Memduh Hocam
Rahmetli annemin ısrarlarıyla Turgutlu
İmam Hatip Lisesi'ne kaydoldum. Ayrıca o günkü adı "Akyazılı Vakfı Yurdu" olan
yurtta kalacaktım. Kayıt için elimden tutup beni yurda götüren çok sevdiğim Ali amcamdı. O gün için Turgutlu'nun epey dışında kalan yurt binasına tarlalardan, bağlardan geçerek ulaşabilmiştik.
Yurtta bir yazılı
imtihan bir de
mülakat vardı. Mülakatımı o yapmıştı. Yazılı imtihandan iyi not almıştım. Mülakatta ise bana "Büyüyünce ne olmayı düşünüyorsun?" diye sordu. Ben de o günün çocuk haliyle "Babam gibi tüccar olmak istiyorum." cevabını verdim. Biraz tebessüm biraz da sitemle "Tüccar olacaksan burada ne işin var, dön git köyüne." demişti.
Yurda ilk gittiğimiz gün, babamdan ayrılmak çok zor geldi. Yurdun teras katından uzun uzun babamın gidişini seyrettim. Yalnız kaldığımda da ağlamaktan kendimi alamadım. İlk gün
akşam yemeğini yedikten sonra hepimizi toplantı salonuna çağırdılar. Yaklaşık yüz elli kişilik bir öğrenci grubu büyük bir düzen ve sessizlik içinde bekliyorduk. Biraz sonra salonun kapısı açıldı. Başında takkesi, üzerinde uzun kollu beyaz gömleği ve griye çalan pantolonuyla içeri girdi. Yüzünde insanı tesir altına alan bir vakar nümayandı. Ciddi idi ama bu ciddiyet onu bizden uzaklaştırmıyordu. "Adım Memduh" diye başladı söze. Kelimeler ağzından
inci gibi dökülüyor, hiç ara vermeden hepimizin anlayacağı şekilde konuşuyordu.
Bizim oraya neden gittiğimizi, okumanın bu
ülke için ne anlama geldiğini anlattı bir bir. İleride her birimizi önemli görevlerde görmek istediğini, bunun için çok ciddi, planlı ve programlı çalışmamız gerektiğini söylüyordu. Ortaokula henüz başlamış olan bizler bir anda kendimizi önemli bir misyonun içinde bulmuştuk. Okumalı, başarılı olmalı ve milletimizin
ümit tomurcukları olarak bu ümitleri boşa çıkarmamalıydık.
Yurtta hayat oldukça zevkli, neşeli ama disiplinliydi. Bu disiplinin altında
Memduh hocam vardı. Yüz elli
ortaokul öğrencisinin aynı anda yemek yediği yemekhanede çıt çıkmazdı. O, masaların arasında dolaşır, arkadaşlarımıza takılır, başımızı okşardı.
Yemek yemeyenleri ikaz eder, yemek israfının da önüne geçerdi. Onu görmek bizi hem hafiften korkutur hem de mutlu ederdi. Varlığından hiç rahatsız olmazdık.
Çocuklar için babaları her şeyi yapabilen güçlü kahramandır ya; Memduh hocam da bizim için öyleydi. Bir şeyi yaparım diyorsa yapardı. Öyle bir itimat telkin etmişti yüreklerimize.
Tanıştığımızda henüz 24 yaşındaydı. Yaşının çok üstünde bir olgunluğu vardı. Daha o yaşta ağarmış saçları bu olgunluğun remziydi adeta. Bekârdı ve bizimle kalıyordu. Kaldığı oda, bizim yatakhanenin hemen karşısındaydı. O odanın ışığı hiç sönmezdi. Geceleri ihtiyaç için kalktığımızda çok defa, odadan gelen Kur'an sesini duyardık. Bazen de onu elinde fırçasıyla gecenin üçünde lavaboları yıkarken görürdük.
Sabahları elinde cevşeni, üzerinde
siyah cübbesi ve başında
krem rengi örme takkesiyle yatakhaneleri dolaşır ve bizi uyandırırdı. Davudi bir sesi vardı. Sabah namazlarını kıldırırken ağladığına, sesinin titreyip gözlerinin buğulandığına şahit olurduk.
Onu tanıyanlar, bu anlatılanlarda hiçbir mübalağanın olmadığını bilirler. Çünkü onun hayatında yalan, riya, mübalağa ve sözünde durmama yoktu. Çorabını delik gördüğü kaloriferci Mehmet ustaya, kendi çorabını çıkarıp verirdi. Aşçının, temizlikçinin, bulaşıkçının halini hatırını sorar, dertleriyle ilgilenirdi. Yurdu hem halka hem de ileri gelenlere daima açık tutardı. Sabah namazlarında, teravihlerde, iftarlarda
misafir eksik olmazdı.
Memduh Hoca vefat ettiğinde henüz 27 yaşında gencecik bir hizmet eriydi.
1987 senesinde Kırkağaç'taki yurda müdür olarak gitti. Ayrıldığı gün, yurt matem havasına bürünmüştü. Sanki kendisini bir daha hiç görmeyecektik. Onu götüren
araç yurttan ayrılırken yüzlerce arkadaşımız arkasında uzun süre koşarak gözyaşları içinde el salladı. Herkes Kırkağaçlıların ve Kırkağaç Yurdu'ndaki talebelerin ne kadar şanslı olduğunu konuşuyordu.
O sene Kurban Bayramı'nın ikinci günü köydeydim. Babama gelen bir
telefon dünyamızı başımıza yıktı. Memduh hocam, arabasına yüklediği
kurban derilerini taşırken, ters şeride giren bir kamyonun altında kalmış ve
vefat etmişti. Buna inanmak istememiştik. Herkes bu haberin şokundaydı. Henüz 27 yaşında, gencecik ve hizmet aşkıyla dolu bir insanı yitirmek kayıpların en büyüklerindendi. Yapılmasına vesile olduğu ve nefsine bir gurur gelir endişesiyle açılışını görmemek için dua ettiği Gündüzalp Koleji'nin tam önünde, açılışa iki ay kala Rabb'ine yürüdü.
Cenaze, bayramın üçüncü günü kalktı. Herkes gözyaşları içinde birbirine Memduh hocamla alakalı bir hatırasını anlatıyordu. Kanlı gömleği ve pantolonunu gösterdiler bize. Cebinden sadece 20 lira çıkmıştı. Bütün mal varlığı oydu. Tabutunu önce Turgutlu Yurdu'na getirdiler. Oradan çıkan konvoyun uzunluğu kilometreleri bulmuştu. Defin merasiminde Akhisar'ın manevi dinamiği
merhum Şahin hocamızın duasına binlerce kişi gözyaşlarıyla "âmin" dedi. Muhterem
Fethullah Gülen Hocaefendi de çok sevdiği Memduh'unu Rabb'ine uğurlarken yalnız bırakmamıştı. 1990 yılında
İstanbul Kartal'da verdiği vaazda gözyaşları içinde "Bir Memduh'um vardı" sözleriyle onu yâd etmiş ve yokluğunun kendisi için ne büyük kayıp oluğunu anlatmıştı.
Her duamda yâd etmeye çalıştığım Memduh hocamın yüzlerce insanın üzerinde emeği var. Turgutlu'nun hizmet tarihinde "Memduh hocalı yıllar" çok özel bir yere sahip. Sadece Turgutlu'da değil Manisa'da ve bütün ilçelerinde onun tesiri olmuştur. Tam 23 sene önce bugün kaybettiğimiz Memduh hocam için Turgutlulular, talebeleri ve onu tanıyan herkes vefa göstermeli, mümkünse kabrinde ziyaret etmeli, hatimler tertip ederek ruhunu şad etmeliler.
SÜLEYMAN SARGIN - ZAMAN