Bugün “
Kıbrıs Barış Harekâtı” resmî adıyla anılan olayın 37. Yıldönümü. 20 Temmuz 1974 sabahı saat 06.15’de Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı birlikler eşzamanlı bir çıkarma ve indirme
operasyonuyla Kıbrıs’ın kuzey bölümlerini zabtetmeye başladılar. Bir
ateşkes ve sonuçsuz kalan
Cenevre müzâkerelerinden sonra 8
Ağustos 1974’de ikinci harekât başladı ve Türk hâkimiyetine geçen
topraklar aşağı yukarı bugünki KKTC’nin sınırlarıyla aynı hâle geldi.
Heriki operasyon sırası TSK 498 ve Kıbrıslı mücâhidler 270 şehid verdiler.
Yunan/Rum tarafının can kaybı ise 4.000 oldu.
Bu arada, çarpışmalara katılmadıkları halde üç BM askeri Avusturyalı da hayâtını kaybetdi.
Kıbrıs Harekâtı’na en sert îtiraz ABD’den gelmiş, hattâ
Washington Türkiye’ye “
ambargo” tehdîdinde bile bulunmuşdur. Türkiye’yi destekleyen tek
ülke ise
Libya olmuş ve Kaddâfî üstelik bütün harekât boyunca Türk uçaklarına bedâva
yakıt bile sağlamışdır.
BM
Güvenlik Konseyi, ilk harekâtın başlamasından birkaç saat sonra taraflara ateşkes çağrısında bulunmuş ve 11
Mayıs 1984’de ise 550 sayılı karârı ile Türk tarafını “işgâlci” olarak nitelemişdir.
Kıbrıs Cumhûriyeti, 11
Şubat 1959
Zürih ve 19 Şubat 1959
Londra Konferansları sonucu kurulmuş bir devletdir. Bu andlaşmalara v
e devletin anayasasına göre
Rumlar ve Türkler bu mülkî yeni oluşumun eşit haklara sâhib iki kurucu milletidir. Fakat o sıralar Atina’da hüküm süren Albaylar Cuntası’nın desteğiyle 15 Temmuz 1974’de Devlet Başkanı Başpiskopos III. Makaryos’a karşı girişilen bir sûikasd üzerine bütün o titrek denge altüst olmuş Türkiye “Garantör Devlet” sıfatıyla Ada’ya müdâhale etmişdir.
Bu arada hazır yeri gelmişken: Fransızca’da “garanteur” diye bir kelime yokdur, “garant” vardır ama “garantör”ü Türkler uydurup tedâvüle sokmuşlardır. Yoksa “Mekteb-i Sultânîliler” mi desek?
Peki, Kıbrıs Harekâtı’nın Türkiye zâviyesinden anlamı nedir?
Bir kere bu harekât târihî bir dönüm noktasıdır, çünki böylece, 1683 İkinci
Viyana Muhâsarası’ndan sonra başlayan ve 26 Ağustos 1922 Meydan Muhârebesi ile sona eren “toprak kaybetme” devri, yeni bir açılımla ilk kez bir “toprak kazanma” merhalesine avdet etmişdir. Fakat bunu zinhâr bir yeni “Fütûhât Devri” olarak değerlendirmemek gerekir. Burada sözkonusu olan, çevreye verilen güçlü bir “caydırıcılık” ve gür sesli bir “Bizimle fazla oynamaya gelmez!” mesajıdır ki Türk Milleti üzerinde inanılması zor bir özgüven fırtınası estirmişdir. Ben ülkemin kerâmeti kendinden menkûl bir “âile hekimi” olarak bunu hep endîşeyle izledim. Zîrâ biliyorum ki “üstünlük kompleksi” aslında “aşağılık kompleksi”nin bir başka tezâhürüdür.
Bunun dışında bu, 1944 Normandiya Harekâtı’ndan sonra askerlik târihinin kaydetdiği en büyük
denizaşırı kara ve deniz harekâtıdır.
Kanaatimce
Ankara Doğu Akdeniz’deki bir denizaşırı üsse haklı olarak büyük önem atfetmekdedir ve işlerin uzaması önemli derecede buna da bağlıdır ama sağolsunlar Rum/Yunan dostlarımız da bu konuda Türkiye’ye ellerinden gelen desteği esirgemiyorlar.
Kısacası bu
pilav daha çok su kaldırır.