Asimetrik psikolojik provokasyon

Kürt sorununun çözümüne yönelik 1990'da başlayan sivil girişimler, her seferinde kanlı eylemlerle provoke edildi. Reşadiye'de 7 askerimizin şehit edildiği hunharca saldırı ve sokakları ateşe veren KCK eylemleri, aynı filmin yeni çekimleri.

Asimetrik psikolojik provokasyon

Türkiye ne zaman Kürt meselesiyle ilgili köklü çözüm arayışlarına girse süreç kanlı eylemler ve provokasyonlarla kesiliyor. Yakın tarihimiz, bu kanlı rant kavgasının senaryolarıyla dolu. Şimdi de benzer bir süreçten geçiyoruz. Umutlu başlayan 'demokratik açılım' süreci, devreye sokulan provokasyonlarla neredeyse kilitlenme noktasına getirildi. Türkiye'nin doğusu ve batısı eş zamanlı eylemlerle karıştı. Aktörlerin kimlikleri üzerinden bir çıkarım yapmak için erken olabilir. Bugün PKK adına sokakları cehenneme çevirenlerin yıllar sonra farklı bir kimlikle toplumun karşısına çıkmayacağının garantisini kimse veremez. Bir paşanın karşısında selam durduğu fotoğrafla gündeme gelen Ergenekon sanığı Kuvay-ı Milliye Derneği Genel Başkan Yardımcısı Durmuş Ali Özoğlu'nun 1991'de PKK adına molotofkokteyli atarken gözaltına alındığı ortaya çıkmıştı. Bu tecrübe, bugün ülkenin doğusu ile batısını karıştıran unsurun aynı kaynaktan beslendiğinin en çarpıcı örneklerinden biri. Tokat'ta yaşanan ve 7 askerimizin şehit olduğu kanlı saldırı en çok 'demokratik açılım' karşıtlarının işine yaradı. Bu menfur hadiseyi, açılımın tamamen rafa kaldırılması için bir fırsata dönüştürme arayışlarına girenler oldu. Saldırının zamanlaması da bu kirli hesapların en güçlü göstergelerinden biri. Zira yakın tarihimizde pek çok çözüm arayışı benzer eylem ve yöntemlerle sabote edildi. Yaşanan son olayla birlikte biz de Kürt meselesiyle ilgili yakın tarihimizde devreye sokulan çözüm hamleleri ve provokasyonları kronolojik bir mantık içinde tahlil etmeye çalıştık. İLK ARAYIŞLAR Kürt sorununa sivil çözüm önerileri 1990'dan itibaren konuşulur hâle geldi. Asıl tartışma ve süreç 1991'de başladı. PKK ise bu süreçte yeni bir strateji geliştirdi. Terör örgütü, Mayıs 1990'da gerçekleştirdiği 2. konferansında kitlesel boyutlu eylemlerin hızlandırılması ve silahlı faaliyetlerin kırdan şehre doğru yayılması kararı aldı. Aynı süreçte önemli bir suikast gerçekleşti. Eski MİT Müsteşar Yardımcısı Hiram Abas, 26 Eylül 1990'da ilk sivil MİT Müsteşarı olma hayaline kavuşamadan öldürüldü. Turgut Özal'a yakınlığıyla bilinen Abas, Kürt meselesinin sivil çözümünden yanaydı. 30 Ocak 1991'de etkili bir suikast daha kayıtlara geçti. Başbakanlık Başmüşaviri emekli Korgeneral Hulusi Sayın öldürüldü. 1989'a kadar OHAL Asayiş Birlikleri Kolordu Komutanlığı görevinde bulunan Sayın, Kürt meselesinin sadece askerî yöntemlerle çözülemeyeceği fikrini savunuyordu. KUZEY IRAKLI LİDERLER DEVREDE Türkiye, Kuzey Iraklı liderleri ilk kez 1991'de muhatap aldı. 12 Mart 1991'de Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Celal Talabani'yle Çankaya Köşk'ünde görüştü. Özal'ın Kürt sorununu çözmek için geniş bir federasyon modeli düşündüğü, af çıkarılmasını istediği ileri sürüldü. 5 Mart 1991'de Talabani ve Mesut Barzani'nin temsilcisi ile MİT Müsteşarı Teoman Koman, Ankara'da bir araya geldi. Irak Kürtleri, PKK'ya karşı Türkiye'yle ortak hareket etme kararı aldı. 26 Mart 1991'de Talabani, Der Spiegel'e yaptığı açıklamada, Özal'ın kendisine 'Kürtlere özerklik vereceğini' söylediğini iddia etti. Özal'ın Kürt meselesiyle ilgili sivil çözüm önerilerini yüksek sesle kamuoyuna duyurmaya başladığı dönemde Güneydoğu'dan sansasyonel bir suikast haberi geldi. Kamuoyunda etkinliği olan HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın, 5 Temmuz 1991'de polis kimlikli kişiler tarafından alınarak öldürüldü. Cenazesinde de kalabalığın üzerine ateş açıldı, Diyarbakır savaş alanına döndü. JİTEM adının karıştığı bu cinayet Kürt sorunundaki en büyük provokasyonlardan biri olarak görülüyor. Ancak Özal yine de geri adım atmadı. 14 Ekim 1991'de Güneydoğu gezisinden dönen Turgut Özal, havaalanında şu açıklamayı yaptı: "Kürt meselesini mutlaka çözeceğim. Bu benim milletime yapacağım son hizmetim olacaktır." MECLİS'TE YEMİN KRİZİ Özal'ın bu kararlı açıklamasının üzerinden çok geçmeden yeni bir gerginlik oluştu. 20 Ekim 1991'deki genel seçimlerde Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle gibi isimlerin aralarında bulunduğu Kürt milletvekilleri Meclis'e girdi. 6 Kasım 1991'de DEP'li milletvekillerinin Meclis'te 'Kürtçe yemin' etmek istemesi süreci provoke etti. Talimatın Öcalan'dan geldiği, Ergenekon soruşturmasında ele geçirilen belgelerde ortaya çıktı. Özal yine de geri adım atmadı. Sorunun şiddetle çözülemeyeceğinden hareketle diyalog ortamını 1992'de de yoklamaya devam etti. Ocak 1992'de Cumhurbaşkanı Sözcüsü Kaya Toperi ve başyaveri kurmay Albay Arslan Güner'e 10 sayfalık bir Kürt raporu hazırlattı. Raporda, "Karşılaştığımız sorunun, basit bir terör olgusunun çok ötesinde olduğu aşikârdır." deniyordu. Özal, 1992 Mart'ının ilk haftasında Çankaya Köşkü'nde DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan'la görüştü. Sakık, Özal'ın bu görüşmede "Genel af çıkarıp sorunu kökünden çözeceğim." dediğini aktardı. Cumhurbaşkanı Özal; Kaya Toperi ve Arslan Güner'in hazırladığı rapordaki tespitleri 13 Mart 1992 tarihli MGK'da gündeme getirdi ve genel af da dâhil siyasi ve sosyal çözümlere değindi. Aynı dönemde PKK ve derin güçler cephesi şiddet eylemlerini had safhaya çıkardı. PKK, 1992'de bölge halkını kışkırtarak Nevruz kutlamalarını kitlesel ayaklanmalara dönüştürmeye çalıştı. Mart 1992'de Türkiye tarihinin en kanlı Nevruz'unu yaşadı. İki günde resmî kayıtlara göre 57, sivil toplum örgütlerine göre ise 113 kişi öldü. KAHVECİ RAPORU Toperi ve Güner'in raporunu yetersiz bulan Turgut Özal, ANAP Milletvekili Adnan Kahveci'yi yeni bir rapor hazırlaması için görevlendirdi. Kahveci, Güneydoğu'da bir süre inceleme yaptıktan sonra "Kürt sorunu nasıl çözülmez" başlıklı bir rapor hazırladı. Mayıs 1992'de Özal'a sunulan raporda şu satırlar dikkat çekiciydi: "Askerî çözümle hiçbir ülke çözüme ulaşamamıştır. Bugün Kürt sorunu siyasal bir kriz hâlini almıştır. Çözüm için cesur siyasal adımlara ihtiyaç vardır. Bu nedenle Kürt realitesi, Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek Kürtlerin siyasal hakları verilmelidir. Bu durum Türkiye'de demokrasiye ufuklar açmakla kalmayıp PKK gibi terör örgütlerine olan halk desteğini de ortadan kaldıracaktır." Kahveci, bir yıl sonra şüpheli bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Adnan Kahveci'nin raporu, 27 Ağustos 1992 tarihli MGK toplantısında tartışıldı. Özal, MGK'da TRT GAP kanalından Kürtçe yayını savundu. Kürtçe eğitimin serbest bırakılması gerektiğini söyledi ve "Ben karşıyım ama federasyonu bile tartışmalıyız." dedi. PROVOKASYONLAR YENİDEN BAŞLIYOR Kahveci'nin Özal'a sunduğu raporun kamuoyuna yansıyıp gazetelerde yer aldığı Mayıs 1992'den itibaren şiddet eylemleri had safhaya çıktı. 11 Haziran 1992'de Bitlis'in Tatvan ilçesinde köy minibüsü durdurularak 13 kişi kurşuna dizildi. 27 Haziran 1992'de Silvan'ın Yolaç köyünde cami cemaati kurşuna dizildi. 10 kişi öldürüldü. 18 Ağustos 1992'de Şırnak'ta olaylar çıktı. Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin, olayı, "300 PKK'lının şehri bastığı bir isyan" olarak nitelendirmişti. Oysa PKK, eylemi reddediyordu. İl merkezinde 3 gün süren olaylarda kent neredeyse harabeye döndü. Ölü ve yaralılar konusunda muhtelif sonuçlar açıklandı. 5 Eylül 1992'de Bingöl-Genç karayolunda çeşitli araçlardan indirilen 7 kişi öldürüldü. 13 Eylül 1992'de Şemdinli'de jandarma karakoluna yapılan saldırıda 15 er şehit oldu. 15 Eylül 1992'de Batman'ın Kozluk ilçesinde bir minibüsün bombalanması sonucu 10 kişi öldü. 29 Eylül 1992'de Irak sınırında Derecik Jandarma Karakolu'na yapılan saldırıda 27 asker şehit oldu. 1 Ekim 1992'de Bitlis'in Cevizdalı köyünde 30 kişi öldürüldü. Derin güçler bu süreçte Kürt kesimini de derinden sarsacak bir provokasyon eylemi gerçekleştirdi. 72 yaşındaki Yazar Musa Anter, 20 Eylül 1992'de Diyarbakır'da öldürüldü. UĞUR MUMCU CİNAYETİ Ocak 1993'te Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın önüne bir rapor daha geldi. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri emekli Orgeneral Kemal Yamak tarafından hazırlanan raporda, "Bu mücadelenin sadece asker ve güvenlik güçleri ile yapılması, hem yetersiz hem yanlış hem de noksan bir uygulamadır." deniyordu. Bu sırada gazeteci Uğur Mumcu, 24 Ocak 1993'te uğradığı bombalı saldırı sonucu öldürüldü. Mumcu, öldürülmeden önce PKK-devlet ilişkisini irdeleyen bir kitap üzerinde çalışıyordu. 17 Şubat 1993'te Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis şüpheli bir uçak kazasında hayatını kaybetti. Bitlis vefatından bir hafta önce Suriye, İran ve Irak dışişleri bakanlarıyla PKK'nın bitirilmesi için görüşmeler yapmıştı. Bitlis, PKK ile mücadelede diplomasi ve sosyo-ekonomik tedbirlere ilişkin görüşleri ile biliniyordu. ANAP, Şubat 1993'te Güneydoğu'daki faili meçhulleri araştırmak üzere bir heyet oluşturdu. Eyüp Aşık başkanlığındaki 6 milletvekili tarafından yapılan incelemeler sonrasında 24 Şubat 1993'te Aşık basına şunları söyledi: "Son bir yılda bölgede 600 faili meçhul cinayet işlenmiştir. Vatandaş, PKK-Hizbullah ve güvenlik güçleri arasında ezilmektedir." 33 ER OLAYI Cumhurbaşkanı Özal, Mesut Yılmaz'ın 15 Haziran 1991'de ANAP Genel Başkanlığı'na seçilmesinden sonra partiyi yönlendiremiyordu. O nedenle projelerine parlamentodan destek bulamıyordu. 20 Ekim 1991'de yapılan genel seçimlerde de DYP birinci parti olmuş, başbakanlık Süleyman Demirel'e geçmişti. Özal, ölümünden 2 ay önce Şubat 1993'te Demirel'e Kürt sorununun çözümüne ilişkin önerileri içeren bir mektup gönderdi. Mektupta sorunun çözümüne yönelik siyasi ve sosyal öneriler sıralanıyordu. PKK, 23 Mart 1993'te tek taraflı ateşkes kararı aldı. Kararın alınmasında Cumhurbaşkanı Özal'ın perde arkasından Cengiz Çandar-Celal Talabani ikilisiyle yürüttüğü temaslar etkili olmuştu. Özal, Kürt sorununu çözme projesini hayata geçiremeden 17 Nisan 1993'te vefat etti. Özal'ın vefatından sonra Cumhurbaşkanlığı koltuğuna Süleyman Demirel, Başbakanlık koltuğuna Tansu Çiller oturdu. PKK'nın aldığı ateşkes kararından sonra Bakanlar Kurulu, 25 Mayıs 1993'te PKK'ya yönelik genel af gündemiyle toplanacaktı. Bir gün önce 24 Mayıs 1993'te Bingöl'de 33 asker şehit edildi. Askerlerin silahsız ve korumasız olması, PKK'nın önceden istihbarat bilgisi alması akıllarda soru işaretleri bıraktı. Bu eylemden sonra af tasarısı rafa kalktı. BASK MODELİ TARTIŞMASI 1993-96 arasında 50, 51 ve 52. hükûmetlerde üç kez Başbakanlık koltuğuna oturan Tansu Çiller, Kürt meselesiyle ilgili 5 kez konuştu. Her 5 konuşmada da fırtınalar kopardı. Başbakan Çiller, Haziran 1993'te Kürtçe televizyon ve Kürtçe seçmeli dersi gündeme getirdi. Cumhurbaşkanı Demirel'den anında cevap geldi: "Terör konusu çözülmeden kültürel hiçbir mesele tartışmaya açılamaz." 15 Haziran 1993'te Bitlis Kayabaşı ve Bingöl Üçpınar köylerinde toplam 9 vatandaş roketatarlı saldırıyla katledildi. 1993 yılı farklı provokasyonlara da sahne oldu. 2 Temmuz 1993'te Sivas katliamı yaşandı. 6 Temmuz 1993'te Başbağlar katliamı gerçekleştirildi. Başbağlar, PKK eylemi olarak kayıtlara geçti. Ancak Sivas olayı sonrasında derin güçler tarafından sipariş edilen eylemlerden biri olduğu iddiaları gündeme geldi. 4 Ağustos'ta Bitlis'in Mutki ilçesinde otobüs tarandı, 15 kişi öldürüldü. JİTEM adı ön plana çıkmaya başladı. Tansu Çiller, 10 Ekim 1993'te Avrupa Konseyi toplantısı için bulunduğu Viyana'da basına "İspanya tecrübesinden (Bask modeli) biz de yararlanacağız." dedi. Demirel, 11 Ekim 1993'te anında yanıtladı: "Çözümü İspanya'da arama!" Çiller'in açıklamasından yalnızca iki hafta sonra Diyarbakır'ın Lice ilçesinden dumanlar yükseliyordu. Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın, 22 Ekim 1993'te Lice Tugay Komutanlığı bahçesinde alnından vurularak öldürüldü. Tuğgeneral'in şehit edilmesi üzerine başlatılan operasyonda Lice'nin üzerini siyah dumanlar kapladı. Bilanço ağırdı: 30 ölü, çok sayıda yaralı, 74 gözaltı, 400 ev ve iş yerinde ağır hasar... PKK, çok sansasyonel bir eylem olmasına rağmen Bahtiyar Aydın cinayetini hiçbir zaman üstlenmedi. Bir PKK itirafçısı yıllar sonra yaptığı açıklamalarda Aydın cinayetinin arkasında JİTEM olduğunu iddia etmişti. Olaylardan sonra Başbakan Çiller'in Lice'ye yapmak istediği gezi askerî kanattan gelen, 'güvenlik sorunu' ikazı üzerine iptal edildi. YA BİTECEK YA BİTECEK! Bu gelişmelerden sonra 27 Ekim 1993'te daha önce Kürtçe yayından, Bask modelinden söz eden Tansu Çiller birden şahinleşti: "Ya bitecek ya bitecek!" Çiller'in Kürt meselesiyle ilgili en talihsiz iki açıklamasından biri bu konuşmasından hemen sonraydı. 31 Ekim'de, "Terörün dıştaki ve içteki kaynaklarını kurutacağız." diyen Çiller, 3 Kasım 1993'te İstanbul Holiday Inn Oteli'nde şu açıklamayı yaptı: "Elimizde PKK'ya yardım eden 60 Kürt iş adamının listesi var. Devlet, PKK ile olduğu gibi PKK'ya mali destek sağlayanlarla da her biçimde mücadele edecektir." Bu açıklamadan sonra 24 Ocak 2004'te Behçet Cantürk'ün öldürülmesi ile başlayan süreçte ünlü Kürt iş adamları teker teker infaz edildi. PKK ile mücadele adına yapılan kanunsuzlukları ve uyuşturucu ticareti gibi yasa dışı faaliyetleri mahkemede açıklayacağını söyleyen eski Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı emekli Binbaşı Ahmet Cem Ersever, duruşma için gittiği Ankara'da öldürüldü. Cesedi 4 Kasım 1993'te bulundu. 20 Kasım 1993'te ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz, ANAP milletvekillerinin hazırladığı Kürt raporunu kamuoyuna açıkladı. Raporun öncelikli maddesinde "OHAL acilen kaldırılmalıdır" deniyordu. Ancak askerin tutumu silahlı mücadelenin derinleştirilmesinden yanaydı. Ocak 1994'te ikinci büyük sınır ötesi operasyon olarak bilinen Zeli Operasyonu yapıldı. 1994'ün bahar aylarında siyasi atmosferi yerel seçimler belirledi. Aynı süreçte PKK da yeni eylem stratejileri belirledi ve şehir merkezlerindeki kitlesel eylemlere yöneldi. 12 Şubat 1994'te İstanbul Tuzla'da patlatılan bomba sonucunda Tuzla Piyade Okulu'nda eğitim gören 5 yedek subay şehit oldu. DEP MİLLETVEKİLLERİ HAPİSTE Parti liderleri seçim yaklaştıkça söylemlerini giderek sertleştirdi. Tansu Çiller, 1994'ün bahar aylarında miting meydanlarında, Kürt meselesiyle ilgili beşinci konuşmasında sarf ettiği sözlerle Türkiye'yi içeride ve uluslararası kamuoyunda çok uğraştıran bir süreci başlattı. Çiller eline geçirdiği her mikrofonda, "PKK'yı Meclis'ten atacağız!" diyordu. Yerel seçimlere bir aydan az zaman kala, 1 Mart 1994'te DEP milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı. Leyla Zana, Hatip Dicle, Sırrı Sakık, Ahmet Türk, Orhan Doğan ve Mahmut Alınak Meclis'ten yaka paça hapse götürüldü. O dönemde Çiller'in başdanışmanı olan Yalım Eralp, yıllar sonra (24 Nisan 2004'te) basına verdiği demeçte, "Çiller, oy almak için DEP'lileri cezaevine gönderdi." diyecekti. Ankara DGM Savcılığı, Haziran 1994'te milletvekilleri hakkında TCY'nin 125. maddesi uyarınca dava açtı. 452 sayfalık iddianamede milletvekillerinin "vatana ihanet ettikleri, Türkiye'yi bölmeye çalıştıkları ve PKK ile bağlantıları olduğu" iddiasıyla ölüm cezasına mahkûm edilmesi istendi. Bu arada, Anayasa Mahkemesi, 16 Haziran 1994'te DEP'i kapattı. 8 Aralık 1994'te sonuçlanan Ankara DGM'deki davada ise DEP'li milletvekilleri 15'er yıl hapis cezasına mahkûm oldu. 7 Nisan 1994'te Almanya, NATO anlaşmaları çerçevesinde verdiği silahların Güneydoğu'da sivil halka karşı kullanıldığı gerekçesi ile Türkiye'ye silah ambargosu koydu. Bir taraftan da OHAL sürecinin derinleştirilmesi için eylemler tertipleniyordu. 4 Ağustos 1994'te Lice'de 108 ev, 2 kahvehane ve bir dükkân yakıldı. 70 yaşında bir kişi öldürüldü. SABANCI SUİKASTI 1995'in gündeminde ise genel seçimler vardı. Bir önceki yıl yapılan yerel seçimlerde birinci parti olan Refah Partisi, genel seçimlerin de favorisiydi. RP, özellikle "Güneydoğuda ekonomik kalkınma hamlesi" parolası ile ön plana çıkıyordu. Bu gelişmeden sonra PKK, 08-28 Ocak 1995 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 5. kongresinde yoğun teröre dönüş ve kentlerde terör eylemleri kararı aldı. 19 Mart 1995'te Tunceli'den Ovacık ilçesine giden 50 araçlık askerî konvoy saldırıya uğradı. 18 asker şehit oldu. 10 asker yaralandı. İstanbul ise aynı dönemde Gazi Olayları ile karıştı. Çok sayıda sivil öldü. Siyasi partilerin seçim programlarında ve hazırladıkları raporlarda Kürt meselesine ilişkin problemlerin çözümünde ilk sıraları ekonomik ve sosyal tedbirler ile OHAL'in kaldırılması alıyordu. Ancak askerî kanadın tutumu farklı yöndeydi. 21 Mart 1995'te o döneme kadar Kuzey Irak'a yönelik en kapsamlı sınır ötesi harekât olan Çelik Operasyonu başlatıldı. Operasyonun PKK'yı tamamen bitireceği belirtilmişti. PKK, Çelik Operasyonu ile bitmedi; ancak örgüt 15 Aralık 1995'te tek taraflı ateşkes ilan etti. 1995'in sonuna doğru yapılan genel seçimlerde Refah Partisi 158 milletvekili ile birinci parti oldu. Bu süreçte bir dizi provokasyon yaşandı. 8 Ocak 1996'da Gazeteci Metin Göktepe öldürüldü. 9 Ocak 1996'da Sabancı suikastı yaşandı. Sabancı Holding Yönetim Kurulu üyesi Özdemir Sabancı, Haluk Görgün ve Nilgün Hasefe, Sabancı Center'ın 25. katında susturucu takılmış tabancayla öldürüldü. Sabancı Grubu'nun 1995'te Kürt sorunu üzerine hazırlattığı raporda "Bu sorunu sadece fabrika kurarak çözemeyiz." deniliyordu. PKK ateşkesinin üzerinden tam bir ay geçmişken, 15 Ocak 1996'da Şırnak Güçlükonak katliamı yaşandı. 11 kişinin öldürüldüğü olay, resmî kaynaklarca PKK eylemi olarak açıklandı. Ancak çok geçmeden ortaya farklı bir tablo çıktı. PKK olayı üstlenmedi, iddialar JİTEM üzerine yoğunlaştı. Güçlükonak davası yıllar sonra Türkiye'yi AİHM'de mahkûm ettirdi. PKK, 1-15 Mayıs 1996 tarihleri arasında gerçekleştirdiği 5. konferansında intihar eylemlerinin geliştirilmesini kararlaştırdı. 22 Haziran 1996'da Diyarbakır'da yayın yapan Söz TV stüdyoları ve aynı binada bulunan Altındağ Dinlenme Tesisleri uzun namlulu silahlarla tarandı. 6 kişi öldü, 14 kişi de yaralandı. REFAH DÖNEMİ 26 Haziran 1996'da RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, DYP ile kurduğu Refah-Yol hükûmetinde başbakan oldu. Hükûmet kurar kurmaz da Güneydoğu'ya ilişkin projeleri açıkladı. Erbakan, 'teröre karşı ekonomik kalkınma' sloganı ile harekete geçti. Ekonomik önlemler ve yeni atılım projelerini kapsayan raporlar hazırlattı. Raporlarda, geniş vergi muafiyeti, kredi ve sübvansiyonlarla bölgedeki ticaret ve iş ortamının geliştirilmesi, OHAL'in kademeli olarak kaldırılması, PKK'ya yardım ve yataklık edenlere yönelik affın kapsamının genişletilmesi başlıca açılımlardı. (Erbakan, 1994-1997 arasında tam 10 tane Kürt raporu hazırlattı. RP'nin ilk Kürt raporunun tarihi ise daha eski. 1991'de dönemin RP İstanbul İl Başkanı Recep Tayip Erdoğan bir rapor hazırlattı. Erdoğan'ın Mehmet Metiner'e hazırlattığı 18 Aralık 1991 tarihli raporda, "Kürtlere ilişkin resmî ideolojinin iflas ettiği, Kürt sorununun 1980 darbesi ile yeniden inkâr edilmeye başladığı" iddiaları yer alıyordu. Erbakan'ın 1996'da Diyarbakır Milletvekili Ömer Vehbi Hatipoğlu'na hazırlattığı ikinci raporda ise OHAL kapsamındaki illerin afet bölgesi olarak kabul edilmesi önerilerek "Olayın silahla çözümlenebileceğini varsaymak yanlıştır." deniliyordu. Ancak hükûmet baskılara fazla direnemedi ve 30 Temmuz 1996'da OHAL ve Çekiç Güç'ün görev süresi uzatıldı. 25 Ekim 1996'da Adana Emniyet Müdürlüğü'ne bağlı Çevik Kuvvet binasının önünde gerçekleştirilen bombalı intihar saldırısında 3'ü polis 4 kişi şehit oldu. 12 kişi yaralandı. Erbakan'ın Güneydoğu hamlesi, özellikle DSP'nin bu raporlara 'din' üzerinden yaptığı eleştiriler ve RP Milletvekili Fetullah Erbaş'ın PKK tarafından kaçırılan askerleri teslim alması ile sekteye uğradı. 14 Haziran 1995'te PKK'nın Şemdinli Ortaklar Karakolu'na yaptığı ve 15 askerin şehit olduğu baskında kaçırılan 8 er, 18 ay sonra Erbaş tarafından Kasım 1996'da teslim alındı. Erbaş'ın bu hareketi özellikle basında neredeyse vatan hainliği olarak lanse edildi. Oysa Erbaş'ın yaptığı şey terör örgütü tarafından kaçırılan askerleri sağ salim teslim alıp ailelerine teslim etmekten ibaretti. 28 ŞUBAT EYLEMSİZ DÖNEM 3 Kasım 1996'da yaşanan Susurluk kazası Türkiye'nin gündeminden aylarca düşmeyecek yeni bir süreci başlattı. Kaza sonrası ortaya çıkan devlet-mafya-çete-örgüt bağlantıları herkesi hayrete düşürdü. Bu süreçte ortaya çıkan şeffaflaşma fırsatı değerlendirilemedi. Gündem RP üzerinden farklı bir alana kaydırıldı ve 'postmodern darbe' olarak tabir edilen 28 Şubat sürecine giden yol açılmış oldu. 1 Şubat 1997'de 'Aydınlık için bir dakika karanlık eylemi' başlatıldı. Devlet içindeki çeteleşmeye karşı başlatılan eylem kısa sürede hükûmet karşıtı gösteriye dönüştü. 28 Şubat 1997'de toplanan MGK sonrası yayımlanan bildiriyle literatüre '28 Şubat' olarak geçen süreç başladı. 31 Mayıs 1997 tarihli MGK toplantısında, Refahyol döneminin çarpıcı olaylarından biri patlak verdi. Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, toplantıda polisin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'na ajan sokarak askerî bilgileri çaldığını iddia ediyordu. Askerliğini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapan Emniyet İstihbarat Dairesi mensubu onbaşı Kadir Sarmusak, emniyete bilgi sızdırdığı iddiasıyla askerler tarafından sorguya alınmıştı. Olayın perde arkası ise farklıydı. Darbe hazırlığında olan Batı Çalışma Grubu, Sarmusak ve dönemin Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı Bülent Orakoğlu'nun girişimleri ile engellenmişti. Orakoğlu, yıllar sonra yaptığı açıklamalarda PKK ile TSK içindeki bazı yetkililerin ilişkilerini deşifre ettikleri için tutuklandığını iddia etmişti. Abdullah Öcalan da İmralı'da yargılanırken hâkime verdiği ifadede bu görüşmeleri doğruladı. Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Hanefi Avcı, 5 Temmuz 1998'de bir TV programında "devlet içinde bir grubun PKK ile iş birliği yaptığını, İstihbarat Daire Başkanlığı'nın söz konusu o kişiyi tespit ettiğini" söyledi. İlginçtir, PKK 28 Şubat süreci boyunca çok az eylem gerçekleştirdi. 18 Haziran 1997'de ortağı DYP ile yaptığı anlaşma uyarınca, birer yıl münavebeli başbakanlık yapacak olan RP lideri Necmettin Erbakan, başbakanlığı DYP lideri Tansu Çiller'e bırakmak için istifa etti. Ancak Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel hükûmet kurma görevini ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi. Genelkurmay Askerî Savcılığı, 16 Temmuz 1997'de Çiller'in CIA adına casusluk yaptığı iddialarıyla ilgili soruşturma başlattı. 16 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Refah Partisi'ni kapattı. 1998'e girildiğinde Polis Özel Harekât birliklerinin elindeki ağır silahlar tartışması siyaseti ısıttı. 167 bin kişilik polis gücü içerisinde PKK mücadelesi ile ve ellerindeki ağır silahlarla dikkat çeken 7 bin kişilik özel harekât dairesi olası bir askerî darbenin önündeki en büyük engel olarak görülüyordu. Genelkurmay Başkanlığı, 4 Şubat 1998'de Emniyet Genel Müdürlüğü'ne bir yazı göndererek Emniyet Genel Müdürlüğü envanterindeki ağır silah ve mühimmatın kendilerine teslim edilmesini istedi. Genelkurmay ve Emniyet yetkilileri, 11 Şubat 1998 günü bir araya gelerek ağır silahlarla ilgili envanter çalışması başlattılar. Polis, askerin istekleri karşısında fazla direnemedi ve silahlar teslim edildi. Özel harekât birlikleri de PKK ile mücadeleden geri çekildi. 9 Temmuz 1998'de İstanbul Mısır Çarşısı'nda meydana gelen patlamada 7 kişi öldü, 127 kişi yaralandı. 1 Eylül 1998'de PKK tek taraflı ateşkes ilan etti. Daha sonra (15 Şubat 1999) yakalanan Öcalan'ın İmralı'daki yargılamasında ateşkes talebinin Batı Çalışma Grubu'ndan geldiği ortaya çıktı. Öcalan, tutuklu bulunduğu İmralı'da yargılanırken mahkemeye bir tutanak sundu. 2 Haziran 1999'da Star Gazetesi, bu tutanaklara dayanarak Öcalan'ın bir aracıyla ateşkes için ilişkiye girdiğini iddia etti. Hürriyet, 3 Haziran 1999'da "Kim bu esrarengiz aracı?" sorusunu ortaya attı. 4 Haziran 1999'da Enis Berberoğlu "İstihbarat oyunu Apo'yu kandırdı" başlığı ile yayımladığı makalesinde, askerlerin Öcalan ile yakın temasta bulunduğunu, ama bunun tuzak olduğunu ileri sürdü. ABDULLAH ÖCALAN, SURİYE'DEN ÇIKARILDI 16 Eylül 1998'de dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş, Hatay'ın Reyhanlı ilçesinde yaptığı açıklamada, PKK'ya destek veren Suriye'nin bu tutumundan vazgeçmesi gerektiğini belirterek "Sabrımızı taşırmasınlar!" dedi. 1 Ekim 1998'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, TBMM'de yasama yılının açılışını yaparken, "Suriye, Türkiye'ye karşı açık bir husumet politikası izlemektedir. PKK'ya destek sağlamaktadır. Suriye'ye karşı mukabelede bulunma hakkımızı saklı tuttuğumuzu, sabrımızın taşmak üzere olduğunu dünyaya ilan ediyorum." dedi. 9 Ekim 1998'de Öcalan Suriye'den çıkarıldı. 20 Ekim 1998'de Adana'da Türkiye ile Suriye arasında iki günlük terör gündemli toplantılar sonucunda imzalanan tutanakta, Şam yönetiminin PKK'yı terörist örgüt olarak kabul ettiği, ülkesindeki faaliyetlerini engelleyeceği açıklandı. ÖCALAN YAKALANIYOR 15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan Kenya'da yakalandı. 16 Şubat'ta Türkiye'ye getirildi. Dönemin başbakanı Bülent Ecevit, yıllar sonra yaptığı açıklamada, "ABD'nin Öcalan'ı neden bize teslim ettiğini anlayamadım." dedi. Öcalan, 31 Mayıs 1999'da Ankara 2 No'lu DGM tarafından İmralı'da yargılanmaya başladı. 29 Haziran'da sonuçlanan davada Öcalan idam cezasına çarptırıldı. UZUN ATEŞKES SÜRECİ Öcalan yakalandıktan sonra idam edilebileceği endişesi ile PKK şiddet eylemlerine bir süre ara verdi. Eylül 1999'da Abdullah Öcalan yurt içindeki teröristlerin eylemlerine ara vererek sınır dışına çekilmesini istedi. Örgüt bu karara uydu. Türkiye, 10-11 Aralık 1999'da Helsinki'de yapılan AB Devlet ve Hükûmet Başkanları Zirvesi'nde oy birliği ile Avrupa Birliği'ne aday ülke olarak kabul edildi. Bu gelişme, 2000 sonrasında PKK ve derin güçlerin rahat durmayacağının ilk işaretiydi. PKK, Ocak 2000'de gerçekleştirdiği 7. kongresinde sivil itaatsizliği temel faaliyet biçimi olarak benimsedi. Diğer taraftan da yeniden derin suikastlar ve kayıplar yaşanmaya başladı. Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan, 24 Ocak 2001'de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. 25 Ocak 2001'de Silopi Jandarma Komutanlığı'na çağrılan HADEP İlçe Başkanı Serdar Tanış ve yönetici Ebubekir Deniz kayboldu. Dönemin Şırnak Jandarma Komutanı, Ergenekon soruşturması çerçevesinde tutuklu yargılanan emekli Tuğgeneral Levent Ersöz'dü. HABERİN DEVAMI AKSİYON DERGİSİ'NDE
<< Önceki Haber Asimetrik psikolojik provokasyon Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER