Yüksek Hegemonya: HSYK

Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Türk adalet sistemini yöneten tek organ.

Yüksek Hegemonya: HSYK

10 bin hâkim ve savcının kaderi bu kurulun elinde. Yapısı, uygulamaları ve aldığı ‘mutlak’ kararlar sebebiyle hep eleştirilerin hedefi oldu. Peki, dokunulamayan bu yüksek yargı hegemonyası nasıl kırılacak? Kenan Evren hakkında iddianame hazırladıktan sonra meslekten ihraç edilen eski Savcı Sacit Kayasu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) açtığı davayı kazandı. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 2000 yılında ‘görevini kötüye kullandığı’ gerekçesiyle meslekten ihraç etmesiyle başlayan, 2001’de AİHM’ye taşınan hukuk mücadelesi önceki hafta sonuçlandı. AİHM’nin kararı daha çok 12 Eylül darbesi ve Kenan Evren’in yargılanması üzerinden tartışıldı. Oysa Avrupa’nın en üst mahkemesinin aldığı bu karar, Türkiye’de yaşanan ‘yüksek yargı krizi’ni teşhis eden tespitler ortaya koyuyor. En başta yer alan konular; HSYK’nın yapısı, karar alma süreçleri ve itirazlara karşı uyguladığı yöntemlere ilişkin. AİHM’nin 48 yüksek yargıcından biri olan Andras Sajo’nun yazdığı ‘Kayasu Kararı’nın 121. paragrafı, Türkiye’de yıllardır tartışılan, adalet sisteminin en üst kurulu HSYK’ya ciddi eleştiriler getiriyor: “Mahkeme (AİHM), Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kuralları uyarınca itirazları inceleme kurulunun; HSYK genel meclisi, yani 11 üye ve yedekleri ile adalet bakanı müsteşarından oluştuğunu ve kararlarını oy çokluğuyla aldığını tespit etmiştir. Başka bir deyişle başvuru sahibinin (Sacit Kayasu) itirazı çerçevesinde görev yapan HSYK üyeleri, bu yaptırımın temyiz başvurusunu değerlendirecek olanlarla aynı üyelerdir. Görevden alınma kararı, bu kararı alan kurulda görev yapmış 4 üyenin de içinde bulunduğu (genişletilmiş HSYK kurulu) İtirazları Değerlendirme Kurulu’nca incelenmiştir. Bu durumda başvuru sahibinin itirazını değerlendirmek için toplandığı hâliyle HSYK’nın tarafsızlığı ciddi şekilde sorgulanabilir ya da şüpheli hâle gelmiştir. Özellikle de HSYK’nın kanunu (iç yönetmelik) İtirazları Değerlendirme Kurulu’nun görev yapan üyelerinin tarafsızlığını sağlamaya yönelik hükûmler içermemektedir. Son olarak hükümet aksi yönde belge ya da bilgi de vermemiştir. Bütün bunlar değerlendirildiğinde mahkeme başvuru sahibini Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10. maddesi uyarınca hak talebini yapmak üzere 13. maddenin minimum şartlarını sağlayacak bir hukuk yoluna sahip olmadığı kararını vermiştir.” AİHS’nin 10. maddesi bireylerin ifade özgürlüğü, 13. maddesi ise etkili başvuru hakkını ortaya koyuyor. AİHM bu iki ana hakkın, Kayasu aleyhine HSYK tarafından ihlal edildiği gerekçesiyle Türkiye’yi 41 bin Avro tazminat ödemeye mahkûm etti. Yargıç Sajo’nun kaleme aldığı metnin son paragrafında belirtilen mutabık görüşte ise, hem işini hem avukatlık yapma hakkını kaybetmesi sebebiyle, Kayasu için yeniden yargılanma yolunun açılması gerektiği vurgulanıyor. HSYK kararları, yargı denetimine kapalı olduğu için Türkiye’nin, daha doğrusu kurulun bu konuda izleyeceği politika belirsiz. Ancak bu kararın ortaya koyduğu bir gerçek var: AİHM, bugüne kadar kurul kararıyla mağdur olan ve itiraz yolunu denediği hâlde bu mağduriyetini kaldıramayan hâkim ve savcıların tamamı için yepyeni bir içtihat oluşturdu. Peki, Türkiye’nin ‘dokunulmayan imtiyazlı yargıçlar sınıfı’ gibi algılanan; Türk adalet sisteminin tepesindeki HSYK kimlerden oluşuyor? Kararlarını nasıl alıyor? Yargı reformu ve Avrupa Birliği süreci, beklenen reform paketleri içinde nerede duruyor? Cevaplara kurulu tanıyarak başlamak gerekiyor. Anayasanın 159. maddesinin tarifiyle Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, adalet bakanı, adalet bakanı müsteşarı ile birlikte 5 asil, 5 yedek üyeden oluşuyor. Asil ve yedek 3’er üye Yargıtay genel kurulu; 2’şer asil ve yedek üye ise Danıştay genel kurulunun belirlediği isimler arasından cumhurbaşkanınca atanıyor. Ancak cumhurbaşkanı sadece atama yetkisi kullanabiliyor. Yargıtay ve Danıştay içinde HSYK’ya gönderilecek üyelerin her biri için ayrı ayrı seçim yapılıyor. Oylamalarda nisbi temsil yerine basit çoğunluk sistemi kullanıldığı için her seferinde çoğunluğu elinde bulunduran grubun dediği oluyor. Oylama şekli ‘tarafgir’ ve çoğu zaman ‘ideolojik’ sonuçlar doğurduğu eleştirilerine maruz kalıyor. Yargıtay ve Danıştay üyelerini ise HSYK seçiyor. Birbirini seçen kurumların oluşturduğu bu döngü eleştirilerden nasibini alıyor. Kurulla ilgili en çok tartışılan husus HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarının varlığı sebebiyle ‘yargı bağımsızlığının sağlanamadığı’ iddiaları. Tartışmaların önemli bölümü de özellikle dış çevrelerce bunun üzerinden yapılıyor. Oysa, Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen asil-yedek üyeler için yüksek yargı içinde uygulanan kooptasyon (hâkimlerin hâkimlerce seçilmesi) ve seçme yöntemleri eleştirilmiyor. Bağımsız, tarafsız olması, Türkiye’yi ileri demokrasilere taşıması için asıl üzerinde durulması gereken nokta işte bu seçim yöntemi. Kooptasyonun çok ciddi sakıncaları bulunuyor. Başbakanlığın yaptırdığı uluslararası hukuk belgelerinden derlenen Yargı Sistemleri Mukayesesi çalışmasında bu sakıncalar şöyle sıralanıyor: “Hâkimlik mesleği kalıplaşır, belli içtihattaki kişilerin tekeline girebilir. Halkla kurul arasında temsil bağı kalkar. Kurul parlamentoya karşı sorumlu değildir. Oysa demokraside tüm erklerin halka ya da temsilcilerine karşı sorumlu olması gerekir. Halka karşı sorumluluğun olmaması şeffaflığı ortadan kaldırır. Zümre egemenliğine yol açar. Özelliği olan hâkimlik ve savcılık belirli ailelerin, görüşlerin ve kişilerin tekeline girebilir.” Yargı çevrelerinde ‘kontenjan usulü’ olarak adlandırılan kurul üyelerinin seçilmesiyle ilgili uygulamalar da HSYK’ya yöneltilen eleştirilerin arasında. Kimilerine göre kurul üyeleri, özellikle yüksek yargı mensuplarının belirlenmesinde ‘kendilerine ayırdıkları kontenjanlar’a göre seçim yapabiliyor. Kurul kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaması da madalyonun öteki yüzü. AİHM’nin aldığı son karar mağdurların yolunu ciddi manada açıyor. HSYK MAĞDURLARI: KURUL, TARAFSIZLIĞA ENGEL Verdiği hiçbir kararın temyizi mümkün olmayan HSYK, bugüne kadar birçok savcı ve hâkimi mağdur etti. ‘HSYK mağdurlarının’ en büyük isteği bu kurulun yeniden yapılandırılması. 12 Eylül darbecileri hakkında dava açtığı için meslekten atılan Sacit Kayasu’ya göre, kurul kararlarının yargı denetimine açık olması şart. Çünkü Anayasa’nın 125. maddesi idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunu açık tutuyor. Ancak, denetime açık olmaması sebebiyle HSYK kararlarını düzeltme imkânı yok. Bundan en çok savcı ve hâkimlerin etkilendiğini kaydeden Kayasu, sebebini şöyle özetliyor: “Çünkü tayini, terfisi hatta ihracı hepsi o kurulun içinde. Hâkim ve savcı kurulun uygulamalarına bakıyor, ‘Aman onlarla ters düşmeyeyim de yalan yanlış karar versem de önemli değil.’ diyor. Bu çok sakıncalı, Adaleti zedeliyor.” Kayasu’ya göre HSYK’nın yapı ve yetkisi, savcı ve hâkimlerin tarafsız karar almasının önündeki en büyük engel. Bu yüzden hâkimlerin çoğunda ‘Devlet lehine karar verme’ yaklaşımı var. HSYK’yı “1982 Anayasası’nın ürünü” olarak değerlendiren Kayasu, kurul üyelerinin cumhurbaşkanı tarafından Yargıtay ve Danıştay’dan seçilmesini de doğru bulmuyor: “1982 Anayasası’nın ruhunda cumhurbaşkanının asker olacağı varsayımı gizli. Böylelikle hükûmeti, icraatı denetleyecek, kontrol altına alacak. Bu seçim sistemi yanlış. Çünkü aynı zihniyeti temsil edenler seçiliyor.” Peki, bu sorunlar nasıl çözülebilir? Eski savcı Kayasu’ya göre yargı reformu şart. Bu kapsamda yapılması gereken ilk şey, savcı ve hâkimlerin ‘bağımsız ve tarafsız’ olması için darbe anayasasını değiştirerek kurumların yeniden yapılandırılması. HSYK’nın meslekten ihraç ettiği diğer bir isim ise eski savcı Necati Özdemir. Ona göre HSYK, ‘ihtilal anayasası’nın bir kurumu. Kendi kudreti dışında kimseyi tanımıyor. Toplam 7 üyeden 4’ünün verdiği karar, 10 bin kişinin hayatını etkiliyor. Verdikleri kararlar aleyhine hiçbir yere müracaat edilemiyor. Onları kimse azledemiyor. Yani dokunulmazlar. Bugüne kadar gelen bütün hükûmetler, kurulun yapısından şikâyet etti; ama kimse bir şey yapmadı. Özdemir, sivil bir anayasa ile bu yapının değiştirilmesini ve siyasal bir kurum olmaktan çıkarılmasını istiyor. Hâkim ve savcıların vatandaştan daha güvencesiz olduğunu düşünüyor Özdemir. Devlet Memurları Kanunu’na göre, bir soruşturma 2 yıl içinde bitirilmezse dava zaman aşımına uğruyor. Ancak zaman aşımı savcı ve hâkimler için geçerli değil. Kendisiyle ilgili soruşturmanın 5 yıl sürdüğünü kaydeden Özdemir, “HSYK, bir savcı veya hâkim hakkında önüne gelen dosyayı bekletebiliyor. İstediği zaman soruşturmayı açıyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde böyle keyfî bir uygulama yok.” diyor. Eski Yozgat BaşsavcıReşat Petek de bir HSYK mağduru. 28 Şubat döneminde başörtülü öğrencileri okula almayan Erciyes Üniversitesi rektörü hakkında dava açan Petek, 3 kez soruşturma geçirdi. HSYK’nın bu baskıları karşısında fazla dayanamadı ve 1999’da kendi isteğiyle emekli oldu. Petek, 28 Şubat sürecinde YÖK’ün kılık kıyafetlerle ilgili genelgelerini, eğitim özgürlüğüne aykırı bulan birçok hâkim ve savcı hakkında soruşturma açıldığını ve onların sürgün edildiğini söylüyor: “Hatta bu dönemde, parmağındaki gümüş yüzükten içkili masaya oturmamasına, evine gelen gidenlerin kılık kıyafetinden sosyal ilişkilerine kadar birçok sebepten hâkim ve savcılar soruşturmaya tabi tutuldu. Tamamen keyfî bir uygulama.” HSYK’nın yapısı, TBMM’nin kabul ettiği uluslararası anlaşmalara da aykırı. Nitekim AİHM’nin Kayasu hakkındaki kararı bunu gösteriyor. AİHM, Kayasu davasında onun savunması bile alınmadan cezalandırılmasını ‘ifade hürriyeti’ ilkesine aykırı gördü. Eski Başsavcı’ya göre hem Sacit Kayasu hem de Ferhat Sarıkaya örneğinde HSYK, ‘vesayet altında bir kurum’ olduğunu gösterdi. Türkiye’deki illegal örgüt ve çetelerle mücadele için savcı ve hâkimlerin arkasında anayasal ve yasal bir yapılanmanın olması gerektiğini söylüyor Petek. Oysa bir savcı görevini yerine getirdiği için kendini savunmadan meslekten atılabiliyor. Bu korkudan dolayı cesaretli savcılar çıkmıyor. Cesaret gösteren savcılar da bir yerde “Senin sonun da Ferhat Sarıkaya’nınkine benzer!” tehditleriyle karşı karşıya kalıyor. Petek’in tespitiyle halkın irade ve talebinin olmadığı bir yüksek yargı yapılanması da Türkiye’ye çok büyük zarar veriyor: “Yargıtay ve Danıştay’dan HSYK üyeleri seçiliyor. HSYK da aynı şekilde bu iki kurumun üyelerini seçiyor. HSYK’nın verdiği bir karar milletin denetiminde midir? Hayır. Parlamentonun denetiminde midir? Hayır. Peki, gerek disiplin gerekse yargıdan dolayı hesap verebilecekleri bir kurum var mıdır? Hayır. Hesap verebilme konumunda olmayanlar keyfî muamele yapar. Bugün birçok AB ülkesinde yüksek yargıyı atayan makam parlamentodur. Amerikan Yüksek Yargı üyelerini başkan atar. Ama buraya gelene kadar senatoya hesap verir. Bizde ise ‘ben yaptım oldu’ şeklinde. Tam bir padişahlık sistemi.” Petek’e göre, yapılması gereken hem Anayasa hem de HSYK Kanunu’nun ilgili maddelerinin değiştirilmesi ve kararların yargı denetimine açık hâle getirilmesi. Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Turhan’a göre, AİHM’nin Sacit Kayasu kararı, HSYK kararlarının yargı denetimine açılması zorunluluğunu net olarak ortaya çıkarttı. Çünkü Türkiye, iç hukukunu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun hâle getireceği taahhüdünde bulundu. Bundan dolayı, HSYK kararlarının düzeltilemeyeceğini ve denetime tabi olamayacağını içeren Anayasa’nın 159. maddesi değiştirilmeli. Çünkü bu madde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne aykırı. Turhan, HSYK’nın yeniden gözden geçirilmesi gerektiğini ifade ederek yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor: “Öncelikle yasama organının da yani Meclis’in de bu kurulun oluşumuna katılması lazım. Yani hâkimleri sadece hâkimlere bırakmamak gerekiyor. Ama daha da önemlisi HSYK kararları yargı denetimine açılmalı.” Adalet Bakanlığı’nın geçen hafta güncelleyerek görüş sormak üzere Yargıtay’a sunduğu Yargı Reformu Stratejisi Taslağı’nda ise; HSYK’nın objektiflik, tarafsızlık, şeffaflık ve hesap verebilirlik temelinde geniş tabanlı temsil esasına göre yeniden yapılandırılması ve kararlarına karşı etkili bir itiraz sisteminin getirilmesi isteniyor. Kurul üyelerinin sadece Yargıtay ve Danıştay’dan seçilen üyelerden oluşması, ilk derece mahkemesi ve faaliyete geçmesi planlanan istinaf mahkemelerinden üye seçiminin öngörülmemesi yargının temsilinde ciddi sorun teşkil ediyor. Bu hâliyle kurulun yapısı, hâkim ve savcılar üzerinde vesayet görüntüsü oluşturuyor. Strateji taslağının öne çıkarttığı bir başka husus ise HSYK’ya demokratik meşruiyet kazandırılması: “Anayasa’nın 9’uncu maddesinde belirtildiği üzere yargı yetkisi, egemenlik hakkının doğal bir sonucu ve özel bir tezahür şekli, hâkimler bu yetkiyi egemenliğin sahibi olan millet adına kullanıyor. Bu sebeple yargı yetkisinin kendisine meşruiyet kazandırabilmesi için doğrudan ya da dolaylı olarak millî iradeden kaynaklanması gerekiyor.” Kimi Batı ülkelerinde hâkimler bile halk tarafından seçiliyor. Türkiye’de HSYK için önerilen ise asgari 1961 Anayasası’na dönerek yasamaya karşı sorumluluğunu pekiştirerek, Meclis’e üye atama yetkisinin geri verilmesi. Kuşkusuz, yargı alanındaki temel ilkelerden biri de aleniyet. Bunun için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Kanunu’nun 16. maddesinin değiştirilmesi düşünülüyor. Böylece kurul kararlarının gizliliği kaldırılacak ve kişisel bilgiler korunarak halka açılacak. Ayrıca HSYK’nın yeniden yapılandırılmasına paralel olarak sekretarya ve denetim sisteminin de yeniden düzenlenmesi gerekiyor. AB İlerleme Raporu’nda da Türk yüksek yargısı tenkit ediliyor. Raporda, yüksek hâkimlerin yetki alanı dışındaki konularda açıklama yaptıklarına dikkat çekilirken, bunun davalara gölge düşürdüğü belirtiliyor. Raporda yargı bağımsızlık ve tarafsızlığı konusunda da endişelere işaret ediliyor. Ferhat Sarıkaya kararından sonraki ilerleme raporunda HSYK’nın da bağımsızlığının tartışmaya açıldığı eleştirisi yapılmıştı. ANAYASALARDA YÜKSEK KURUL NASILDI? 1924 Anayasası’na göre hâkimlerin tayin ve nakillerinde tek yetkili kişi adalet bakanı. Ancak 1961 Anayasası ile 23 asıl ve yedek üyenin bulunduğu Yüksek Hâkimler Kurulu oluşturuldu. Bu üyelerin 8’ini Yargıtay, 7’sini hâkimler, 8’ini TBMM seçti. 1971 yılında yapılan değişikle bu sayı 14’e indirildi. Ayıraca bütün üyeler Yargıtay’ca seçildi. 1982 Anayasası ile yeni bir yapılanmaya gidildi. Bütün hâkim ve savcıların atama, nakil, disiplin ve özlük hakları ile ilgili işlemler HSYK’ya verildi. 7 kişiden oluşan kurul kararları yargı denetimine kapatıldı. Adalet bakanı ve müsteşarı ile birlikte 3 üye Yargıtay’dan, 2 üye de Danıştay’dan cumhurbaşkanının onayı ile seçiliyor. AVRUPA’NIN YÜKSEK HÂKİMLERİ HALKIN İRADESİNE TABİ Avrupa’nın yüksek hâkimleri halkın iradesine, icranın atama ve denetimine tabi. Almanya, İsveç, Belçika, Danimarka, Hollanda gibi Avrupa ülkeleri ile ABD ve Rusya’da yüksek hâkimler kurulu tarzında bir yapılanma bulunmuyor. Bulunanlarda ise durum şöyle: İTALYA: Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na benzer şekilde Yüksek Hâkimler Konseyi bulunuyor. İtalyan Anayasası’nın 104 ve 105. maddelerine göre cumhurbaşkanı ve Yargıtay başsavcısı konseyin re’sen üyesi. Yüksek Hâkimler Konseyi’ne cumhurbaşkanı başkanlık ediyor. Diğer üyeler 2/3’ü normal yargıçlar tarafından çeşitli sınıf üyelerden, 1/3’ü parlamento tarafından üniversite hukuk profesörleri ile en az 15 yıllık avukatlardan seçiliyor. Konsey parlamentonun gösterdiği üyeler arasından bir başkanvekili seçiyor. Seçilmiş üyeler 4 yıl görevde kalıyor ve yeniden seçilemiyor. Bu üyeler görevde kaldıkları sürece mesleklerini icra edemiyor. FRANSA: Fransız Anayasası’nın 65. maddesinde belirlenen hükümlere göre Yüksek Hâkimler Konseyi’ne cumhurbaşkanı başkanlık ediyor. Adalet bakanı re’sen başkanvekili olarak cumhurbaşkanına vekâlet edebiliyor. 9 üyeli konsey cumhurbaşkanınca seçilip atanıyor. Fransız Yüksek Hâkimler Konseyi Yargıtay hâkimleri ve istinaf mahkemesi birinci başkanı için tayin teklifleri yapıyor. Diğer hâkimlerin tayinlerine ait adalet bakanının teklifleri hususunda ‘kanunla’ sınırlı olmak kaydıyla sadece fikrini ifade edebiliyor. Aflar konusunda ise danışma organı. Konsey, Hâkimler Disiplin Konseyi olarak da kararlar alıyor; bu takdirde toplantılara Yargıtay birinci başkanı başkanlık ediyor. İSPANYA: Yargı Genel Konseyi adıyla bir yapılanma bulunuyor. Tayin, terfi, denetim ve disiplin rejimini belirleyen konseyin başkanlığını Yüksek Mahkeme başkanı yürütüyor. Konsey, kral ve mahkeme başkanı tarafından atanan 20 üyeden oluşuyor. Beş yıllığına seçilen üyelerin 12’si tüm adli kategorilere dâhil yargıçlardan, mesleki tecrübesi en az 15 yıl olan avukat ve jüri üyeleri arasından Temsilciler Kongresi’nin teklif ettiği 4 kişi, senatonun seçtiği 4 üyeden oluşuyor. Her iki meclisteki seçimler için üye tam sayısının beşte üç çoğunluğu aranıyor. Oltan Sungurlu*: YARGI MİLLETE YAKINLAŞMALI Bizde yargı bağımsızlığı denince, hep siyasi iktidara karşı bir bağımsızlık; iktidarı etkisizleştirme şeklinde düşünülmüş. Türkiye’de yargı bağımsızlığı sorunu yok, aksine yargı bağlı bulunduğu millete karşı sorumsuzdur. Bizim yargımızın içinde millet yoktur. HSYK en azından hâkim ve savcılar üzerinde bir baskıdır. Hâkimin önce kendi kendine bağımsız olması lazım. Sorun yapısal değil. Uygulamadan, insan ve eğitim yapımızdan kaynaklanıyor. Kurulda bakanın temsili şart, ama kurul üyelerinin sayısını çoğaltmak lazım. Kurul kararları oy çokluğuyla alınabiliyor. 4 üye bir taraf olunca iş bitiyor. Mahalli mahkemelerden üye seçilmesi hususu da sakınca doğurabilir. Örneğin 4 yıllığına seçtiniz kişiyi, hâkimlerin kaderi ile ilgili karar merci oldu, sonra onu bir ilin hâkimi olarak geriye atayamazsınız. Atarsanız sorun yaşar. Bu tür şeylerin de Türkiye şartlarına göre düşünülmesi gerekiyor. * Eski Adalet Bakanı Eski Savcı Gültekin Avcı: YAŞ’IN YARGI VERSİYONU GİBİ Asıl problem, HSYK’nın yapılanma şekli ile üyelerin sadece yüksek yargı organlarınca seçilmesi ve atamanın cumhurbaşkanı tarafından yapılmasıdır. Maalesef HSYK’nın bugün militarist etkili bir inisiyatifle hareket ettiği ve âdeta YAŞ’ın yargı versiyonu gibi çalıştığını kabul etmek durumundayız. HSYK’nın oluşumunda demokratik meşruiyet ilkesine dikkat edilmemiştir. HSYK bu hâliyle, her hâkim ve savcının bağımsızlığının ve cesaretle görev yapmasının önünde bir engeldir. Bu durum HSYK’nın hâkim ve savcılar üzerindeki vesayetidir. Bu kuruldaki 7 kişi hâkim ve savcıların kaderlerini her şeye rağmen belirlemekte ve yargıya hesap vermemektedir. HSYK’nın yapısı sivil bir anayasa ile tekrar dizayn edilmelidir. Bu manada şu anda 7 asil üyeden oluşan kurulun üye sayısı artırılmalı, 15’in üzerinde bir rakam tercih edilmelidir. HSYK kararlarına karşı yargı yolu süratle açılmalıdır. Üye seçiminde TBMM’ye de en az üçte bir oranında inisiyatif sağlanmalıdır. Diğer üyelerin ise tüm hâkim ve savcıların reylerini ifade edebildiği bir seçimle göreve gelmesi daha adil ve demokratik bir işleyiş sağlayacaktır. Müsteşar kuruldan çıkarılmalıdır. Sivil anayasayla üye sayısı artırıldıktan sonra adalet bakanı kurulda kalmalıdır. Prof. Dr. Zühtü Arslan: TEK YOL YENİ ANAYASA AİHM’nin Kayasu kararından sonra HSYK’nın kararlarının yargı denetimine açılması kaçınılmaz hâle geldi. Mahkeme, bu kararla AİHS’nin 13. maddesinde güvenceye alınan etkili başvuru hakkının da ihlal edildiği sonucuna ulaştı. 13. madde hakları ihlal edilen kişilere, mağduriyetlerinin giderilmesi amacıyla ulusal makamlara başvuru hakkı veriyor. Dolayısıyla, Anayasa’da değişiklik yapılarak HSYK kararlarının yargı denetimine açılması gerekiyor. HSYK’nın mevcut yapısı, anayasa mühendislerinin demokrasi ve siyaset korkusunun doğal bir sonucu. Bu durum, bürokratik bir kurum olarak yargının tamamen demokratik süreçlerin dışında oluşarak, siyasi irade üzerinde vesayetçi bir denetim kurmasını kolaylaştırıyor. Demokratik rejimlerde bu tür kurullara parlamento üye seçebilmekte, kurulun üye kompozisyonu da kurumsal temsili sağlayacak nitelikte oluşturulmaktadır. Sivil anayasa konusunda en önemli beklentilerden biri yargı reformuna ilişkin. Öncelik, siyaset korkusundan uzak; Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını bu kurumlara demokratik meşruiyet kazandıracak şekilde yeniden düzenlemek olmalı. Ancak bu sayede, jüristokratik cumhuriyetten Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik devlete geçiş mümkün olabilecek. * Anayasa Profesörü HSYK’DAN KRİTİK ATAMA ÖRNEKLERİ Mustafa Akın: Batık banka davalarına bakan mahkemenin başkanı iken HSYK kararı ile görevden alındı. Ocak 2004’te kurulan İstanbul 8. Ağır Ceza Mahkemesi sadece banka suçlarına bakmakla görevlendirildi. Banka hortumcularını ağır cezalara çarptırmasıyla gündeme geldi. Akın başkanlığındaki mahkeme heyeti, Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu (TMSF) tarafından el konulan Etibank’ın eski sahibi Dinç Bilgin’e 14 yıl hapis ve 500 milyon YTL para cezası, Yurtbank’ın eski sahibi Ali Avni Balkaner’e 16 yıl hapis cezası, İmar Bankası ve Adabank davalarında Bahattin Uzan’a 22 yıl hapis cezası verdi. Akın’ın görev yerinin değiştirilmesi mevzuata uygundu; ama yıllar içinde oluşmuş uzmanlığı sıfırladığı için yoğun eleştiriler aldı. Hatta eski Adalet Bakanı Cemil Çiçek bile yargıcın görevde kalmasını istediklerini; fakat HSYK’ya dinletemediklerini açıkladı. Çiçek’in şüphe uyandıran sözlerine HSYK, “Ne bankayı ne bankacıyı tanırız. Görevimizi yaptık.” şeklinde cevap verdi. Sedat Karagül: Susurluk davası Karagül’ün başkanı olduğu İstanbul 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde 2 Haziran 1997’de görülmeye başladı. 3,5 yıl süren dava, karar aşamasına gelince (Kasım 2000) Karagül, mahkeme başkanlığından alınıp Sultanahmet’te bulunan ağır cezaya atandı. Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararnamesiyle Susurluk davasına bakan mahkemenin başkanlığına Metin Çetinbaş getirildi. Çetinbaş, yüzlerce klasörlük davayı üç ay içinde 12 Şubat 2001’de karara bağladı. Ayhan Çarkın 4 yıl ceza aldı. Çetinbaş, emekli olduktan sonra Ergenekon davası sanıklarından Kemal Alemdaroğlu’nun avukatlığını yapmaya başladı. FATİH UĞUR - MEHMET BAKİ / AKSİYON
<< Önceki Haber Yüksek Hegemonya: HSYK Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER