Libya'ya silah, komutan, bakan, hatta başbakan ihraç etmiştik


Libya'ya silah, komutan, bakan, hatta başbakan ihraç etmiştik Az kaldı, Kaddafi 1 Eylül'e kadar dişini sıkabilirse iktidardaki 42. yılını bitirip 43. yılına adım atacak. Kaddafi'den kurtuluşa az kaldı, dememi bekliyordunuz değil mi? Bu ne acele efendim? 1969'da Kral İdris'e karşı gerçekleştirdiği "el-Fetih devrimi" liderinin Libya'yı bugün nasıl bir kan gölüne çevirdiği malum olmakla birlikte Kaddafi 1970'lerde Türkiye ve İslam dünyasındaki kitlelerin alkışladığı liderdi. Şimdilerde unutuldu ama gelmiş geçmiş en etkili 'İslamî film' sayılan "Çağrı"nın finansörü de Kaddafi'den başkası değildi. Kıbrıs Barış Harekâtı'nda savaş uçaklarınızın benzini benden diye destekleyen de, Amerikan ambargosunu, sayesinde deldiğimiz devlet başkanı da oydu. (Artık muhalefet saflarına geçtiğini öğrendiğimiz eski Başbakan Callud o zamanlar Türkiye'de fevkalade popüler bir isimdi ve 1975'teki Türkiye ziyareti çok kritik bir anda nefes almamıza yaramıştı). Neyse, devir değişti, böyle oldu. Şimdi gitmesinin daha hayırlı olduğuna inanıyoruz. Ancak Kaddafi sonrası dönemde Libya'yı nelerin beklediği de ayrı bir soru işareti. Zira bir devlet olma vasfını, derinliğini, etkinliğini kazanabilmiş değil henüz. Üstelik Libya'nın bir devlet haline gelebilmesi için Türkiye, ilk zamanlar belki para veremedi ama silah, askerî uzman ve hatta Başbakan bile ihraç etmişti. Şimdi takvimleri yüz yıl öncesine alarak bugüne doğru hızla ilerleyelim. 29 Eylül 1911'de İtalyanların başlattığı Trablusgarb savaşı, arkasından gelecek 11 yıllık felaketin tetikçisi olacak, o gün atılan ok, Osmanlı Devleti'nin Afrika'daki bu son toprağını koparmakla kalmayacak, Balkanlar'ı, Ege Adaları'nı, Arabistan yarımadasını işgalle yetinmeyerek İstanbul'un kalbine bir mızrak gibi saplanacaktı. Demek ki, parçalanışımız bugün Libya'nın bir parçası olan Trablusgarb'ın kaybıyla başlamıştır diyebiliriz. Osmanlı Devleti 1912 Uşi Antlaşması'nı imzalasa da, Libya'nın elini hemen bırakmamış, önce Enver, Mustafa Kemal, Fethi (Okyar) ve Deli Halid Bey gibi gönüllü subayların katılımıyla iç bölgelerde İtalyanlarla mücadeleye devam etmiş, Balkan Savaşı patlak verince mücadeleye bir süre ara verilmişse de, bir Osmanlı şehzadesini, bir ara Fenerbahçe'nin başkanlığını da yapacak olan Osman Fuad Efendi'yi muhtemelen iç bölgelerde kurulacak olan bir "Libya" devletinin başına geçirmek ümidiyle Trablusgarb'daki birliklere komutan olarak gönderecektir. Fuad Efendi Mondros Mütarekenamesi'nin imzalanması üzerine geri dönecek, Libya İtalyanlara ancak Mondros'la terk edilecektir. Ne var ki, İstiklal Savaşı yıllarında bir Libyalıyı, Şeyh Sunusî'yi, Mustafa Kemal Paşa'nın yanı başında görmemiz sürpriz sayılmamalıdır. Hatta Şeyh Sunusî, Temmuz 1918'de son Osmanlı padişahı Vahdettin'e Hz. Ömer'in kılıcını kuşatarak bir ilke de imza atmıştır. Sivas Kongresi günlerinde Sivas'ta bir İslam Kongresi düzenleneceği ve başkanlığını Şeyh Sunusî'nin yapacağı haberini zamanın gazetelerinde okumak mümkündü. O bir İslam kahramanıydı ve şimdi İslam'ın son kalesini ve Hilafeti kurtarmak üzere yola çıktığını açıklayan Milli Mücadele'ye bütün gücüyle destek veriyordu. Ancak savaştan sonra o da hayal kırıklığına uğrayacak, İslam dünyasını kurtaracak bir savaş olarak destek verdiği İstiklal Savaşı'nı kazananlar, işlerinin burada bittiğini, Libya'nın başının çaresine bakması gerektiğini ilan edeceklerdi. Bizim zafer zannettiğimiz Lozan Antlaş-ması'nın 22. maddesiyle Libya'yı kendi kaderine terk etmiş, "her ne nitelikte olursa olsun Trablusgarb üzerinde sahip olduğu"muz bütün hukuk ve imtiyazların kesin olarak kaldırılmasını beyan etmişizdir. Biraz tuhaf gelse de, demek ki 1923'te, hâlâ Libya üzerinde bazı hak ve ayrıcalıklarımız varmış ve biz bunları İtalyanlara terk ederek "zafer" kazanmışız! Bu arada Ömer Muhtar'ın Mustafa Kemal Paşa'ya, yardım etmesi için gönderdiği mektubu adresine ulaşmadan İtalyanların ele geçirdiklerini belirtelim. Gel zaman git zaman İtalyanların 1942'de boşalttıkları Libya'da, İngilizler askerî bir yönetim kurarlar. 2. Dünya Savaşı'nda Şeyh Sunusî'nin yeğeni İdris, İttifak devletlerine yardım etmiş, onlar da kendisine Libya'nın bağımsızlığını vaat etmişlerdi. BM Libya'nın bağımsızlığına 1949 Aralık'ında karar verdi ve İdris, 1951 Aralık'ında bağımsız Libya'nın başına resmen geçmiş oldu. Ancak bu arada ilginç bir gelişme yaşanmış ve İdris, yeni devletini kurarken bu toprakların eski sahibi Türkiye'den bir kaymakama Başbakanlık teklifinde bulunmuştu. Gerekçe olarak da diyordu ki: "Siz Türkiye'de Avrupalılar karşısında ezilmemeye, hatta onlara boyun eğdirmeye alışmışsınızdır. Oysa Arapların hepsi esirliği yaşadı, başkaldırmayı, direnmeyi bilemiyorlar." Hatta Kral İdris'in Türkiye ile federal birlik kurma tasavvurları dahi vardı ama arkası gelmedi. Böylece kendisi Libya'da ilginç bir Osmanlı yöntemi olarak yerli kızlarla evlenip oraya yerleşen ailelerden Kuloğulları'na mensup olsa da, Türkiye'ye gelmiş olan Sadullah Koloğlu (tarihçi Orhan Koloğlu'nun babası) yıllar sonra yeniden fes giyerek Bingazi'ye gitmiş ve 3 yıl süreyle Libya Devleti'nin Başbakanı olarak görev yapmıştır. (Geniş bilgi için bkz. O. Koloğlu, Arap Kaymakam, Aykırı: 2001.) Bir kaymakamımız Libya'ya Başbakan olmakla kalmamış, aynı zamanda Menderes döneminde Libya'nın ayakta durabilmesi için çeşitli yardımlar yapılmıştır. Gerçi mali yardımı ABD, İngiltere ve Fransa yapmaktaydı ama Türkiye de boş durmayacak ve BM'de kurulmasını desteklediği Libya Devleti'ne askerî yardım ve uzmanlar gönderecektir. 1954 ila 1958 yıllarında 21'i yüksek okul, 8'i üniversite, 26'sı ilahiyat ve 8'i de askerî (4'ü deniz, 4'ü de hava kuvvetleri) okullarda olmak üzere 63 Libyalı öğrenciye Türkiye'de eğitim yapma imkânı sağlamış olup bunlar daha sonra Libya hükümetinde bakan, hatta Başbakan olarak görev yapacaklardır. 1954 Aralık'ında Türkiye'den gönderilen toplar törenle Libyalı yetkililere teslim edilmişti. Bu arada Ümran Yetişal adlı bir generalimizin Libya ordusunun organizasyonunda görev aldığını belirtelim. Keza Başbakan Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celâl Bayar Libya'ya ziyaretlerde bulunmuşlar ve Libya'daki en önemli Osmanlı bağlarından biri olan Turgut Reis'in Trablusgarb'daki türbesini ziyaret etmişlerdi. Liderler gelip geçer ama bizim Libya halkı ile dostluğumuz bakidir. Nitekim 1991'de kendisiyle yapılan bir söyleşide, zamanın Libya Dışişleri Bakanı Buşeyri (ki Türkiye'den gönderdiğimiz bürokratlardandı), bu derin bağı şöylece vurgulamak ihtiyacını duymuştu: "Biz Türkiye'yi eleştiriyoruz, çünkü Türkleri çok seviyoruz. Bizim Türk halkına, İslamiyet'i altı asır boyunca savundukları için özel bir bağımız ve saygımız var. Bazı ülkeler yanlış yaptıklarında ilgilenmeyiz, fakat Türk kardeşlerimizi eleştiririz. Onlara kızdığımız için değil, tersine onlara duyduğumuz aşktan dolayı." Bilelim ki, Libya meselesi bizim dış işimiz değil, iç işimizdir.
<< Önceki Haber Libya'ya silah, komutan, bakan, hatta başbakan ihraç etmiştik Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER