İkiyüzlü meslektaşlar


Bugün bizim meslekle ilgili bir iki şey söylemek istiyorum. "İşten çıkarmalar" son günlerin yakıcı konusu. İşsiz kalmanın nasıl kötü bir his olduğunu çok iyi bilirim. Ancak bu bir zorunluluk... Şirketler, piyasalardaki değişimlere ayak uydurmak için çeşitli kararlar alıyor: Yeni departmanlar kurarken, eskilerini lağvetmek buna dahil... Herkes, her işi yapamadığına göre, mecburen bazı elemanları çıkarmak gerekiyor. Ayrıca yeni bir yöneticinin, beğenmediği elemanlarla çalışmama hakkı yok mu? Futbol takımlarındaki oyuncu alma/ gönderme işlemine ses çıkarmıyoruz da, konu medya olunca niye vaveyla kopuyor? İşten çıkarılan arkadaşlarımızın kırgınlığını ve mücadelesini gayet iyi anlıyorum da... Kendileri de zamanında işten eleman çıkarmış olan meslektaşların atıp tutmasına ne demeli? Onlarınki düpedüz ikiyüzlülük! Söyleşinin incelikleri Eski Yunan filozofu, felsefenin kurucu babalarından Sokrates, tüm temel bilgilerin insanın zihninde olduğunu düşünürdü. O halde yapılması gereken bir tür entelektüel ebelikti. Bir ebe nasıl çocuğun doğmasını sağlıyorsa... Felsefeci de, etkin bir sorgulama yöntemiyle, zihnimizdeki bilgiyi doğurtmalıydı... Sokrates'i aklıma düşüren, Çağdaş Gazeteciler Derneği'nin 'Yılın Röportajı' ödülünü Taraf gazetesinden Tuğba Tekerek'e verdiğini öğrenmem oldu. (Bence yapılan iş için, "röportaj" doğru bir kelime değil; "söyleşi" ya da "mülakat" daha uygun.) *** Genç gazeteciler ve meslekten olmayanlar, söyleşiyi basit bir iş sanır. "Alırsın karşına birisin, açarsın teybi, olur sana söyleşi" diye düşünürler. Yanlış bir önyargıdır bu... Çünkü söyleşinin üç temel aşaması da birbirinden zordur: 1) Kimle konuşmalı? Ya gündeme uygun birisi bulunmalıdır ya da gündemi değiştirecek birisi. 2) Hangi sorulara cevap aranmalı? Gazetecinin doğru soruları sayesinde konuşan kişi öyle cevaplar verir ki bazen yer yerinden oynar. 3) Konuşma okura nasıl sunulmalı? Bazen saatlerce süren bir söyleşiyi, uygun yerlerinden kırparak, gazete sayfasına sığdırmak kolay iş değildir. *** Tarih ve talih benim karşıma üç söyleşi ustası çıkardı. Önce Neşe Düzel ardından Muhsin Öztürk ve Nuriye Akman... Üç arkadaşımızın ortak noktaları şunlardı: Konuşulan konuların temel özelliklerini iyi biliyorlardı. Örneğin ilkinden günümüze cumhurbaşkanlığı seçimlerini konuştuğumuz Neşe Düzel (o sırada Radikal'deydi), "Cevdet Sunay'a gelince..." diye lafa başladığımda, yüzünde "o da kim" ifadesi belirmiyordu, çünkü biliyordu. Üç arkadaş da hazırlıklı gelmişlerdi. "Hazırlık" derken elbette internetteki "Ekşi Sözlük" ve benzeri, yalan dolan çuvallarını kastetmiyorum. Mesleklerini ve muhataplarını ciddiye aldıkları için doğru bilgilerle karşıma çıkmışlardı. *** Ayrıca, üçü de usta birer terziye benziyordu: Eldeki düzensiz lakırdı kumaşlarından harika bir takım elbise diktiler. Frenklerin "editing" dediği, "düzeltme, düzenleme, yayına hazırlama" aşamasında birinci sınıf bir çalışma yaptılar. Daldan dala konarak konuşan, çağrışımlarla başka alanlara kayan, yanlış kelimeler seçebilen, cümleleri yarıda bırakan (benim gibi) kişilerin söylediklerini "edit" etmek hiç kolay değildir. Aksiyon'dan Muhsin Öztürk de, Zaman'dan Nuriye Akman da, aynı Neşe Düzel gibi, editörlükte öyle başarılıydı ki her seferinde, "Vay canına, ne kadar önemli şeyler söylemişim" demiştim. Yani üçü de, adeta bir ebe gibi, zihnimdeki atıl bilginin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştu. Onlara müteşekkirim!
<< Önceki Haber İkiyüzlü meslektaşlar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER