya gelmesi sayesinde biz de o ülkelerin kültürlerini öğreniyor, onlara sempati duyuyor, onların müziğine kültürüne vâkıf hale geliyoruz. İşte bu tarihî manzara son yılllardaki Olimpiyatlara daha berrak görüntülerle kaydediliyor. AKIL TUTULMASINDAN KURTULMALIYIZ ARTIK Veda gecesine katılan medya öncülerini hatırlamakta fayda var sanıyorum: Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Enis Berberoğlu, Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı, Akşam Genel Yayın Yönetmeni İsmail Küçükkaya, Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ziya Cömert, Türkiye Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, Vakit Genel Yayın Yönetmeni Hasan Karakaya, Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Abdülhamit Bilici, Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş, Aksiyon Genel Yayın Yönetmeni Bülent Korucu, 24 Haber TV'nin Genel Yayın Yönetmeni Akif Beki, Kanal 7 Genel Yayın Yönetmeni Mustafa Çelik, Vatan Gazetesi köşe yazarı Can Ataklı, Atv'den Fuat Uğur, Zaman'dan Mehmet Kamış, Ahmet Turan Alkan, Ali Bulaç, Atilla Yayla...Liste uzayıp gidiyor. İsimleri buraya yazıyorum çünkü hem programa katılanlar önemli kişilerdi hem de toplumda adeta kanaat önderi haline gelen bu isimler çok uzun zamandan beri sivil bir organizasyonda hiç bir araya gelmemişti. Pek çok meslektaşımız o gece TV programındaydı, canlı yayın yüzünden katılamadı, bazı arkadaşlarımız ve meslek büyüklerimiz yola çıktı, trafiği aşamadı, bu nedenle katılamadı. Olsun. Onların da yüreği bu programdan yanaydı. Neden bu katılımlar önemliydi? Bu sorunun cevabı sadece Olimpiyatlar için değil, Türkiye'miz için de önemli. Çünkü bu ülke son dönemde maalesef yine kutuplaştı, kamplara bölündü. Birinin ağız birliği etmişçesine ak dediğine diğeri topyekün kara diyor. Bir taraf hep beraber bu doğrudur diyorsa diğer taraf koro halinde bu yanlıştır demeyi tercih ediyor. Akıl tutulması dedikleri bu olsa gerektir. Oysa bazı meseleler bizi birbirimize kaynaştırmalı, yakınlaştırmalı. Arada bir de olsa bazı konuların siyaset üstü olduğunu, ideolojinin her şey olmadığını hatırlamamız gerekiyor. Sonuçta hepimiz bu ülkede yaşıyoruz, geminin sürekli su alması hepimizin batması anlamına geliyor. İşin doğrusu Türkçe Olimpiyatları'nın son gecesini izlerken kendi kendime, "Oh be! Demek ki her kesimden insanın bir araya gelebileceği zeminler hâlâ var, bu havayı ne kadar özlemişiz!" dedim. Umarım sivil toplumun çok sesli gayretleri bizi daha çok bir araya getirir. Çünkü kendi geleneğini oluşturmuş ve bir kalite çıtası yakalamış böyle çalışmalara bu ülkenin acil ihtiyacı bulunuyor... __________________________________________________________________________ Eksen değişmesi yok, lâkin... Birkaç haftadır süren İsrail tartışmaları ve Türkiye'nin aldığı tavır bazı mahfillerde 'Türkiye eksen değiştiriyor' şeklindeki bir propagandanın yeniden alevlenmesine sebep olmuştu. Bu hava tam dağılıyordu ki yeni bir gelişme yaşandı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi bir araya gelerek İran ile ilgili yaptırım kararı aldı. Dünya devletlerinin nerdeyse tamamının 'Evet' dediği oylamada karara sadece iki ülke 'Hayır' dedi: Brezilya ve Türkiye. Ortaya çıkan bu fotoğrafa en çok sevinen kitlenin öteden beri eksen kayması iddiasında bulunanlar olduğu kesin; çünkü üst üste binen kareler bu iddiayı inandırıcı hale getiriyor. Peki gerçek öyle mi? Ya da gerçeğin birkaç farklı yüzüne birden bakma cesaretine sahip miyiz? Madalyonun bir yüzüne bakarsanız şu gerçeği açıkça söylemek gerekir: Türkiye'de bir eksen kayması yok! Türkiye hâlâ Avrupa'nın bir parçası ve demokrasisiyle hâlâ Batılı bir ülke olma yolunda ilerliyor. AB projesinde durağanlığın tek sebebi Türkiye değil; bugünkü Avrupa liderlerindeki vizyonsuzluk Türkiye'deki AB desteğini yerle bir etti. AB üyesi bazı ülkelerin şımarık ve tepeden bakan açıklamaları, onur kırıcı davranışlarına rağmen Türkiye, AB üyesi olmaktan vazgeçmiş değil. Komşu ülkelerle ilişkilerini yeniden dostluk ve karşılıklı menfaat esasına dayayan Türkiye'nin Amerika'dan kopması da düşünülemez. Türkiye'nin asli gerçeği bu... Madalyonun diğer yüzüne de bakmak şart. O veçhede şöyle bir gerçek gözleniyor: Eksen kayması yok; ancak bu söylemi güçlendirecek bir algı var. Daha açıkçası eksen kayması suçlamasına maruz kalmamak için Türkiye'nin sadece kendi gerçeklerini sıralaması yetmiyor; mutlaka kendi hakkında oluşması muhtemel algıyı da yönetmesi gerekiyor. Algı, bazen gerçeğin önüne geçebilir. Bugünkü algı şayet Türkiye'nin eksen kaymasına dair şüphelere yol açıyorsa bunu sadece sathi nazara bağlamamak, bunu ifade edenleri cehaletle suçlamamak gerekiyor. Dış politikamızda çok büyük adımlar atıldı. Bu gelişmelerin, bazılarını rahatsız etmemesi düşünülemez. Dolayısıyla 'eksen kayması' tartışması bazı mihrakların işine de gelebilir. Onları sevindiren gelişme Türkiye'nin yalnızlaştırılması esasına dayanıyor. Türkiye buna boyun eğmemeli. Çünkü bu ülkenin eksen değiştirmesi, Batı'dan kopması vs. mümkün değil. Buna ne tarihî gerçekler izin verir ne halkın demokratik beklentileri. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e gazeteciler eksen kayması meselesini sormuşlar. Verdiği cevap çok latif. Sayın Cumhurbaşkanı Boğaz Köprüsü'nü göstererek, "Bakın köprü orada duruyor. Karşı Asya, burası Avrupa, nasıl değiştirebilirsin bunu?" demiş. Doğrudur. Tarihî hadiselerin seyrinde kaderin cilvesi, bize doğunun en batısı, batının en doğusu olan bir ülkeyi emanet etti. Asyalı olduğumuz kadar Avrupalıyız. Tabii ki coğrafyamızda yaşanan hadiseler Türkiye'yi doğrudan ilgilendiriyor; ancak gerçeğin tamamına vâkıf olmak da önemli. Tabii bir de algıyı yönetmek ve eksen kayması olmadığını fiilen ispat etmek gerekiyor...
<< Önceki Haber Ne kadar da özlemişiz bu atmosferi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER