İbretlik bir haksızlık ve direniş öyküsü


2007 yılının mart ayıydı... Genel yayın yönetmeni olduğum Nokta dergisindeki rutin işlerimi arkadaşlara devretmiştim ve zamanımın tümünü Darbe Günlükleri’ni yayına hazırlamaya ayırıyordum. Binlerce sayfalık dokümanı okurken o kadar ilginç şeylerle karşılaşmıştım ki, günlüğün 19 Kasım 2003 tarihli bölümüne düşülmüş –Kocaeli Üniversitesi rektörüyle ilgili- notu normal olarak bir sıradanlık duygusuyla okuyup geçmem gerekirdi. Şöyleydi o bölüm: “19 Kasım 2003... Karargâha döndüğümde Kocaeli Üniversitesi Rektörü’nü beni bekler buldum. 5 Aralık günü YÖK Başkanı seçimi yapılacak. Bu nedenle acaba ben de aday olsam mı diye gelmişti. Kendisine diğer komutanlar ile bu konuyu konuştuğumu ve bu aşamada yeterli desteği almayacağı için aday olmamasını telkin ettim ama bu arada bir gelişme olursa bayram haftası içinde kendisini arayacağımı söyledim.” Dediğim gibi, öncekilerle kıyasladığımda bu satırları sıradan ve önemsiz bulmam gerekirdi ama, öyle olmadı. Çünkü askerlerden YÖK başkanlığı için icazet almaya çalışan o rektörü biliyordum ben: Üniversiteye bağlı tıp fakültesinde çalışan ve benim de tanıdığım bir profesörle ilgili olarak dillere destan bir haksızlığı yıllardır sürdüren Prof. Baki Komşuoğlu’ydu o... Baki Komşuoğlu’nu hiç tanımamıştım, fakat o anda zihnimde, kendinden güçlülerle kendinden güçsüzler karşısında aldığı tutumlar tamamen farklı olan bir insan tipi belirdi. Komutanlara öyle, Prof. Nadir Paksoy’a böyle... Haksızlığın zulme varması... Prof. Nadir Paksoy’un 10 yıldır uğraştığı haksızlığın ve hukuksuzluğun hikâyesi, Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde bölüm başkanıyken, 2000 yılında başladı. O yıl, Tıp Fakültesi Dekanlığı’nın talebi üzerine Rektörlük bir doçentin profesörlüğünü onaylamıştı. Yeni profesör, Nadir Paksoy’un bölümünde çalışacaktı, fakat Paksoy gelişmeleri gazete ilanından öğrenmişti. Oysa akademik kurallar ve akademik nezaket, harekete geçilmeden önce kendisine mutlaka danışılmasını gerektiriyordu. Paksoy bir yandan bu tavrı kabul edilemez buluyor, bir yandan da profesör adayının bu görev için uygun olmadığına inanıyordu. Dr. Paksoy sürece engel olamayınca istifa kararı aldı. Oysa emekliliğine iki seneden az bir süre kalmıştı. Türkiye’de pek rastlanmayan bir “ilke istifası”ydı bu. Kocaeli’de bir muayenehane açtı. Fakat onun gibi özellikli bir akademisyen ve doktorun üniversiteden uzak kalması, her şey bir yana, öğrencilere karşı büyük bir haksızlıktı. Paksoy’un uzmanlık dalı sitopatolojiydi ve bu daldaki uzman sayısı 20’yi geçmiyordu. O ayrıca bir gezgindi, bu sayede çok geniş bir kültür edinmişti, öğrenciler bundan da mahrum kalıyordu. Vikipedi’deki biyografisinde, Dr. Paksoy hakkında şu bilgilere yer veriliyor: “Nadir Paksoy (d. 1952), tıp doktoru (patoloji profesörü) ve gezgindir. Uzmanlık alanı sitopatoloji, özel ilgi alanı ince iğne aspirasyon biyopsi yöntemi ile tiroid, meme ve baş-boyun kitlelerinin ‘iyi-kötü huylu (kanser)’ ayırımıdır. Bu konudaki yan dal uzmanlık eğitimini Oslo Üniversitesi Radium Kanser Hastanesi’nde gerçekleştirdi. İnce iğne biyopsisinin günümüzdeki öncülerindendir. (...) BM gönüllüsü olarak Pasifik Okyanusu’ndaki adalarda (Vanuatu, Samoa, Mikronezya, Tokelau) hekimlik yaptı. Gezi-izlenim-anlatı türü altı kitabı (Bağlam Yayınları) vardır.” Dört yıllık bekleyiş ve mahkemeye müracaat 2002’de, profesörlüğüne itiraz ettiği öğretim üyesi istifa etti ve üniversiteden ayrıldı. Resmen ilan edilmemişti ama, üniversite çevrelerindeki yaygın kanaat, bu kişinin bazı uygulamalarıyla “üniversitenin itibarı” arasında ters orantı olduğu ve bu nedenle istifaya zorlandığıydı. Prof. Paksoy, bu istifada haklı olarak iki yıl önceki tavrının doğrulanmasını görüyordu. Bu duyguyla eski görevine dönmek için üniversiteye müracaat etti. YÖK yasasının 60b maddesi, istifa eden öğretim üyelerinin kadro aranmaksızın eski görevlerine dönmesine imkân sağlıyordu. Yasa açıktı, fakat Nadir Paksoy’a “olmaz” dendi. Rektörlüğün gerekçesi şöyleydi: “Prof. Dr. Nadir Paksoy Üniversitemizde kısmi statüde çalışma talep etmektedir. Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Patoloji Anabilim Dalı’nda ise tam gün süreyle çalışmakta olan beş öğretim üyesi bulunmakta olup Üniversitemizin genel prensibi tüm çalışma saatlerini Kocaeli Üniversitesi’ne ayırabilecek öğretim üyeleri ile çalışmaktır.” Paksoy, bunun üzerine muayenehanesini kapatıp tam gün çalışma düzenine geçebileceğini bildirdi Rektörlüğe, fakat durum yine değişmedi. Nadir Paksoy uzun yıllar hukuk yoluna başvurmaktan imtina etti; ne var ki rektör Komşuoğlu iki dönemde toplam sekiz yıl süren rektörlüğü 2006’da eşi, Prof. Sezer Şener Komşuoğlu’na devrettikten sonra da haksız uygulama sürdürüldü. O günlerde, Hürriyet’ten Yalçın Bayer’in köşesinde yayımlanan bir mektubunda, çaresizliğini ve isyanını şu sözlerle anlatmıştı: “YÖK’ün hazırladığı rapora göre yeni kurulan üniversitelerde öğretim üyesi sıkıntısı çekiliyormuş. Gazeteler bu haberi ‘Okul çok, Prof. yok’ başlığı ile verdi. Böyle haberleri acı bir tebessümle okumaktan kendimi alamıyorum. Dört yıldır yüreğimle ve kalemimle üniversiteye dönmek için uğraş veriyorum. Tamamen haklı olduğum bir konuda, YÖK yasasının ilgili maddesine rağmen üniversite yönetiminin haksız ve adaletsiz tavrı sürüyor. Üstelik uzmanlık alanımda bana ihtiyaç olduğunu biliyorum ve biliyorlar. Görev ve yetkilerini kişiselleştirerek benim 23,5 yıllık Emekli Sandığı hizmetimi yok ediyorlar. Cumhurbaşkanlığı yüce makamı duyarsız, YÖK ilgisiz. Bu ülkenin bir bilim adamı bu kadar sahipsiz mi? İçimden isyan lavları püskürüyor, yüreğim acıyor. Kahrediyorum. O yüzdendir ki bilim adına yapılan söylemlerin hiç biri bana samimi gelmiyor. Ben sadece akademik bir tavrı onur anlayışımla bağdaştıramadığım için üniversiteden altı yıl önce ayrılmak zorunda kaldım ve koşullar değişti, şimdi dönmek istiyorum. Üniversite kimsenin babasını malı değildir.” Dr. Paksoy, haksızlığın düzeltilmesini yeni rektörden de rica etti, fakat yine olumsuz cevap aldı. Bunun üzerine 2007’de Kocaeli İdare Mahkemesi’ne başvurdu. Mahkeme geçtiğimiz yılın ağustos ayında sonuçlandı ve Paksoy’un görevine iadesine karar verildi. “Bunu yapan insan...” Ne var ki, rektör bu kararı da uygulamadı. Dr. Paksoy, benzer durumda başka fakültelerde beş-altı öğretim üyesinin daha olduğunu belirtiyor ve uğradığı manevi yıkımın yanı sıra, emekliliğinin engellenmesinden doğan maddi kaybı şu sözlerle anlatıyor: “Kocaeli rektörü akademik konuda haklı çıktığım için işi kişiselleştirdi. Mahkeme kararını dinlemiyor. 24 yıllık öğretim üyeliğinin bana vereceği özlük hakkım heba oluyor. Bağ-Kur’dan serbest hekimim; emekli olsam Bağ-Kur berber emekli aylığı bağlayacak bana: 600-700 TL... Oysa 1/4 profesör emekli aylığı 3000-3500 TL. Bunu yapan insan, hekim, demokrat olabilir mi?” Bu soru hepimize, ama en çok da YÖK’e... Anlamak hakikaten çok zor: En kritik mevkideki devlet memurları bile idare mahkemesinden lehlerine çıkan kararlarla derhal görevlerine dönebiliyorken, bir rektör nasıl bu kadar pervasız davranabiliyor ve kimse ona “siz ne yapıyorsunuz” diye sormuyor. Ekim ayında Kocaeli Üniversitesi’nde rektör seçimi ve ataması var. Sezer Şener Komşuoğlu yeniden rektör olursa, bu, kendisinin ikinci, ailesinin dördüncü rektörlük dönemi olacak. Dile kolay, toplam 16 yıl. Ve inat yeni dönemde de sürerse, bunun 14 yılı Nadir Paksoy’a cüretinin bedelini ödetmekle geçmiş olacak!
<< Önceki Haber İbretlik bir haksızlık ve direniş öyküsü Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER