Memurlar hükümete çok sert çıktı!

Memur bu kez açtı ağzını yumdu gözünü...

Memurlar hükümete çok sert çıktı!

Samanyoluhaber.com ekibi memurun, kendileriyle ilgili çıkan haberlere karşı bakışını farklı kaynaklardan dinlemeye devam ediyor. Toplu sözleşme, memur mesaisi, eşit işe eşit ücret, rotasyon son zamanların en çok tartışılan konuları arasında yer alıyor. Bu mevzularla ilgili görüştüğümüz Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı İsmail Koncuk hükümete çok sert çıkarak, çarpıcı açıklamalar yaptı. İşte o röportaj: TOPLU SÖZLEŞMEDE SON DURUM Cevap: Şu anda kamu görevlilerinin toplu sözleşme yapabilmesi için bir kanun çalışması var. Kanun olmadan toplu sözleşmeyi nasıl gerçekleştireceğimiz netleşmeyeceği için memurlar da toplu sözleşme yapmak üzere kanunun taslağının yasalaşmasını bekliyorlar. 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikası Kanunu'nda toplu sözleşmeye yönelik yapılacak değişiklikle ilgili olarak Üçlü Danışma Kurulu çerçevesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik'le gerçekleştirilen toplantılar tamamlanmıştır. Üçlü Danışma Kurulu Toplantılarında kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkını kullanabilmesi için yapılacak yasal düzenleme ile ilgili konular görüşülmüş, bunlardan bir kısmı üzerinde anlaşma sağlanırken, toplu sözleşmede imza atmaya yetkili konfederasyon, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'nun yapısı ve itiraz yetkisi konularında tam bir mutabakat sağlanamamıştır. Türkiye Kamu-Sen'in üzerinde ısrarla durduğu ve henüz tam olarak netleşmeyen, sendika üyesi olamayacak kamu görevlilerinin kapsamının daraltılması, toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarının temsili ve toplu sözleşmeyi imzalama veya ortaya çıkacak uzlaşmazlıklarda Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvuru hakkı gibi temel konularda Türkiye Kamu-Sen'in olmazsa olmazları, Hükümete sun5ulan raporda detaylarıyla ortaya konulmuştur. Ülkemizde kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkını nasıl kullanacağı yolundaki tartışmalarda Türkiye Kamu-Sen'in görüşü açıktır. Türkiye Kamu-Sen olarak biz, gelişmiş sendikal haklarla donatılmış, katılımcı bir toplu sözleşme hakkından yanayız. ILO başta olmak üzere, uluslar arası sözleşme metinlerinde, çalışanların sendikal ve demokratik hakları düzenlenmektedir. Dolayısı ile toplu sözleşme hakkının memurlarımız tarafından kullanılması noktasında yeni keşifler peşinde koşmanın gereği yoktur. Bu nedenle ileri demokrasi taleplerinin dillendirildiği ülkemizde, sendikacılık sisteminde de demokratik bir temsil sisteminin kurulması zorunludur. Dünya gerçeklerini görmezden gelen bazı sendikalar, bugün konjonktür gereği olarak elde ettikleri avantajı, toplu sözleşmeyi bağıtlama ve Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvurma hakkının tek elde toplanmasını isteyerek, kamu görevlilerinin mücadelesini baltalamak ve toplu pazarlık masasında, memuru güçsüz bırakmak yolunda kullanmak istemektedirler. Ama kamu görevlilerinin pazarlıklar esnasında mümkün olan en geniş şekilde temsil edilmesi ve anlaşmazlık durumunda Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvuru hakkının, kamu görevlilerini masada temsil eden tüm konfederasyonlara ait olması, en temel zorunluluktur. Böyle bir yapı, toplu sözleşme sisteminde otokontrol mekanizmasını geliştirecek olan tek unsurdur. Günümüz demokrasi anlayışı, çoğunluğun azınlığa tahakkümünü değil; geniş temsil, yetki paylaşımı ve yönetişim ilkelerini getirmiştir. Dolayısı ile toplu sözleşme sisteminin de 2,5 milyon kamu çalışanının tercihlerinin en geniş şekliyle yer bulacağı şekilde oluşturulması önemlidir. Bu nedenle kamu görevlileri için toplu sözleşme sistemi kurulurken evrensel değerlerin göz önünde bulundurulması ve çağa yakışır bir sistemin oluşturulması zorunludur. Hazırlanacak kanun, memurlarımıza ILO standartlarında sendikacılığı getirmeli, kamuya yönetişim anlayışını yerleştirmelidir. Uzun süren müzakereler sonucunda, türlü etkenler ve geleceği düşünmeyen, günü birlik kaygılarla hareket eden bazı kesimler nedeniyle mutabakat sağlanamamış ve toplu sözleşme sisteminin özünü oluşturacak konular, Bakanlar Kurulu'nun vereceği karara bırakılmıştır. Sayın bakan bu konuların tamamını bakanlar kuruluna taşıyacağını ve oradan çıkacak sonuca göre bir değerlendirme yapma imkanı doğacağını belirtti. Ardından geçtiğimiz günlerde bizlere bir yasa taslağı gönderildi. Bu taslağın bakanlar kurulunda yapılan görüşmelerden sonra hazırlandığı söylendi. YASA BEKLENTİLERİ KARŞILIYOR MU? Memurlarımızın toplu sözleşme hakkını nasıl kullanacağı, 2,5 milyon kamu görevlisi, aileleri ve emekliler ile birlikte 15 milyon insanımız için hayati önem taşımaktadır. Bu denli geniş bir kitlenin ekonomik ve sosyal olarak geleceğini belirleyecek kanunla ilgili çalışmalar da son derece önemlidir. Yıllardır memurlarımızın toplu sözleşme ve grev hakkı için her platformda mücadele vermekteyiz. Memurların toplu sözleşme hakkına kavuşması, Türkiye Kamu-Sen'in ilkeli, cesur, ısrarlı ve planlı hareketi sayesinde olmuştur. Toplu sözleşme hakkının nasıl kullanılacağının belirleneceği kanunun hazırlık çalışmalarına da aynı önemi ve değeri vererek; ulusal ve uluslar arası ilkeler doğrultusunda hareket etmeye gayret gösterdik. Türkiye Kamu-Sen olarak, gelişmiş sendikal haklarla donatılmış, katılımcı bir toplu sözleşme hakkından yana olduğumuzu defalarca belirttik. ILO başta olmak üzere, uluslar arası sözleşme metinlerinde, çalışanların sendikal ve demokratik hakları düzenlenmiştir. Bu doğrultuda yürüttüğümüz kanun çalışmalarında gerek teknik düzeyde gerekse başkanlar düzeyinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Sayın Faruk Çelik'le yaptığımız toplantılarda, toplu sözleşme hakkının memurlar tarafından etkili bir şekilde kullanılabilmesi için gerekli olan ilkeleri ortaya koyduk. Toplu sözleşme görüşmelerinde kamu çalışanlarının temsili ve toplu sözleşmeyi imzalama yetkisi ile ortaya çıkacak uzlaşmazlıklarda Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvuru hakkı gibi temel konularda Türkiye Kamu-Sen'in olmazsa olmazlarını sayın bakana defalarca bildirdik. Hepinizin yakından takip ettiği üzere bu üç önemli konuda taraflar arasında tam bir uzlaşma sağlanamadı ve Sayın Bakan, üzerinde anlaşılamayan konuları olduğu gibi Bakanlar Kurulu'na taşıyacağını ve tüm konfederasyonların çekincelerini orada açıklayacağını bildirdi. Hatta hayati konular diyebileceğimiz, bu konuların birçoğunda bizler gibi düşündüğünü de açıkladı ve “görüşlerimi Bakanlar Kurulu'nda da savunacağım” dedi. Ancak elimize gelen taslakta, bizlerin hiçbir talebinin yer almadığını, taslağın önemli konularının tamamen bir konfederasyonunun talepleri doğrultusunda hazırlandığını gördük. Buna göre taslak çalışması, tek taraflı olarak hazırlanmış; taslakta malum konfederasyonun zarar görmemesi uğruna, toplu sözleşme sistemi yok edilmiştir. Taslakla toplu pazarlık sistemi yerine, malum sendika ile yapılan bir sohbet toplantısı planlanmış olduğu görülmektedir. Öyle ki, toplu sözleşme görüşmelerinde nispi temsil sistemi uygulanacağı, yani pazarlıklarda her konfederasyonun üye sayısı ile orantılı olarak temsil edileceği belirtiliyor. Ama bir üye fazlasıyla bile olsa, en çok üye kaydeden konfederasyona, +1 temsilci kontenjanı peşinen veriliyor. Bununla da yetinilmiyor, toplu sözleşme imzalanırken, sözleşmeye imza atanlarla atmayanların sayısının eşit olması durumunda, en çok üyeye sahip konfederasyonun imzasının geçerli olacağı kabul edilerek, eşitlik durumunda malum konfederasyona +1 oy hakkı daha veriliyor ve tam anlamıyla bir sendikal katliam uygulanıyor. Görünüşte konfederasyonlar toplu pazarlık masasında yer alacak gibi görünüyor ancak, bu temsilci hesabıyla konfederasyonlara söz hakkı verilmiyor. Yani iktidar, “hangi şart olursa olsun, toplu sözleşmeyi mutlak surette malum sendikayla yapmak istiyorum” diyor. Her şekliyle demokrasinin ilkelerine aykırı bir uygulama getiren taslakta, malum sendika dışında hiçbir sendikaya toplu sözleşme görüşmelerine danışman getirme, komisyonlarda teknik danışman bulundurma hakkı tanınmamış. Böyle bir uygulama ne hukuk, ne sendikacılık, ne demokrasi, ne de matematik kuralları ile açıklanamaz. Bunu açıklayacak tek bir kural vardır; o da yandaşlık kuralları. Bunun yanında, toplu sözleşmenin imzalanması için bütün konularda anlaşma sağlama zorunluluğu getirilerek, kamu çalışanlarına bir dayatmada bulunulması da planlanmış. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvuru hakkımız da gasp edilmiştir. Genel toplu sözleşme görüşmelerine katılmayan konfederasyona bağlı sendikaların, hizmet kolu toplu sözleşmelerine katılması da engellenerek, hem o sendika hem de sendikaya üye olan çalışanlar cezalandırılmakta, sendikaların masa dışındaki mücadele gücü de baltalanmaktadır. Dolayısı ile getirilmek istenilen sistem, davulun yandaşlarda, tokmağın hükümette olduğu bir yapıdır. Bu yapıyı desteklemek için de Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na Sayıştay Başkanı'nın başkanlık etmesi öngörülmüştür. Oysa konfederasyonlar, en azından konusu itibarı ile hakem kuruluna Yargıtay 9. Hukuk Dairesi Başkanı'nın başkanlık etmesinin uygun olacağını belirtmişti. Bu konunun neden değerlendirilmediği izaha muhtaç bir durum arz ediyor. Bununla birlikte yerel yönetimlerde bu kanun hükümleri dışında, zorunluluk esasına dayanmadan ve toplu sözleşme sayılmayan anlaşmalarla, kamu çalışanlarına ek ödemeler yapılabileceği öngörülmüş. Yani yerel yönetimlere toplu sözleşme yapma zorunluluğu getirilmemiş; aksine kurumsal toplu sözleşme konusu gönüllülük esasına bırakılmıştır. Buna göre bazı belediyeler kurumsal toplu sözleşme yaparken, bazı belediyeler ısrarla sözleşme imzalamayacak ve istemediği sendikalar üzerinde baskı oluşturacaktır. Böyle bir uygulama çifte standarttır; kanun yapma tekniğine de aykırıdır. Yerel yönetimlerdeki fiili durumu, belirsizliğe gömme anlamı taşımaktadır. Bu uygulamada, uyuşmazlık çıkması durumunda konuyu hakem kurulundan kaçırma ve belediye çalışanlarının hak arama mücadelesini yok etme amacı açıkça görülüyor. Ayrıca, sözleşme imzalayanla imzalamayan belediyeler arasında da adaletsiz bir durum ortaya çıkacak, iki ayrı belediyede çalışan arasında büyük ücret farkları oluşacaktır. Bunun Anayasanın eşitlik ilkesine, insan haklarına, çalışan haklarına aykırı bir durum olduğunu anlatmaya gerek var mıdır? Eğer adil bir yapı kurulmak isteniyorsa, bu tür sözleşmeler, bizim teklif ettiğimiz gibi kurumsal toplu sözleşme adıyla tüm belediyelerde yapılmalıdır. Bir taraftan eşit işe eşit ücret ilkesini savunduğunu iddia ederken, diğer taraftan malum sendikanın varlığını korumak adına, sistemi kökünden adaletsiz bir yapıya büründürecek, bir yasal kılıfı kabul etmiyoruz. Kısacası, tam olarak danışıklı dövüş içinde hazırlanmış bir taslakla karşı karşıyayız. Öyle ki, toplu sözleşme görüşmelerinde görüntü olarak üç büyük konfederasyon bulunacak ama söz hakkı malum konfederasyonda olacak. Sarı sendikaların masada memurları satması durumunda, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu'na başvuru hakkımız olmayacak. Toplu sözleşmeyi imzalama konusunda eşitlik ortaya çıkması durumunda da malum konfederasyonun dediği olacak. Masada teknik heyet bulundurma, oluşturulacak komisyonlara teknik heyetle katkıda bulunma hakkımız olmayacak. Bunun adına da adil, demokratik, ILO standartlarında toplu sözleşme sistemi denilecek. Bizler aylardır, dünyaya örnek teşkil edecek, sendikacılığı destekleyen, memurların gerçek anlamda en geniş şekliyle temsil edilmesine imkân sağlayacak, kamu görevlilerinin iradelerinin ve pazarlık gücünün toplu sözleşme masasına taşınabileceği bir yapı oluşturabilmek için toplantılar yaptık; görüş bildirdik. Aylarca teknik toplantılar yapıldı. Sayın Bakanla, Üçlü danışma Kurulu çerçevesinde, yaklaşık 30 saat süren toplantılar gerçekleştirdik. Ama gelinen süreç ortadadır. Memurların iradesinin yok sayıldığı, tek taraflı olarak, bir konfederasyonun korunup kollandığı bir taslak hazırlanmıştır. Madem böyle olacaktı; keşke bakan o toplantıları tek bir konfederasyonla yapsaydı. EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET, ADALETİ TAM OLARAK SAĞLIYOR MU? Türkiye Kamu-Sen olarak yıllardır kamuda ücret adaletinin sağlanması için mücadele etmekteyiz. Bugüne kadarki mücadelemizde yatay ve dikey anlamda ücret adaletinin sağlanmasını, kamu görevlilerimizin maaşlarıyla ilgili faaliyetlerimizin temeline aldık. Yatay ücret adaletinin, unvan ve nitelik itibarı ile birbirine yakın olan kamu görevlileri arasındaki maaş farkının kapatılması; dikey ücret adaletinin ise hiyerarşik sıralamada herkesin makul ölçülerde bir ücret alması ve en çok ücret alanla en düşük ücret alan arasındaki farkın kabul edilebilir seviyeye getirilmesi ile sağlanacağını belirttik. Adalet, yalnızca eşitler arasında sağlanan bir denge değil, eşit olmayanların pastadan adil pay almasıyla ulaşılabilecek bir olgudur. Buradan hareketle Türkiye Kamu-Sen'in yıllardır mücadelesini verdiği ücret adaleti; görevleri, sorumlulukları ve nitelikleri aynı olan fakat farklı kurumlarda bulunmaları nedeniyle ücretleri farklı olan kamu görevlilerinin maaşlarının eşitlenmesi, bunun yanında hiyerarşik anlamda maaşlar arasındaki makasın makul bir seviyeye çekilerek, herkesin kabul edebileceği normlar çerçevesinde düzenlenmesiyle mümkün olacaktır. Ancak eşit işe eşit ücret getirmesi ve kamuda ücret adaleti sağlanması amacıyla hayata geçirildiği belirtilen 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ne yatay ücret adaleti ne de dikey ücret adaleti tam olarak sağlanabilmiştir. Ücret adaleti, çok yönlü bir unsurdur ancak ilgili kanun hükmünde kararname ile farklı kurumlarda emsali bulunan unvanlarda çalışan kamu görevlilerinin maaşları ek ödeme yoluyla eşitlenmiş, kamu görevlilerinin büyük çoğunluğunu oluşturan öğretmen, din görevlisi, hekim dışı sağlık personeli, polis, subay, ast subay, profesör, doçent, yardımcı doçent, araştırma görevlisi, Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Kurumu çalışanları gibi birçok kamu görevlisi görmezden gelinerek bu personele herhangi bir artış yapılmamıştır. Ayrıca 399 sayılı Kanun Hükmünde Kararname eki II sayılı cetvele tabi olarak çalışan personelin de ek ödeme oranları aynı kalmıştır. Bu yolla, kamuda istihdam edilen personelin yaklaşık %60'ına hiçbir artış yapılmayarak bir mağduriyet doğurulduğu gibi öğretmen, öğretim görevlisi, profesör, din görevlileri, sağlık görevlileri gibi son derece önemli ve kutsal görevler ifa eden kamu çalışanları, en düşük maaş alan kesim haline getirilmiştir. Öyle ki bir müsteşarın ek ödeme miktarında 759 TL, genel müdür yardımcısının ek ödeme miktarında 722 TL artış yapılmıştır. Ayrıca üst düzey kamu personelinin maaş ve tazminat sistemi değiştirilerek, ücretlerinde başkaca artışlara da gidilmiştir. Diğer bazı personele de sınırlı da olsa getirilen artışlar memnuniyet verici olsa da Eğitim Öğretim hizmetleri Sınıfında ve aynı derecedeki öğretmen, öğretim görevlisi, profesör, Din Hizmetleri Sınıfındaki din görevlisi, Sağlık Hizmetleri Sınıfından hekim dışı sağlık personelinin, Maliye Bakanlığı, Sosyal Güvenlik Bakanlığı gibi kurumlarda çalışan personelin ücretlerinde hiçbir artış olmamıştır. Böylelikle ek ders ücreti almayan bir öğretmenin maaşı 1600 TL dolayında bırakılarak, kamudaki en düşük maaş seviyelerine düşürülmüştür. Ayrıca en yüksek artışlar, daire başkanı ve üstü unvanlara yapılmış; bu kesimde görev yapanların ücretlendirme sistemi değiştirilerek, düşük maaş alan memurlarla yüksek maaş alanlar arasındaki makas daha da açılmıştır. Toplu görüşmelerin başladığı 2002 yılında en yüksek maaşla en düşük maaş arasındaki fark (ek ödemeler hariç) 8,5 kat iken; mücadelemiz sonucunda, 2011 yılına gelindiğinde bu makas 4,2 kata kadar düşürülmüştü. 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen ücretlendirme ve ek ödeme sistemi sonucunda bu makas yeniden 5,8 kata çıkarılmıştır. Avrupa'da ortalama 2 ile 4 kat arasında değişen bu makasın ısrarla açılmak istenmesindeki niyetin adilane olmadığı inancını taşımaktayız. Oysa ücret adaletinin temel özelliklerinden bir tanesi de sistemin kendi içerisinde dengeli olması ve dikey adaletin sağlanmasıdır. Kurumların teşkilat kanunlarında ve diğer farklı mevzuatlarda öngörülen ikramiye, maktu fazla çalışma ücreti gibi ödemeler, 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname uyarınca 15.01.2012 tarihi itibarıyla sona erdirilmektedir. Bu açıdan bakıldığında bazı unvanların ek ödeme oranlarında yüksek artışlar yapılmış gibi görülürken, aslında kesilen fazla mesai, ikramiye, tazminat gibi ödemeler nedeniyle hak kaybı yaşanacak, ücret artışı ya hiç olmayacak ya da sınırlı kalacaktır. Bir tarafta ücretlerinde hiç artış yapılmayan hatta ücretleri azaltılan kamu görevlileri bulunurken, diğer tarafta ücretleri yüksek oranlarda artacak kamu görevlilerinin varlığı, çalışma barışının bozulmasına yol açabilecek bir olumsuzluk oluşturmuştur. Bununla birlikte Türkiye Kamu-Sen Konfederasyonu olarak ısrarla üzerinde durduğumuz, kamu görevlilerine yapılan tüm ödemelerin emekliliğe sayılması ve bu şekilde emekli maaşlarının düşük kalmasının önüne geçilmesi konusunda bir çalışma yapılmamıştır. Bu noktada ek ödemelerden damga vergisi hariç hiçbir kesinti yapılmayacak olması, bu ödemelerin emekliliğe yansımayacağı ve kamu görevlilerimizin emekliliklerinde mağduriyet yaşayacağı anlamı taşımaktadır. Kaldı ki, bu uygulama ile bir daire başkanının ücretinin yaklaşık %45'i, en düşük dereceli bir memurun ise maaşının yaklaşık %30'u emekli keseneği dışında bırakılmakta ve kamu görevlilerimiz emekliliklerinde büyük bir gelir kaybına uğratılmaktadır. Böyle bir durumda, kamu görevlileri asla emekli olmak istemeyecekler; idare de rotasyona tabi tutmak, geçici görevlendirme yapmak gibi farklı dayatma ve baskılarla kamu görevlilerimizi emekliliğe zorlayacaktır. Siyasetçiler tarafından tüm kamu görevlileri için iller arası rotasyon getirileceğine dair yapılan açıklamalar, bu düşüncenin en açık göstergesidir. Bütün bunların ötesinde TBMM açıkken, milletin tercihi ile yasama görevini ifa etmek üzere seçilmiş milletvekilleri görevleri başındayken, kamu kurumlarının teşkilat kanunları, kamu görevlilerinin maaş sistemleri, kamu istihdam mantığı gibi kamu yönetiminin en temel esaslarının, kanun hükmünde kararnameler yoluyla, ferman çıkartılır gibi, millet iradesini yok sayarak, sendikaları görmezden gelip sosyal diyalogu baltalayarak, meclisin yasama işlevini ortadan kaldırarak değiştirmek, demokrasiye vurulan büyük bir darbe olmuştur. Görüldüğü üzere kamuda ücret adaletini sağlamak için hazırlandığı iddia edilen 666 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile getirilen sistem, başta öğretmen, öğretim görevlileri, sağlık personeli, askerler ve Din Hizmetleri Sınıfında çalışanlar olmak üzere, kamuda çalışanlar açısından yeni adaletsizlikler ve mağduriyetler doğurmuştur. Adalet, devletin temeli olarak ancak varlığı da yokluğu da paylaşmakla tecelli edecektir. Bir kesimin ihya edilip bir başka kesimin ihmal edildiği bir sistemin adalet getirmesi mümkün değildir. Yapılan düzenlemenin eşit işe eşit ücret getirmesi, en düşük ortak paydada değil; ancak kimseyi hak kaybına uğratmadan gerçekleşmesi ile sağlanacaktır. Bunun için de yapılacak düzenlemelerin muhataplarından kaçırılmadan, yasama, denetleme ve yargı sistemi işletilerek, ortak çalışmalar yapılarak hayata geçirilmesi gerekmektedir. MEMURUN MESAİ SAATİNDE YENİ DÜZENLEME PLANINI MEMUR NASIL KARŞILIYOR? Türkiye, çalışma süreleri bakımından, dünyanın önde gelen ülkelerinden biridir. Türkiye'de TÜİK ve ILO verilerine göre haftalık kişi başına fiili çalışma süresi 45,5 saattir. Avrupa Birliği Yaşama ve Çalışma Koşullarını Geliştirme Vakfı'nın yaptığı bir araştırmaya göre ise, Türkiye'de çalışma süresi haftalık 61 saati bulmaktadır. Bunun yanında gerek kamu kesiminde, gerekse özel kesimde çalışanlar; ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlar bir tehdit unsuru olarak gösterilerek, fazla mesai yapmaya zorlanmaktadırlar. Üstelik bu fazla mesailer yasal sürelerin üzerinde olduğundan fazla çalışmadan kaynaklanan mesai ücretleri çalışanlara tam olarak ödenmemektedir. Ülkemizde işsizlik en büyük toplumsal sorun durumuna gelmişken, çalışma sürelerinin artırılması, memurların hafta sonları da çalıştırılmak istenmesi büyük bir çelişki arz etmektedir. Kaldı ki; zaten, imamlar, doktorlar, demiryolu, havayolu ve karayolu çalışanları gibi pek çok kamu çalışanı gece-gündüz demeden hafta sonları ve bayram tatillerinde bile çalışmaktadırlar. Öte yandan dünyanın bir çok ülkesinde çalışma sürelerinin azaltılması ve fazla mesailerin kaldırılması ile yeni istihdam imkanları yaratılmaya çalışılmaktadır. Bilindiği gibi Avrupa'nın birçok ülkesinde haftalık çalışma süresi 35 saate indirilmiştir. Fransa, haftalık çalışma süresini 43 saatten 35 saate indirerek yaklaşık 650 bin kişiye iş imkanı sağlamıştır. Ayrıca; ülkemiz çalışma şartları açısından hala ILO normlarının gerisinde kalmakta, her yıl yapılan toplantılarda bu nedenle eleştirilmektedir. Hal böyle iken getireceği uygulamalar ve yeniliklerle özel sektöre de örnek teşkil etmesi gereken kamunun, çalışma sürelerini artırmayı ve hafta sonu da çalışmayı ülkemiz gündemine taşımasını manidar bulmaktayız. Gelişmiş ülkelere bakıldığında gerek, sosyal yaşam gerekse istihdam imkânları yaratması için çalışma süreleri sürekli azaltılırken, hemen her konuda Avrupa'yı örnek aldığını beyan eden ve AB'nin her talimatını emir telakki ederek uygulamaya koyan siyasilerin, çalışma sürelerini artırma gayretlerinin altında yatan gerçekleri açıklamalarını bekliyoruz. Biliyoruz ki; bu tarz çabaların altında kamu hizmetlerinin özelleştirmeye ve dolayısıyla uluslar arası sermayeye açılması planları yatmaktadır. Yapılmak istenilen düzenleme ile kamuda istihdam şekillerinin ve çalışma sürelerinin uluslar arası sermayenin taleplerine uygun olarak düzenlenmesi öngörülmektedir. Gelişmiş bütün ülkelerde çalışma süreleri azaltılırken, Türkiye'de yükseltilmesi, ülkemizin ucuz işgücünü köle gibi kullanmayı amaçlayan küresel sermayeye hizmetten başka bir şey değildir. Böyle bir girişim, kamudaki reform çalışmalarıyla birlikte düşünüldüğünde, kamu hizmetini görenlerin, özel sektör ve küresel sermaye sahiplerinin taleplerine uygun bir istihdam sistemi ile idare edilmesinin yolunu açacak, çalışanları tamamen köleleştirecek, küresel bir adaptasyon çalışması olduğu göze çarpmaktadır. Bununla birlikte Cumartesi günü çalışma uygulamasının yaygınlaşmasıyla, memurlarımızın sosyal hayatı yok edilecek, trafik karmaşası hafta sonlarına yayılarak yakıt sarfiyatı artacak, özellikle alış veriş merkezlerindeki ticaret azalacak, turizm sektörü zarar görecektir. Bununla birlikte kurumlarda elektrik, su, bilgisayar gibi araç gereç kullanımı artacağından Cumartesi çalışması yeni sosyal ve ekonomik maliyetleri de beraberinde getirecektir. Arzumuz, işçi memur ayrımı yapılmaksızın, insanca yaşama yetecek düzeyde ücret alan ve kendisine, çevresine ve ailesine insanca yaşama yetecek zamanı ayırabilen bir çalışan görmektir. ROTASYONUN MEMURA ETKİSİ Her gün kamu görevlileri ve kamu yönetimi ile ilgili kapalı kapılar ardında hazırladıkları düzenlemelere bir yenisini ekleyen hükümet, şimdi de iller arası rotasyon uygulamasıyla, memurları tedirgin etmeyi ve tam olarak siyasi tahakkümleri altına almayı hedefliyor. Hatırlanacağı gibi Milli Eğitim Bakanlığı müfettişlerine iller arası rotasyon getirilmiş ve birçok karmaşaya, haksızlığa ve mağduriyete sebep olmuştu. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı'nın Bursa'da yaptığı açıklama ile bu karmaşanın ve mağduriyetin tüm memurlar arasında hakim kılınmak istendiği göze çarpıyor. İller arası rotasyon uygulamasıyla emekliliğe zorlanan memurlar, parçalanmış aileler ve sürgün edilen memurlar göreceğimiz aşikâr. Türkiye Kamu-Sen olarak, malum konfederasyon uyur ve memurlarımızı da uyutmaya çalışırken, tüm kamu görevlilerini bir kez daha tehlikenin boyutlarının farkına vararak, kazanılmış haklarına sahip çıkmaya davet ediyoruz. Röportaj: Tuğba Karagülle / Samanyoluhaber.com
<< Önceki Haber Memurlar hükümete çok sert çıktı! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER