Hazırım paşam, çivileyiniz!

Koruması Metin Erkan, İnönü’yü su altında bile koruyordu.

Hazırım paşam, çivileyiniz!

Malum, Atatürk’ün direktifiyle yüzme öğrenen İnönü’nün çivileme atlayışı meşhur. Şimdi öğreniyoruz ki, İnönü atlamadan önce n’olur n’olmaz diye koruması suya dalar, meşhur atlayış ondan sonra gerçekleşirmiş! Erkan, Cumhuriyet’in ikinci adamıyla yaşadığı anıları anlattı... İstanbul emniyet müdürlerinden Nihat Kaner’in yolu 1. şube müdürü olduğu 1960’lı yıllarda çeşitli şahısların takibi için sık sık Hilton Oteli’ne düşüyordu. Resepsiyonda görevli gençlerden Metin Erkan, karanlık işler çeviren adamların peşinden koşturan polislere olan hayranlığını daha fazla gizleyemediği bir gün lobide oturan Kaner’e polis olup olamayacağını sordu. “Teşkilatta lisan bilen insan yok denecek kadar az, sizin gibi gençlere ihtiyacımız var.” diyen Kaner, şubeye uğramasını söyledi. Ertesi gün işlemler başladı, hemen ardından İzmir Buca’daki polis okuluna gönderildi. Mektup yazmak için sakin bir oda arayan turisti bayanlar tuvaletine götürecek kadar bildiği İngilizcesi ona Emniyet teşkilatının kapılarını açmıştı bile... Okul biterken Erkan ve bir grup arkadaşı kura çektirilmeden doğruca Ankara’ya gönderildi. Emniyet’ten, ordudan ve istihbarattan gelen adamlar tarafından özel bir eğitime tabi tutuldular. Daha sonra yeni görevleri tebliğ edildi. Erkan ve arkadaşlarının görevi, Cumhuriyet’in ikinci adamı Milli Şef İsmet İnönü’yü korumaktı. Askerliğini Çankaya Muhafız Alayı 1. Süvari Birliği’nde yapan Erkan’ın yolu yine Çankaya’ya düşmüştü. 1960 İhtilali’nden sonra ülkenin yeni bir karmaşaya sürüklendiği, İnönü’ye suikast girişimlerinin olduğu bir dönemde bu görevi kabul etmek oldukça sorumluluk gerektiriyordu. İnönü’ye etten duvar ören korumalar en çok sokaktan endişeliydi. Yurt gezileri tam bir izdihama dönüşüyordu. Bir gün Nevşehir ziyareti sırasında İnönü’yü öpmek için bekleyen vatandaşlarla korumalar arasında “öperim-öptürmem” tartışması çıkmış. Vatandaşlar bir korumayı köşeye sıkıştırıp mandaların yüzdüğü gölete atmışlar. Korumaların, üzerlerine aldıkları sorumluluğun yanı sıra en az İnönü kadar şık ve temiz olmaları gerekiyordu. Pantolonları, gömleklerini ütülemeleri için bir kadınla anlaşmışlardı. Günde iki defa ayakkabı boyatıp İnönü gibi iki günde bir berberin yolunu tutuyorlardı. Günlük tıraşını olmayanlar İnönü’nün fırçasını yiyormuş mutlaka. Bir gün Erkan’ı tıraşsız yakalayan İnönü, “Metiin! Erkeğin temizliği sabah tıraşıyla başlar unutma bu lafımı!” demiş. Pembe Köşk’te, Rüzgarlı Sokak’ta operalarda İnönü’yü gölge gibi takip eden Metin Erkan, aldığı maaşı pantolon ütüsüne, ayakkabı boyasına yatırdığı için annesinden gelen sitem dolu mektup üzerine, tanıdığı başbakanlık müsteşarı aracılığıyla tayinini İstanbul’a istemiş. İnönü’nün elini öpüp “Allah’a ısmarladık!” demiş. O da “Yolun, açık olsun Allah muvaffak etsin.” demiş. Milli Şef’in, Pembe Köşk’ün bilinmeyen birçok olayına tanıklık eden Erkan, ‘bildiklerini, gördüklerini ve duyduklarını kimseye anlatmayacağına’ dair yemin ettikten sonra İstanbul’un yolunu tutmuş. DAL Grubu’nda göreve başlayan Erkan, kendini bir anda öğrenci olaylarının içinde bulmuş. Yıllarca İstanbul emniyetinde görev yapan Erkan, maddi imkânsızlıklar zorlayınca görevi bırakmış. Tekel’in güvenlik şubesinde işe başlamış. Orada sendika olduğu için teşkilattakinden daha fazla para geçmiş eline. İnönü’nün korumalığıyla göreve başlayan Erkan, Tekel’den emekli olmuş. İnönü’yü korumaktan şeref duyan, anılarını unutamayan Erkan, maaşının düşüklüğü nedeniyle “Şimdiki aklım olsa Hilton’daki işimi bırakıp polis olmazdım, önüm açıkmış.” diyor. [email protected] *** ÇİVİLEYİN PAŞAM Atatürk’ün direktifiyle yüzme öğrenen İsmet İnönü’nün çivilemesi meşhurdur. İnönü, bütün çivilemelerini Heybeliada’da yapardı. Erkan o günleri şöyle anlatıyor: “Yörük Ali plajı diye bir plaj var Heybeliada’da, sık sık oraya giderdi. Motorla gittik. Başkomiser “Aman Metin! Sen Paşa’dan önce denize gir. Atlıyor ne olur ne olmaz, 80 küsur yaşında adam. Allah muhafaza!” derdi. Çiviledikten sonra askerî okulda öğrendiği kurbağalama tekniğiyle yüzüyor, kulaç atıyor; ancak ayakları aşağı sarkıyordu. Ayaklarını çırpamadığı için ben ondan önce gider ayaklarını tutardım. 3 dakikadan fazla denizde kalmazdı. Herzaman mayosunun askının bir tanesini indirir öyle atlardı. Soramadım bir türlü. İnönü’nün Heybeliada dışında sadece Pamukkale’de yüzdüğüne şahit oldum.” MEVHİBE HANIM, AŞURE DAĞITIRDI “Mevhibe Hanım önemli gün ve gecelerde aşure, tatlı, zerde, irmik helvası yaptırıp tepsiyle köşkü koruyan askerlerin ayağına giderek tek tek dağıtırdı. O kadının o saygılı halini hiç unutamıyorum. Bir asillik, kibarlık var. Arabanın içinde oturur masum masum, İnönü’ye hep ‘Paşam’ der hiç etrafa bakmazdı. Nur içinde yatsın. Tam bir Osmanlı kadınıydı. İnönü de yardımseverlikte geri kalmazdı. Bir gün biri kör, diğeri sağır ve dilsiz iki öğrenci geldi. Dil tarihte okuyorlarmış. Paşadan yardım istemeye gelmişler. Paşa onları görünce ‘Ne istiyorlarmış?’ diye sordu. Dertlerini anlatınca cebinden bir miktar para çıkarıp hemen yardım etti. Ondan sonra komiseri yanına çağırdı. ‘Naci gel oğlum buraya. Sakın bu keratalar bizi aldatmış olmasın? Bunları bir takip edin bakayım.’ dedi. Gerçekten okuyorlarmış çocuklar.” *** PEMBE KÖŞK’ÜN BAHÇESİNDE KARINCA DUASI “Bir gün Metin Toker’in oğlu Güçlü, bahçede oynuyor, biz de askerlerle konuşuyoruz. Güçlü çamların aralarında üçer adım gidip yerde bir şeyler eşeliyor. Dikkatimi çekti. Meğerse ne kadar karınca yuvası varsa ağzını tıkamış. ‘Güçlü sen ne yapıyorsun? Bak bunların annesi babası var, evlerini yıktın. Sen yaramazlık yaptın, Allah günah yazacak. Biz el açıp dua edersek bizi affeder.’ dedim. Ölen karıncalar için mezar yaptık. Çam kozalakları diktik başına, el açtık. ‘Şimdi ben bir şeyler okuyacağım, sen de dudaklarını kıpırdatacaksın.’ dedim. Fatiha ve Ayete’l-Kürsü’yü okuduk. Paşa, Mevhibe Hanım’ı da çağırmış, tülün arkasından bizi seyrediyormuş. Aşağı bahçeye indi. Gırtlaktan gelen o meşhur ses tonuyla ‘Metiiin!’ dedi. ‘Buyrun paşam!’ dedim. ‘Sen biraz evvel Güçlü’ye ne anlattın?’ dedi. Tereddüt edince ‘Anlat anlat!’ dedi. Paşam böyleyken böyle. O anki sevincini anlatamam. Beni bir öpmediği kaldı. ‘Teşekkür ederim, teşekkür ederim. Evde anası var, dadısı var, babası var. Böyle şeylerin çocuklara öğretilmesi lazım. Bak ne iyi yapmışsın.’ dedi. O günü unutamam. Bazı şeyleri göremiyorsun, ama adamın içinde var...” M.YAŞAR DURUKAN - Zaman Pazar
<< Önceki Haber Hazırım paşam, çivileyiniz! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER