Eğitimde uyutma süreci nasıl işliyor?

Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak'tan samanyoluhaber.com'a çarpıcı açıklamalar...

Eğitimde uyutma süreci nasıl işliyor?

Eğitimci-yazar Prof. Dr. Osman Çakmak ile Türkiye'deki eğitim sorununu konuştuk.... YGS sınavında soruların şifrelendiği yolunda çıkarılan gürültü, derin güçlerin ülkeyi kargaşaya sürüklemek için fırsat kolladıklarını bir kere daha göstermiş olmalı. Ergenekon duruşmaları ülke kurumlarında işgalin nereye kadar ulaştığını göstermesi bakımından ilginç bir deneyim ve tablo sunmaktadır aslında. Acaba eğitim ve bilim dünyamız bu işgalden ne kadar nasibini alıyor? Osman Çakmak’a göre araştırılması gereken bir konu ve ülke önceliği olduğu kanaatinde. Prof. Dr. Osman Çakmak Eğitim ve eğitim ve zihinsel özgürlük ilişkisini inceleyen çalışmaları ile farklı bakış açıları sunmaktadır. Dış güçlerin kullandığı Ergenekon gibi gizli yapılanmalarla eğitim manipüle edilmektedir. Şimdi Osman Çakmak'la yaptığımız bu ilginç söyleşinin ayrıntılarını sunuyoruz... Eğitimde derin güçlerin yönlendirdiğini düşünüyor musunuz? Son gelişmeleri ibretle seyrediyoruz. Yıllarca kaos ve hayali korkularla (örneğin “irtica) darbeler yaptırarak demokrasinin ve hürriyetlerin önündeki en büyük engel meğer bu derin yapılanmalarmış. Devlet adına yapılan (derin devlet) entrikalarla memleketin gelişmesine katkısı olan her şey irtica vb adlandırmalarla önü kesilmişti. Bu süreç aslında yıllardır neden kalkınamadığımızı ve neden patent ve inovasyon fakiri ülkeler sınıfında yer aldığımızı ve neden iç kavgalarla enerjimizi tükettiğimizi göstermektedir. Eğitim sınavlardan ibaret hale gelmiş ve içi boşaltılmışsa durup düşünmemiz gerekir. Eğitimde uyutma süreci nasıl işliyor? Yıllarca kaos ve hayali korkularla (örneğin “irtica) darbeler yaptırarak demokrasinin ve hürriyetlerin önündeki en büyük engel meğer bu derin yapılanmalarmış. Devlet adına yapılan (derin devlet) entrikalarla memleketin gelişmesine katkısı olan her şey irtica vb adlandırmalarla önü kesilmişti. Bu süreç aslında yıllardır neden kalkınamadığımızı ve neden patent ve inovasyon fakiri ülkeler sınıfında yer aldığımız ve neden iç kavgalarla enerjimizi tükettiğimizi, asıl öncelik olması gereken eğitim konusunu neden öncelik yapamadığımızı göstermektedir. Bu süreçte merak ettiğimiz husus nasıl bir uyutma stratejisine tabi tutulmaktayız ki bunca yıldır derin güçlerin oyunlarını fark edemedik? Bu uyutmada araç ve aracı olarak acaba eğitim ve okullar mı kullanılıyor? İnsanın zihin yapısı aldığı eğitime bağlı olarak teşekkül ettiğine göre insan zihninin düşünme –sorgulama-araştırma yeteneği elinden alınabilir. Dünyanın hiç bir yerinde görülmeyen bir şey ülkemizde yaşanmakta, sınavlar adeta milli bir maç haline gelmiş bulunmaktadır. Şimdi ÖSS gibi merkezi sınavlara dayalı öyle bir yapı oluşturmuş ki, Milli Eğitim Müdürleri ve hatta valiler/kaymakamlar bazı yerlerde okulları sınavlarda derece almaya zorlamaktadır. Zannedersiniz ki tüm eğitim camiasının görevi Türkiye sıralamasında ÖSS ve SBS de dereceye girmek. Okullar bu durumda tek bir şeye odaklanmaktadır: Sınav başarıcısı çocuk yetiştirmek.. Bunun kime ne faydası olduğunu ise kimse sorgulamıyor. Acaba hangi işveren bir gencin iyi test çözme becerisine dayanarak iş verir? İyi eğitimi vermesi beklenen Fen ve Anadolu liselerinde bile uygulama laboratuarlar çoğu kere terk edilmiştir. Acaba Milli Eğitim Bakanlığımızın çoğu kere liselerde eğitimin fiilen bittiğini ve yerini dersanelerin aldığından haberi var mı? Varsa ne tedbirler alıyor? Çocuklarımızın hayatının en değerli yıllarını test cambazlıklarını öğrenmekle vakit geçirdiğini biliyor muyuz? Peki böyle yetişen nesillerle ülkemizin beyin fırtınası ile proje ile eğitim gören ülkeleri geçmesi nasıl mümkün olabilir? Hiç düşündük mü acaba, ülkemiz kitap okuma sıralamalarında neden dünya sıralamasında en sonda kalıyor? Japonya'da, Almanya'da kitap, 7. yada 8. bir ihtiyaç maddesi iken Türkiye'de neden 107. ihtiyaç maddeleri sıralarında kalıyor? PISSA gibi kuruluşların yaptığı yarışmalarda liselerimiz neden hep son sıralarda kalmaktadır? Bunların en baştaki nedeni merkezi sınavların eğitimi yozlaştırması değil mi? Sınavlar hayatın her tarafını kaplamış vaziyette. Sınavlarla yatıp sınavlarla kalkar hale geldik. Teste dayalı eğitimin eğitim olmadığını nereden anlayacağız? Çok kolay ve çok yönlerden anlatılabilir. Sadece şunu söyleyeyim. Sınavlara dayalı eğitimin eğitim olmadığı şuradan belli ki teste dayalı eğitimin mantığı daha az bilgi ile daha çok soru cevaplandırabilmek, yani bir nevi işin cambazlığı öğretilmektedir. Halbuki eğitimin amacı bilgi değil, bilgiyi kullanmak ve üretmek; meziyet, beceri, insani değerler kazanmak, büyük ve sınırsız düşünebilen ve kendine güven duygusu yüksek nesiller yetiştirmektir. Halbuki teste dayalı eğitim tam tersini yapıyor. Bilgiyi depolamak artık bir meziyet değil. Makinalar bilgisayarlar bizden daha iyi yapıyor bu işi. Önemli olan onu kullanmak ve değerlendirmektir. Milli eğitim ise sanki tek amaçları okul açmak ve öğretmen atamaktan başka amacı yokmuş gibi harıl harıl bu işle uğraşıyor. Daha da temele inerek farkedilmeyen eğitim sorunu ne olduğunu soralım. Eğitim sorunu deyince farkedilmeyen şu galiba. Okullarda, eğitim adına verilen bilgiler, "bu böyledir, böyle olduğu için öğrenmeniz gerekir, niye öğrendiğinizi sormayın." yaklaşımı. İyi tahlil edersek bu yaklaşımın gizli görünmeyen amacını ve oynanan oyunu görebiliriz. Bu oyunu görmek için çok zeki olmaya gerek yok aslında. Eğitimde temel amaç aslında düşünmeyi öğrenmektir. Düşünmek demek kendinde olmayanı üretmek demektir. Dikkat ederseniz, hep cevabı belli sorular öğretilerek insanımız düşünemez –üretemez hale getirilmektedir. Sonuçta idaresi kolay, inisiyatif kullanmaktan ve muhakeme etmekten yoksun, itaatkar bireyler haline getirilmek istenmektedir. Böyle yetişen insanları başkalarının kuralları yönetmeye başlayacaktır. Eğitime katkıda bulunmak isteyen yetkililerimiz, eğitimi okul binası yaptırmak ve öğretmen atamaktan ibaret sanmaktadır. Bu süreçte yani bu uyutma sürecinde unutturulan asıl faktör nedir peki? Alınan tedbirler neden yap bozdan ibaret kalıyor? Asıl unutulan insan merakı.. Merak ilmin hocasıdır gerçeği… İnsanda kırılgan iki duygu var: Bunlar insan merakı ve öğrenme isteği. Soru sormayan, yalnızca itaat eden tek tip insan yetiştirmek isteniyorsa, bu ancak okullarla, eğitimle ve medya ile yapılabilir. Günümüzün en etkin uyutma ve köleleştirme vasıtası eğitim olduğuna göre Ergenekoncu derin yapılanmalar öncelikle eğitime ve medyaya el atacaklardır. Bununla birçok neticeye birlikte erişim söz konusudur. Tek doğrulu eğitim, sizi kamplara ayrılmış, kutuplaşmış, kendi içinde kavgalı ve uzlaşamaz bir toplum haline getirecektir. Nitekim öyle değil mi? Sürekli kutuplaşma olgusu körüklenmekte ve toplum kesimleri birbiri ile karşı karşıya getirilmek istenmektedir.. Tek doğrulu (yani test temelli cevabı belli sorulara dayalı) eğitim muhakemesiz ve düşünemeyen insanlar yetiştirmenin alt yapısını teşkil etmektedir. Peki amaç ne? Ezberletilenlerin dışına çıkamayan insanlar, müstemleke mantalitesinde muti kullar olarak yetiştirilip, koruyucu rolünü üstlenmiş aristokrat bir zümrenin hâkimiyetinin devamına sorgusuz şekilde hizmet etmek.. Kurumlarımıza Ergenekon gibi derin güçlerin hâkim olmasını ve uzun yıllar boyunca bunları fark edemeyişimizi (uyutulmamızı) başka nasıl izah edebiliriz? Amaç, insanlara derin güçler önünde diz çöktürmek, dışa bağımlı, üretmeyen, tüketimci, gösterileni kopyalayan bireyler haline getirmek… Elbette ki okulların ve eğitimin amacı, değişime ayak uyduramayan nesiller yetiştirmek olamaz ve gerçek hayattan kopartmak hiç olamaz. Milli eğitim sistemi, bir torna atölyesi gibi genç beyinleri törpüleyerek belli bir düşünce kalıbına sokmaya çalışmaktan öte bir amaç içine girmişse işin içinde bir oyun olduğunu düşünmek gerekir. Şöyle bir bakalım. Milli eğitimin okul ve derslik açmak dışında, gençliğe ideal ve ruh ve beceri -meziyet kazandırma anlamında hangi amacı var acaba? Lise eğitiminin hatta ilköğretimin, meslek okullarının, öğretmen okullarının 50 li, 60 lı 70 li yıllarda mevcut halden çok daha iyi durumda olduklarını hatırlatayım. Daha iyi olması gereken yerde git gide böyle muhtevadan yoksun hale gelmesi planlı bir gidişi gösteriyor mu? İnsanın zihin yapısı alınan eğitime göre teşekkül etmektedir. Eğitim git gide yozlaştırılmış ve muhtevadan yoksun hale getirilmişse bunun kendiliğinden olabileceğini düşünebilir misiniz? Eğitim öğrenci için bir bela ve hatta sınavlar işkence olarak addediliyor. Bunun sebebini nasıl açıklayabiliriz? Yada soruyu şöyle yönlendirelim: Neden öğrenemiyoruz? İnsanlar ancak kontrol kendi ellerinde yani eğitim sürecinin öznesi haline geldiği bir öğrenme ortamında öğrenmeye başlarlar.. Öğreticinin vazifesi ise “öğretmek” değil akla kapı açarak ve rehber ve ders arkadaşı konumunda kalabilmektir İnsanın en değerli iki özelliği hiç şüphesiz ki merak ve öğrenme beceridir. Bu duyguların dayatmaya karşı ne kadar kırılgan ve hassas olduğunu da unutuyoruz hep. Bir eğitimci olarak her şeyi öğrenci adına siz yaptığınızda ortaya çıkan olayın adı “devamlı müdahale” dır. Kişi ancak deneyerek kendi kabiliyetini keşfedebilir. Halbuki siz neyi, nasıl ve ne zaman yapacağını öğretici olarak siz empoze ettiğinizde devamlı müdahale dediğimiz süreç başlamaktadır. O zaman da “deha” kendini göstermemektedir. “Deha”, alışılmışın dışında yeni bir tarz geliştiren ve yeni bir görüş üreten yetenek demektir. Onun içindir ki; bütün yenilikleri ve buluşları dahilere borçluyuz. Şimdi dikkat edelim ki, sadece bilgiye ve doğruları öğretmeye dayalı gerçek hayatla ilişkilendirilmeden yürütülen eğitim süreci, öğrenciyi, yalnızca ‘evet-hayır' kesinliğiyle hâdiseleri ele almaya teşvik etmekte, öğrencilerin fıtraten sahip oldukları şüphe ve merak hislerini dumura uğratmaktadır. Eğitimin yabancı danışmanlarca yönlendirildiği kanaatı yaygın? Siz ne diyorsunuz? Bu konuların araştırılması gerekir. Ancak şunu anlatayım. İlgili kaynaklara baktığımızda 1948 yıllarında Marshall anlaşması sadece askeri ve sanayi sahasında değil, Milli Eğitim de Amerika'nın emrine girdiğini anlatılır. 27 Aralık 1947'de imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan ”Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulur. Gerek Senatör Haydar Tunçkanat'ın “İkili Antlaşmaların İç Yüzü” ve “Amerikan Emperyalizmi ve CIA” adlı kitabı olsun ve gerekse başka kitap ve belgelerde Milli Eğitime Amerika'nın nasıl müdahil olduğunun açıklamaları sunulmaktadır. 27 Aralık 1947'de imzalanan Eğitim Komisyonu'yla ilgili anlaşmanın 5. maddesi şöyleydi: "Komisyon, dördü TC vatandaşı ve dördü ABD vatandaşı olmak üzere sekiz üyeden kurulu olacaktır. Bunlara ek olarak Türkiye'deki ABD diplomatik heyetin başı, (Amerikan Büyükelçisi) komisyonun fahri başkanı olacaktır. Komisyonda oyların eşit oluşması durumunda kesin oyu misyon şefi (Amerikan büyük elçisi verecektir.” O günden bugüne “Milli Eğitim”imizi ve daha pek çok bakanlığımızı Amerikalı uzmanların FULBRİGHT COMMİSSION'ca nasıl yönlendirdiği aslında bir araştırma konusudur.. Türkiye 1950 li yılların sonu ve 60 ların başında merkezi sınavlarla tanıştığı bilgilerini araştırdığımızda da bu sistemi bize yine Amerikalıların öğrettiği bilgileri ile karşılaşırız. Eğitim dünyamız neredeyse, makinelerle değerlendiren cevabı belli soruları test denilen mekanik bilgilerin yüklenmesinden ibaret hale geldiğini görüyoruz. Bu süreç, öğrencinin problem çözme ve teknolojiyi kullanma becerisine bir şey kattığını söyleyebilir miyiz? Bu anlayış eğitimdeki yanılgılarımızın ve uyutulmamızın hangi boyuta ulaştığını göstermesi ve işgal altında kaldığının bir göstergesi olması bakımından ilgi çekici ve üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konu. Çünkü sonu “dir”, “dır” ile biten, hazır bilgilerin sunulduğu ve sınav denilen faaliyetlerle yüklenilen bilgilerin geri istenildiği bu uygulama, eğitim ve gelişme adına öğrenciye bir şey kazandırmamaktadır. Bu gerçeği farketmedikçe de eğitimde bir adım ileri gitmemiz mümkün olmayacaktır. Öğrencilerimiz. “Ne söyleniyorsa onu yap, icat çıkarma...! ve “sorma, düşünme, itaat et!” gibi anlayışları niçin benimsiyor acaba? Teste ve bilgileri ezberlemeye dayalı eğitimler, nesillerin üretme oluşturma kabiliyetini yok ettiğini, onları lider değil, tabi hale getirdiğini artık görmeliyiz. Bu hali ile ile derin güçlerin hakimiyeti ve dışarıya bağlı kalmanın yolları mı açılmaktadır ülkemizde? Böyle bir eğitim yapısının vahim sonuçları var. Sonuçlara bakarak hüküm vermek daha doğru. Ağacın değeri meyvesi ile ölçülür. Şöyle bir düşünelim dışarıdan, batıdan gelen empozeleri bir vahiy gibi algılamadık mı? Kendimize güven duygusunun kaybolması ve biz çözemeyiz beceremeyiz duygusunun içimizde kanser gibi yer etmesi sonucu hep referanslarımız batılı düzeyde kalmaktadır. Gelişmiş diye bildiğimiz ülkeler diğer ülkelerin gelişmesini istememektedir. Üretemeyen ve kendilerine bağlı kalsınlar düşüncesindeler ve bunun ikamesi için de başka ülkelere yönelik politikaları var. Bu iyi niyetli bir düşünce olmadığı için de gizli bir şekilde yürütülmektedir. Bunun en iyi vasıtası eğitimdir. Okullar, çocuklar, öğrenim sürecinde kendilerine öğretilenleri sorgulanmaya, düzeltilmeye ve derinleştirilmeye açık birer ‘bilgi' olarak elde etmelerinin önü sürekli kesilirse artık o topluma her şeyi dayatmanız mümkün olabilir. Bu yüzden son zamanlardaki derin güçlere karşı verilen verilen mücadelenin hayati önemi olduğunu hepimiz iyi idrak etmeli ve destek vermeliyiz. Eğitim ve okullar çağımızda bir “köleleştirme vasıtası” ise argümanlar ve araçlar konusuna tekrar dönelim müsaadenizle. Çocuklar, öğrenim sürecinde kendilerine öğretilenleri sorgulanmaya, düzeltilmeye ve derinleştirilmeye açık birer ‘bilgi' olarak elde etmelerinin önü sürekli kesilmektedir dediniz. Bunu biraz açıklar mısınız? Bilgininin sınavlar ve testler yolu ile bu denli tekrarlanması ve önemsenmesi onu adeta kutsallaştırmaktadır. Bu davranışın gençlerin kişiliği üzerinde bıraktığı tek şey, üzerinde düşünülmeden ezbere tekrarlanan basma-kalıp yargılar ve sloganlar olmaktadır. Böyle olunca da gençlerimiz zihnen formatlanmanın yolu açılmaktadır. Yani özgür iradeli insan olmalarının önü kesilmektedir. Ne kadar ‘çağdaşlık', ‘akılcılık' ve ‘aydınlanmacılık' nakaratlarından bulunursak bulunalım bu tarz eğitim skolâstik bir zihniyetin beslenip büyümesine yol açmaktadır. Zihnen formatlandığımızı ispatlayan somut göstergeler neler, gerçekten söylediklerinizin doğru olduğuna nasıl inanacağız? Gençlerimizi sınırlı kavramlara ait değer yargılarının kurbanı haline gelmesi, hayatı ve olayları at gözlüğü ile (neredeyse açısız) seyretmeye başlaması tüm bunların açık birer göstergesi. İnsanımıza alıştırıldığından ve öğretildiğinden farklı bir söz veya düşünceyi söyleyince kişiliklerine saldırılmışçasına şiddetli ve otomatik tepkiler vermelerini neye bağlayabiliriz ki? Kutuplanma olgusu insanımızın en zayıf yanının teşkil etmektedir ve bu durum tamamen alınan eğitimin bir sonucu olarak teşekkül etmektedir. İnsanımızın zihin alt yapısı bu olunca medyayı eline geçiren derin güçler, medya yoluyla sürekli kutuplanma ve ihtilaf duyguları kışkırtılmaktadır. Sürekli ümitsizlik havası oluşturmaya çalışılmakta ve bu uyutulma-ümitsizlik içinde yaşama süreci pekiştirilmektedir. Bunu bir kısım medyanın haberleri veriliş tarzından bile anlayabilirsiniz. Yüksek teknoloji ve üniversite konusunda uyutma süreci nasıl işliyor peki? Günümüzde belirleyici tek gücün buluşçuluk yenilik, icat olduğunu dünyada çok insan anladı ise de biz henüz anlamış değiliz. Bu durum uyutulduğumuzu göstermiyor mu? Bilimi ve üniversiteleri toplumdan kopartmak için öyle bir YÖK yasası tasarlanmış ki bu yasasının topluma hizmeti yasaklayana yapısı var. Türkçe yayın yapmak adeta yasak haline getirilmiştir. Akademik terfilerde toplumsal hizmetlerin hiç bir değer ifade etmemektedir. Sadece yabancı dilde bilimsel yayın esas haline getirmesi ile üniversitelerimiz ülkenin stratejik bilgilerini dışarıya taşıyan ve dışa hizmet eden bir duruma düşürülmüştür. Ders ücretli eğitim sistemi ile üniversitelerde dersanelere benzer ezberci bir eğitim hakim olmuş, gecesi ile gündüzü ile hocalar dersliklerden çıkamaz hale gelmiş ve araştırmadan kopartılmıştır. Üniversitelerin uygulamalı eğitime, patent ve inovasyona odaklanmaması sonucunda Türkiye bilimin uygulamaya dönüşmesi bakımından Dünya ülkeleri arasında 80. sıralara inmiş, patent fakiri haline gelmiştir. Göstergeler, İsrail'in bilimsel araştırma ve buluş gücünün Türkiye'nin bir kaç değil 100 kat ilerisinde olduğunu göstermektedir. Bu ibret verici bir durum değil mi? Her alanda gerçek kalkınmanın adı olduğu halde ülkemizde gerek kalkınmadan sorumlu yetkililerimizin dilinde ve gerekse basının gündeminde inovasyonla ilgili sözcüklere pek rastlamayız. Eğer uyutulmamış olsaydık yüksek gelirlerin ancak benzeri başka yerde olmayan ürünlerle olduğu gerçeğini fark ederdik, kopyacılıkla ileri gidilemeyeceği gerçeğini görebilirdik. Dışarıda patent satın almak patent üretmekle aynı şey olmadığını anlardık. Sadece yeni buluşlar yüzünden eskimiş, önemi ya kaybolmuş ya da azalmış patentler satılmaktadır çünkü. Patenti size sattıktan sonra siz buna göre mal üretmeye başladığınızda bir bakarsınız ki onlar yeni bir ürünle piyasaya tutunmaya çalışır, ucuz satmaya mecbur olursunuz. Yeni çıkan patenti aldığınız anda bilin ki buluşçu ülke bir yenisini devreye sokacaktır. Ülkeyi yönetmeye talip olan seçime giren partilerin hatta hükümetin programını incelediğimizde "bilim politikası" veya "milli teknoloji politikası" gibi bir başlık atmadıklarını görüyoruz. Bunu neye bağlayabiliriz? Uyutulmanın derecesi ile ilgili olsa gerek. Hatırlarsanız kendi uçağımızı, kendi arabamızı ve kendi silahımızı yapalım denildiğinde bize dışarıdan müdahaleler olmuştu. “Ne gerek var canım biz size ucuz fiyatla veririz” hatıraları anlatılır. Kayıtlarda var bunlar. Bunlar nasıl olmuş ve yetkililerimiz nasıl caydırılmış bunların ayrıntıları araştırarak ilgili kaynaklara ulaşılarak yeni neslimiz uyandırılmalı ki uyanma süreci hızlanmış olsun. Politikasızlık yüzünden bugün ülkede sanayi hangi tür araştırmalar yapmalıdır? Bu belli değil. Hangi tür araştırmalara yönlenmelidir? Üniversitelerimiz ne tür yatırımlar yapmalıdır? Hangi tür konularda doktoralı bilim adamları yetiştirmeliyiz? Nerelere yönlenmeliyiz? Ülkemizin ulusal kaynaklarını bilim ve teknoloji açısından nasıl değerlendirmeliyiz? Sanayiyi nasıl motive etmeliyiz? Bakın üniversitelerde yüzlerce binlerce tezler araştırmalar yapılıyor ama bunlar genelde sinai, ekonomik ve kültürel hayatımız ve geleceğimizle alakalı değil. Bir ülke için bundan daha vahim ne olabilir? Meslek okul ve yüksek okullarında bile dersler kağıt üzerinde işlenmesini ve uygulamadan uzak halini nasıl açıklayabiliriz. Siz ülkenizdeki bilim potansiyelini ülkenin gelişmesi için kullanacak mekanizmalara sahip değilsiniz ve bir bilim ve araştırma siyasetiniz yoksa sizin üniversitelerinizin ve araştırma merkezlerinizin olması bir şey ifade etmemektedir. Aslında üniversitelerde çok da önemli potansiyeller, iyi araştırma grupları bulunmaktadır. Ancak oradaki potansiyelleri topluma yansıtan mekanizma ve sistemler olmayınca potansiyel olduğu yerde kalmaktadır. Anahtar kavram bilim ve araştırma politikası. Uyutulan ülkeler bu kavramı bilmemektedir. Önümüzdeki seçime bir kampanya ile girelim. Uyutma ve adeta köleleştirmenin en etkin unsuru haline gelen anayasa değişikliği beklentisi ile giriyoruz. Bununla eş bir dönüşüm ve reform beklentisi ile girelim. Eğitim ve bilim birinci önceliğimiz olsun. Bu sohbetimiz aslında ülke için en önemli önceliğin eğitim ve okullar olduğunu gerçeğini bir kere daha göstermektedir. Öyle anlaşılıyor ki artık ülke için en önemli dönüşüm eğitim ve okullarla yapacağız. Son olarak seçim sürecinde eğitim sorunlarının siyasilerimizce doğru anlaşılması ve çözüm için bir çağrı ve mesajınız var mı? Ülkede bir zihinsel dönüşüme ihtiyaç var. Diyorum ki bir kampanya başlatalım. Bu kampanyada da ilkokul çocuklarını, orta öğretimdeki gencecik beyinler gibi yüksek öğrenim gören yüzbinlerce insanımızın düşünebilme yeteneklerinin bu sınav odaklı eğitim ve ezberle nasıl edildiklerini anlatalım. Bir kampanya başlatalım ve bu sürecin insanımızı daima başkalarının hazırlayacakları kalıp çözümleri benimsemeye ittiğini anlatalım. Bu kampanyada en büyük düşman olarak ezberi ve sınav-bilgi odaklı eğitimi görelim. Ezberin aslında “zihinsel yok olmadır” olduğunu anlatalım. Bu kadar çok olumsuzluğu bir kalemde üretebilen bir başka “temel bela” olmadığını anlamaya ve anlamaya çalışalım. Şimdi gerçek gündemle ve gerçek sorunlarla yüzleşmenin zamanı. Ergenekon gibi derin yapılanmaların ülkede hangi zihinsel yanılgı ve yanlışları pompaladığı ve bunu nasıl başardığı konusu iyi araştırılmalı ve anlatılmalı. Hükümet ve devlet yetkili ve görevlileri derin güçlerin derin bağlantılarını ortaya çıkaran çalışmaları ile tarihi bir görevi ifa etmektedir. Şimdi sıra insanımızın nitelik seviyesini yükseltecek, ve sorun çözme kabiliyeti geliştirecek eğitimle tanıştırmanın vakti ve bilimi rehber ve iktidar konuma çıkarmanın zamanı. Elbette ki bu kolay olmayacak. Ama başka da çare görünmüyor.
<< Önceki Haber Eğitimde uyutma süreci nasıl işliyor? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER