Adından daha önemli bir açılım


Tarihe mal olan, zaman içinde katılaşan ve dolayısıyla da geleceği bağlayan sorunların hepsinde aynı ortak gri ve anlaşılmaz alan hakimdir. Ezberler sadece hamaset, sadece korku ve sadece içe kapanıklıktan ibaretse o gri alan kararıyor, karardıkça da koskoca bir devlet gücünü o sorunun devamından alıyormuş gibi illüzyonlar yaratılıyor. Mesela Türkiye... Onyıllardır ezeli ve ebedi düşman olarak Yunanistan’ı belleyip, topluma da belleterek bu illüzyonun en iyi örneğini vermiştir. Öylesine derin bir Yunan korkusu hakim kılınmıştır ki kimse bu ülkenin nüfusu ve gücünü araştırarak, gerçekten azılı bir düşman olup olamayacağı gerçeğini dahi araştırma ihtiyacı duymamıştır. Korku bir büyü gibi bütün Türkleri bağlamıştır. Bugün ise, sanki o korku yılları hiç yaşanmamış gibidir. Artık, Yunanistan’ı değil azılı ve sinsi bir düşman saymak, neredeyse komşu olarak bile aklına getiren yoktur. Yunan korkusu “Bir sorun neden doğur, neden büyür ve neden bir noktadan sonra çözülemez hale gelir”, sorularının canlı bir örneğidir. Tıpkı Ermeni sorunu ve “tarihi” Ermeni düşmanlığı gibi. Oysa Ermenilerle düşmanlığımız asla tarihi değildir. 1915’i aradan çıkarırsanız arkasından yüzyıllara ulaşan tarihi bir dostluk da çıkar. Ama, yolun bir yerinde bize ve onlara “düşmanlık” gerekmiştir. Düşmanlık için de korku üretmek icap etmiştir. Onyıllarca “koskoca bir ülkeyiz” tafrasını elden bırakmayıp “küçücük” Ermenistan’ı bu düşmanlık potasında sallayıp durduk. Ve şimdi muhtemelen çok değil birkaç ay sonra Ermeni ve Ermenistan bahsi gündemimizden çıkıp gidecek ve konuşmayacak bile. Türkiye ile Ermenistan doğru bir anlaşmaya imza atmıştır. 10 Ekim 2009 Türk dış politikası için gecikmiş bir başarı günüdür. Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Zürih’e uçmadan önce sabah gazetecilere, “Ermenistan’la protokolleri konuşurken üç hedefimizi vardı. Diyalog başlatmak, karşılıklı ekonomik bağımlılık yaratmak ve kültürel etkileşim sağlamak” demiş. Ve ardından, “Bakü, Gence, Han, Erivan, Laçin, Kars otoyolu projemiz var” diyerek eklemiş. Bu niyet ve bu fikir sorunu bitirmeye yeter. Bu kadar basit. Bir diplomasi ustalığının eseri olduğu ilk bakışta bile anlaşılan protokolde neler yazdığı elbette önemli ama daha değerli olan Türkiye’nin kompekslerinden arınarak sorunlarını çözebilme becerisine ulaşabilmesidir. Türkiye bu adımla uluslar arası arenada yarışmak için sağlam bir antrenman yapmıştır. Şu sözler de Davutoğlu’na ait: “Donmuş krizleri sabırla çözebiliriz. Gerekirse aynı hamleyi yüz kez yaparız. 99’unun başarısız olması yüzüncünün başarısı olacağını göstermez.” Ermenistan sorununun çözümü Türkiye’ye içeride ve dünyada büyük bir kredi kazandıracaktır. 70 milyonun zihnine hakim olana ve hiç silinmeyecek zannedilen Ermeni sevgisizliği yok olup gidecek, çünkü aslında ortada hiç de korkulacak bir durum olmadığı anlaşılacaktır. Sorunlu son komşuyla da el sıkışarak dünyanın çevresi en güvenli ve aynı zamanda komşularıyla ekonomik ilişki kapasitesi en yüksek ülkelerinden biri haline geliyoruz. Ankara’nın gösterdiği bu cesaret, işgal altındaki Azeri topraklarındaki sorununu çözüm yoluna sokacaktır. Nitekim, protokolün imzasıyla birlikte bu süreç de başlamıştır. Ama bütün bunlardan daha önemlisi bütün Avrasya coğrafyasında sorunlarını kolaylıkla çözebilen, geçmişe takılmayan, halkını da çözüme motive edebilen bir Türkiye gerçeği ortaya çıkacaktır. Zürih protokolü, bugünün dünyasında çözüm bekleyen birçok aktif sorun içinde örnek bir diplomasinin adıdır. Bu sorunu çözen her sorunu çözer ve aynı zamanda çözdürür de. Ermenistan’la anlaşma içeride gergin bir Kürt sorunu açılımı takvimiyle sancılanan Türkiye için benzersiz bir motivasyon da olacaktır. Türkiye’yi ezberlerin esaretinden kurtaracak yeni bir “motto”ya ihtiyacı var. Mesela, “Bizi sorunları çözmek güçlendirir, sorunlardan beslenmek değil” gibi.
<< Önceki Haber Adından daha önemli bir açılım Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER