'Ya peşinden şu, bu gelirse' özgürlükçülüğü


Üniversitelerdeki başörtüsü yasağını yıllar boyunca “siyasal simgedir efendim”, “rejime meydan okumadır” türünden gerekçelerle savunanlar, bu pozisyonlarını entelektüel, hukuki ve ahlaki nedenlerle terk etmek zorunda kalınca yeni bir mevzi kazmaya koyuldular ve doğrusu inşa faaliyetini akıl almaz bir hızla tamamladılar. Şimdi bulundukları mevziden bir elleriyle gül atıyorlar (“olur mu efendim, bu çağda üniversitede böyle bir yasak olabilir mi?”): öbür elleriyle de taş koyuyorlar (“söz versinler efendim; kamuda, ilköğretim okullarında türban yasağının süreceğine söz versinler.”) Bu zevata göre, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti), Cumhuriyet Halk Partisi’nden (CHP) gelen taleple ilgili olarak hiçbir şey söylemeyerek “tarihî bir fırsat”ı heba etmiştir. Bu kişilerin durumları şöyle: Şarta bağlı bir özgürlükçülükleri var ve şartları kabul edilmediğinde şöyle ferah ferah giyemiyorlar “özgürlükçülük” gömleğini... Sonra da “niye şartımı kabul etmeyerek benim özgürlükçü görünmemi engelliyorsunuz” diye ona buna sinirlenme hakkını kendilerinde görüyorlar. Ne güzel, ne rahat, ne konforlu bir “özgürlükçü” pozisyon! Başkasının kesesinden hovardalık etmek derim ben buna. Partiler, toplumsal talepleri taşıyan organizmalar değil mi? Peki AK Parti’nin tabanında, başörtüsünün ilköğretimde de “kamu”da da serbest olmasını isteyen milyonlarca insanın olduğu bir hakikat değil mi? AK Parti işte bu siyasal hakikat nedeniyle istediğiniz o sözü veremez. Yani, “kamuda, ilköğretim okullarında türban yasağı sözü verin” talebi, siyaset dışı bir taleptir. Ayrıca: Böyle bir talep, toplumsal taleplerin ya hiç değişmeden hep bugünkü gibi kalacağını ya da toplumsal taleplerin bir kısmının kaale bile alınmaması gerektiğini ima eder ki, birinci durumda “sosyoloji” dışı, ikinci durumda da “ahlak” dışı bir taleple karşı karşıyayız demektir. Şimdi bu söylediklerimi geçmişteki (bir kısmı gerçekleşmiş) özgürlük talepleriyle gelecekte ortaya çıkması kuvvetle muhtemel özgürlük taleplerinden örnekler vererek açmaya çalışacağım. Kürt meselesinin seyri ve şarta bağlı özgürlükçülük 12 Eylül 1980 darbesinin sonrasına, Kürtçenin sokakta dahi konuşulmasının yasaklandığı günlere gidelim önce; Kürt çocuklarının fırından ekmek alırken, bildikleri tek dilde “Türkçe bir ekmek istiyorum” dedikleri günlere... O günlerde bu yasağın tartışması bile yapılmadığı, yapılamadığı için zihnimizde bir tartışma kuralım... Yasağın kaldırılmasını isteyenler iki gruba ayrılırdı herhalde... Birinci grupta hiçbir şart öne sürmeden “Bu korkunç uygulama derhal kaldırılsın” diyen özgürlükçüler olurdu... İkinci grupta ise, aynı anda hem “Olmaz efendim, bu çağda artık böyle bir yasak olabilemez” diyen, hem de “söz versinler efendim; Kürtçe kaset çıkartmayacaklarına, Kürtçe konser vermeyeceklerine söz versinler” diyen “endişeli modernler” olurdu. Biraz daha ilerleyelim, Kürtçe konuşma yasağının kaldırıldığı yıllara, 1990’ların başlarına gidelim... Artık “Kürt realitesini tanıdığımız” için “Kürtçe” tartışmaları da yapılabilmektedir. Dolayısıyla artık muhayyel tartışmalar kurgulamamıza da gerek yok... Yaşı müsait olanlar hatırlayacaktır, 1990’lardaki büyük tartışmamız “Kürtçe şarkı-türkü ve Kürtçe kaset”lere dairdi. Öyleydi, çünkü “bu Kürtler” Kürtçe konuşma yasağının kaldırılmasıyla yetinmemiş, şarkılarını, türkülerini söyleme ve bunları teknolojik imkânları kullanarak yayma talebiyle karşımıza çıkıvermişlerdi. Bir zamanların “Kürtçe kaset serbest olursa ülke bölünür”cüleri, 1990’ların ortalarında, tıpkı “Türban simgedir, üniversitelere asla sokulamaz”cıların şimdi geldiği noktaya gelmiş, şarkı-türkü-kaset yasağını “bu çağa” uygun bulmamaya başlamışlardı. Fakat şartları vardı: Bu serbestlik, “Kürtçe öğretimi, Kürtçe gazete-dergi yayını” gibi alanlara sirayet etmemeliydi... Tabii hayat yine bildiğini okudu, “bu Kürtler” tam da korkulduğu gibi, tam da bu taleplerle yine çıktılar karşımıza... “Endişeli modernler”, üç-beş sene önce oluşturdukları şartlı-özgürlükçü pozisyonlarını entelektüel, hukuki ve ahlaki nedenlerle bir kez daha terk etmek zorunda kaldılar: “Bu çağda” Kürtçe öğretimi ile Kürtçe dergi-gazete yasağının savunulamayacağını ilan ettiler. Fakat yine şartları vardı: “Bu iş” okullarda Kürtçenin öğretilmesine; Kürtçe radyo ve televizyon yayınının serbest olmasına varmamalıydı... Şimdi bunları da “aştılar”, “Devletin okullarında Kürtçe öğretilebilir ama anadilde eğitim kesinlikle olmaz” noktasına geldiler. Kürt meselesinde an itibariyle buradalar... Şarta bağlı özgürlükçülüğün süfliliği Bütün bu süreci hep birlikte yaşadık... Şimdi sürecin her dönemi için, “Üniversitelerde başörtüsü serbest olsun, fakat hükümet de ‘kamu’da ve ilköğretim okullarında hiçbir zaman başörtüsü kullanılmayacağını garanti etsin” şartının Kürt meselesinin belli dönemlerine uyarlanmış versiyonlarını dikkatinize sunacağım. Okuyun, ardından bir soru soracağım: 1980’lerin ortalarında: “Kürtçe konuşma yasağı kaldırılsın, fakat bir şartla: Hükümet de Kürtçe kasetlerin hiçbir zaman yasal hale getirilmeyeceğinin garantisini versin...” 1990’ların ortalarında: “Kürtçe kaset serbest olsun, fakat bir şartla: Hükümet de Kürtçe eğitimi, Kürtçe gazete ve dergi yasağının hiçbir zaman kaldırılmayacağının garantisini versin...” 2000’lerin ortalarında: “Kürtçenin eğitimi üzerindeki, Kürtçe gazete ve dergi yayıncılığının üzerindeki yasak kaldırılsın; fakat hükümet de Kürtçenin okullarda öğretilmeyeceğinin, Kürtçe radyo-televizyon yayınına izin verilmeyeceğinin garantisini versin...” 2000’lerin sonlarında: “Devletin okullarında Kürtçe öğretilsin, fakat hükümet de hiçbir zaman anadilde eğitim olamayacağının garantisini versin...” Şimdi geldiğimiz noktadan geriye dönüp baktığımızda bu “şart”lar çok naif, çok saçma görünmüyor mu? Alevilerin muhtemel taleplerine hazır mıyız? Türkiye’nin en büyük üç meselesinden birinin “simgesi”nin üniversitelerdeki varlığının şarta bağlanmasını tartışıyoruz... Buraya kadar, Türkiye’nin en büyük üç meselesinden birinin (Kürt meselesi) geçmiş serüveni üzerinden, “Ya peşinden şu bu gelirse özgürlükçülüğü”nün süflîliğini göstermeye çalıştım. Bu süflîliği şimdi de Türkiye’nin üç büyük meselesinden birinin (Alevi meselesi) gelecek serüveni üzerinden göstermeye çalışacağım. Aleviler devletin cemevlerini “ibadethane”, dedeliği de bir “dinî müessese” olarak tanımasını istiyorlar, değil mi? Peki, dedeliğin sadece “uhrevi” işlere bakmadığını, Aleviler arasındaki “dünyevi” meselelerin hallinde de belirleyici bir öneminin olduğunu biliyor muyuz? Bunları, Alevi sorunu çerçevesinde bizi nelerin beklediğini ve nelere hazırlıklı olmamız gerektiğini göstermek için anlatıyorum. Bundan birkaç ay önce Habertürk gazetesi manşetten bir haber verdi. Bir Alevi dedesi tarafından “düşkün” ilan edilip bir anlamda topluluk dışına itilen Şeref İpek adlı Alevi yurttaş, dava açarak Alevi dedesini mahkûm ettirmişti. Haberde Alevi dedesinin nasıl bir şaşkınlık içinde olduğu, onun şu sözleriyle anlatılıyordu: “Bir talibin (öğrenci) mürşidine (Alevi dedesi) açtığı belki de tarihteki ilk davadır. Konu sadece ceza hukuku açısından değerlendirilmiştir. Alevi-Bektaşi inancının, bin yıldır değişmeyen kuralları gözardı edilmemeliydi.” Haberde, en az haber kadar ilginç bir kutucukta da Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Ali Balkız’ın görüşleri özetlenmişti. Şöyle diyordu Balkız: “Bu konu laik temele dayalı yargıya taşınırsa, doğal olarak böyle bir sonuç çıkabilir. Çünkü yargı, dinî unsurları esas almayacaktır. Ancak inancımızın gereği bellidir, kuralı bellidir. Bundan kimsenin vazgeçmesi mümkün değildir.” Alevilerin haklı talepleri çerçevesinde ileride bizi nelerin bekliyor olabileceğini anladınız mı şimdi? Peki, şimdi bunu hatırlatıp şöyle mi demeliyiz: “Cemevleri ibadethane olarak kabul edilsin, dedelik kurumu da devlet tarafından tanınsın... Fakat bir şartla: Hükümet, dedelerin Alevilerin dünyevi anlaşmazlıklarına karışmayacağının garantisini versin.” Görüyorsunuz, bir özgürlüğü, onun ileride yaratacağı yeni talepleri gerekçe göstererek sınırlamaya çalışmak, insanı hakikaten açık pozisyonda bırakır. İlaveten: Bu, evet “endişeli” bir pozisyondur fakat hiç “modern” değildir.
<< Önceki Haber 'Ya peşinden şu, bu gelirse' özgürlükçülüğü Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER