Düşman olmak


1974 yılıydı. Hava Harp Okulu'nda asteğmen öğretim görevlisi olarak yedek subaylık görevimi yürütüyordum. Tuzla Piyade Okulu'nda 6 ay süren yoğun bir eğitim süreci yaşamıştık. Ancak sabah koşuları dışında doğrusu hiçbir şikâyetim olmamıştı. Hatta tam tersine ömrümün en rahat dönemini yaşamıştım. Ne bir sorunum olmuştu ne de bir sorumluluğum. Askere gitmeden önce Hava Harp Okulu'ndan "sivil öğretim üyesi" olarak ders verdiğim için; Piyade Okulu'na bana "özel kura" gelmişti. Ve Yeşilyurt'ta Hava Harp Okulu'nun olanaklarıyla rahat bir askerlik yaşayacağımı düşünürken; kompleksli bir "öğretim amiri"nin psikolojik taciziyle yaşamım altüst olmuştu. Zaten hep söylenir: "Kötü kura yoktur kötü kumandan vardır..." Neyse askerlik anılarımla başınızı ağrıtmak istemiyorum. Bugün değinmek istediğim bambaşka bir konu var. Xxxxxxxxxxx Temmuz 1974'te Kıbrıs Barış Harekâtı başladı. Öğrencilerimiz Yalova'da kamptaydılar. Okulda öğretmen subaylar, asteğmen öğretim görevlileri ve destek kıtalarından bir avuç subay ve er kalmıştı. Kıbrıs Barış Harekâtı başlayınca doğal olarak alarma geçildi. (Şimdi alarmın rengini anımsamıyorum.) Tabii bize de Hava Harp Okulu'nun misafirhanesinde zaman öldürmek kalmıştı. ABD ilk çıkartmadan sonra baskı uygulamaya başlamış ve bir "ambargo" uygulamasına girişmişti. Şimdi bunun da yeri değil ama Türkiye ekonomisinin bu ambargo nedeniyle aldığı yara; "12 Eylül" hareketinin en önemli nedenlerinden biridir. Zira belli bir fiyat üzerinden alabileceğimiz askeri malzemeyi gayriresmi yollardan ve çok yüksek fiyatla almak zorunda kalıyorduk. Bunun getirdiği "ekonomik yıkım"; kısa bir süre içinde "toplumsal ve siyasal yıkıma" yol açacaktı. THY'nin yolcu uçaklarından bazılarının koltukları sökülmüş ve kargo uçağına dönüştürülmüştü. Özellikle Libya'dan sürekli askeri malzeme taşıyorlardı. Bu uçaklardan bazılarının kaptan pilotları da (fırsat buldukça) birkaç saat uyumak için Hava Harp Okulu'nun misafirhanesine geliyorlardı. Tabii bizler de etraflarına üşüşüyor ve onları konuşturmaya çabalıyorduk. Libya lideri Kaddafi o günlerde inanılmaz derecede Türkiye'ye dost idi. Hele Callud adında bir başbakanı vardı ki; 30 yaşın altında olduğunu tahmin ettiğim bu Callud büyük bir Ecevit dostu idi. Bizim kaptan pilotlar o Libya başkanının, uçaklara cephane sandıklarını kendi elleriyle taşıdığını gördüklerini yeminle anlatıyorlardı. Peki ne oldu da Kaddafi ve elbette çevresi; o Türkiye'ye müthiş düşman kesildiler? Hele rahmetli Erbakan'ı çadırında kabul ettikten sonra çok duyarlı olduğumuz Atatürk konusunda söylediklerinin nasıl bir tepkiye yol açacağını bilmemesi mümkün müydü?.. Xxxxxxxxxxx Doğrusu bu konuyu o zamanlar çok düşünmüştüm. Fakat galiba sonunda işin sırrını çözdüm. Kaddafi Türkiye'nin demokratik yapısından ötürü müthiş rahatsız idi. Evet; demokrasimizin ciddi eksikleri var. Bunları sıralamaya kalksam köşem yetmez. Ancak kimileri beğense de beğenmese de; halkımızın özgür iradesiyle ve dürüst seçimlerle işbaşına gelmiş bir hükümetimiz var. Kimi riskler içerse bile; hükümeti sonsuzca eleştirmek hakkı var. Gene kimi riskler içerse bile; istediğini yazan özgür bir basınımız var. Bunlar Kaddafi gibi liderlerin kâbusudur. Halklarından böyle ve buna benzer talepler gelecek diye ödleri kopar. Ancak böylesine küçülmüş bir dünyada bu türden taleplerin önünü kesmek mümkün mü?.. Yaşadığımız coğrafyada bir sürü Kaddafi var. Bunun ilginç bir örneği Beşşar Esed. Türkiye ile ilişkilerini en üst düzeye çıkartan Beşşar Esed; bir nokta geldi "ben ne yapıyorum" dedi. Ondan sonra gelsin tanklar, gitsin toplar... Körfez ülkelerinin çoğunda Türkiye'ye karşı halklarından büyük bir sempati gözlenirken; yöneticilerinin uykuları kaçıyor. Bugün dost olduklarımız ya da dost bildiklerimiz; çok kısa bir süre içinde bambaşka bir yere geçebilirler. Hiç kimseye sürpriz olmasın...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER