Kendimiz bir örtüyüz, farkında mıyız?

Nuriye Akman, röportaj denince Türkiye'de ilk akla gelen isimlerden. Yaklaşık 25 yıldır soru sorarak icra ediyor mesleğini. Röportajlarından tanıdığımız Akman, iki yıl önce ilk romanı Nefes'i yazmıştı

Kendimiz bir örtüyüz, farkında mıyız?

İlgiyle karşılanan ilk roman, 'acaba bir heves mi?' sorusunu da beraberinde getirmişti. Akman, bu kez ikinci romanı Örtü'yle göründü. Roman, 'Şeyhine inancını yitirip, başörtüsünü çıkararak kendini arayışın dalgalı sularına atan genç bir kadın'ı, 'Rüyalarının peşine düşüp dünyayı dolaşan ve sonunda bir rüya ressamına dönüşen genç bir adam'ı ve 'Paramparça bir kafa, ezilmiş bir yürek ve ölüm korkusuyla büyümüş bir çocuk'u yer yer polisiye bir kurguyla anlatıyor. Başörtüsü sorununu konu edinen ve soruna alternatif bir bakış açısı sunan romanda, kahramanların örtüleriyle yüzleşmelerine şahit oluyoruz. Akman, bu ikinci romanında fazlalıklarını atmış bir 'roman dili' ile çıkıyor karşımıza. Elimizdeki kitap, onun roman yazarlığında 'kalıcı' olduğunu gösteriyor. Nuriye Akman ile 'Örtü' üzerine konuştuk. Bu kez biz sorduk, o cevapladı. Roman, Mevlânâ'dan bir alıntıyla başlıyor. "Suyla topraktan mânâ zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes peçesiyle yüzlerini örttüler. Söz, gerçi bir bakımdan manayı açar; ama on bakımdan da örtüp gizler. " Bu romanı, adların ve sıfatların peçesini kaldırma çabası olarak okuyabilir miyiz? Tabii ki okuyabilirsiniz. Ne kadar okur varsa, o kadar okuma biçimi vardır. Her roman katman katman anlam yüklüdür. Olayın bir normal akış örgüsü vardır, bir de yazarın bilinç dışından gelen derinlerdeki dip akıntıları... Bunları her okur kuvvetle anlamayabilir. Ama aslında dış kabuk diye özetleyebileceğim olaylar zinciri, o derin akıntıları söylemek içindir. Bunun böyle olduğunu ben de yazmaya başladıktan sonra anladım. Ayrıca bu, bir gerilim romanı diye de okunabilir. Örtüden, sadece başörtüsünün anlaşılmasına karşı bir isyan romanı olarak da adlandırılabilir. Ve hatta bir örtü sözlüğü denemesi bile denebilir… Zengin çağrışımları olan bir isim vermişsiniz. Örtü de Nefes gibi ismiyle mi geldi? Önce ismi doğdu. Nefes'i yazıp bitirdiğim dönemde örtü kelimesini çok kuvvetli bir biçimde duydum. Bunu anlatması zor. Ve o anda karar verdim: Ben bu kelimenin peşine düşeceğim. Sizi bu romanı yazmaya sevk eden şey, yaşanan başörtüsü mağduriyeti mi oldu? Hayır. Dediğim gibi sadece 'örtü' kelimesi oldu. Kelimenin peşine düştüğümde bu kadar çeşitleme içerebileceğini ve hayatı tek bir kelime ile anlatmaya kalksam, bu kelime ile özetleyebileceğimi bilmiyordum. Ama bir yandan da gazetecisin. Örtü deyince ister istemez gündemde olan başörtüsü problemi geliyor akla. Ama herkesin kendi sözlüğü ve sözcüklere dair farklı farklı anlamları var. Ben de bilinçaltımdaki 'örtü'nün anlamlarını çıkarmışım dışarı. Roman sosyoloji, tarih, felsefe, din ve psikoloji gibi birçok disiplinden faydalanıyor. Yazım aşamasında, mesela başörtüsünü çıkaran Perijan'ın duygularını anlatırken bir psikoloğa danıştınız mı? Hayır, danışmadım. Üsküdar ve Sen Petersburg'un tarihi üzerine biraz kitap okudum. Çok sayıda başörtülü kadınla görüştüm. Zaten gazeteci olarak başörtülü insanların çektiği sıkıntılarla ilgili birçok röportaj yapmıştım. Röportajların dışında gazetecilik tekniğini kullanmadığım görüşmelerim, gözlemlerim de oldu. Kalbimle görmeye çalıştım. Kaldı ki, Perijan'da üç ayrı kadının gerçek hayatından kesitler var. Yani kitaptaki kadın öykülerinin tamamı gerçek. Mekânlar da kişiler gibi gerçeğe çok yakın... Sizde böyle bir algı uyandırdıysa çok mutlu oldum. Romanın kalitesi illa anlattığınız hikâyenin gerçekliğiyle ölçülmez ama, gerçeklik baskın burada. Ne kadar kurtulmaya çalışsanız da gazeteciliğinizi bir kenara bırakamıyorsunuz. Aslında bundan kurtulmak istiyorum. Mesela üçüncü romanda hiç gerçek bir şey olsun istemiyorum. Mekânlardan biri Sen Petersburg. Hatta bir Türk koleji de giriyor romana. Sen Petersburg'a gittiniz mi? Gittim, gördüm. Sokak sokak gezdim. Roman kahramanları rüyalarının peşine düşüyor. Yoksa sizi de mi Petersburg'a rüyalarınız götürdü? Evet, ama bunu oraya gittikten sonra fark ettim. Bir yıl kadar evvel bir rüya gördüm. Beni çok etkiledi ve rüyayı bir kenara yazdım. Mekânı da "Venedik ile Rotterdam arası, sokakları kanallı bir yer" diye not ettim. Bu romanın hayalini kurarken mekânın Rusya olacağını düşünüyordum; ama şehir seçmemiştim. Kahramanım bir ressam olacaktı. Kuzenim Sen Petersburglu ressamlardan bahsedince tamam dedim. Ama bilinçsizce. Sonra başka bir vesileyle Sen Petersburg'a gittiğimde öyle bir şey oldu ki, bir sene evvel gördüğüm rüyanın bütün detaylarıyla aynısını gördüm. Ve doğru yolda olduğuma inandım. Romanın mekânlarından birisi Petersburg oldu, kahramanı da alıp Üsküdar'a getirdim. Rüyanın bana verdiği asıl mesajı ise çok daha sonra anladım; romandaki olaylarla hiç alakası yoktu. Bu da bende gerçeğin katmanlarına eğilme arzusu uyandırdı. Yaşanan sosyal bir gerçeklik var. Ve siz bunu romanda işliyorsunuz. Bugüne kadar başörtüsü sorunu romanda çokça işlenmedi. Bu durumu gazeteciliğinizle ilişkilendirebiliriz herhalde. Gazetecilik daha çok pencereden bakma imkanı sağlıyor. Ama bu, gerçeği anlamaya yetmiyor. Konuyu yazmayı bir borç gibi de düşünmüş olabilirim. Çok büyük dramlar yaşanıyor. Ama benim bu romanda anlattığım şey, yalnızca başörtüsü değil ki, hatta tam tersi. Romanda empati kuruyor, başörtüsü mağdurlarının psikolojisini anlamaya çalışıyorsunuz gibi geldi bana. Ben oradan yola çıkarak bir örtü olduğumuzun farkında mıyız acaba? diyorum. Bu farkındalık başı açık ya da kapalı, hatta kadın ya da erkek herkese lazım. Romana tasavvuf da giriyor. Ama bir bilgi olarak değil, içten bir bakışla... Tasavvuf çoğu kez tecrübe edilmemiş, ham bilgi olarak işleniyor. Bu bilgi hayatımızda kendini nasıl var ediyor, bizi nasıl dönüştürüyor? O kızlara bakarken, herkese bakarken, kendime de bakarken, sen nasıl bunu yaşıyorsun? diye sordum. Kaldı ki, anlamayı bir borç olarak düşündüğüm şeylerden biri sadece başörtülü kadınların dramı değildi. Din adına işlenen cinayetler meselesi de beni çok yaralıyordu. Kendisini dindar olarak kodlayanlar neden bu durumu dürüstçe, yüksek sesle eleştirmiyor? diyordum. Bize düşen bir şey var, sorgulamamız lazım. Nerede hata yapılıyor, niye böyle oluyor? İslam'da terör olmaz, diyerek geçiştirilecek bir şey değil bu. İlk romanınız genelde beğenildi, ama 'çok zor okunuyor' şeklinde eleştiriler vardı. Örtü daha çabuk ilerliyor; polisiye hava okuru zinde tutuyor. Bu bilinçli bir tercih miydi? Olaylar bana rağmen böyle gelişti. Yani bu kurgulama o kadar enteresan bir şey ki, bir süre sonra hikâye seni yönlendiriyor. Bunu yazarken fark ediyorsun. Eleştirilerden etkilenmişimdir belki. Yani bir akıcılık olmalı tabii romanda. Zindelik romanın son sayfasına kadar hissediliyorsa ne mutlu bana. 25 yıllık gazetecisiniz. Gazeteciliğin dilinden kurtulmak nasıl mümkün oldu? Öyle iki roman yazarak kurtulabiliniyorsa çok iyi. Kurtulmaya çalışıyorum. Gazeteciliğin dili darlaştırıcı, tek bir anlama indirgeyici. İfade etmek istediklerime yetmiyor ve boğmaya başlıyor. Belki de bu dil ile kirlendiğimi hissettiğim için romana daldım. Yani birden fazla dili öğrenme çabası gibi bir şey. Nuriye Akman yeni bir kelimenin peşine düştü mü? Düştü ama söylemeyeyim. Hiç bilmediğim, hatta çok zor öğreneceğim bir şeyin peşine düştüm. Zihnim sürekli o kelimeyle meşgul. Ama daha tek satır yazmış değilim. ZAMAN
<< Önceki Haber Kendimiz bir örtüyüz, farkında mıyız? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER