Yargıdaki telekulak ve cevapsız soru


Telekulak iddiaları uzunca bir zamandır Türkiye gündeminde. Fakat geçtiğimiz aralık ayından bu yana adeta kampanyaya dönüştü. Öyle ki; muhalefet ve yüksek yargı çevrelerinin iddialarına göre; hükümet kendine bağlı birimler sayesinde herkesi dinliyor, kişisel verilerini kaydediyor, günü gelince de istediği şekilde servis ediyor. (!) Hatta CHP lideri Kılıçdaroğlu, aylardır miting meydanlarında 'telekulak ülkesi olduk' deyip hükümete yükleniyor. Fakat iddiaları soruşturan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tartışmaları bitirecek bir karara imza attı. Savcılığın yüksek yargı santralleri ve TİB'de yaptığı çalışmaya göre 'yüksek yargı dinlenilmemiş.' Savcılık, uzman bilirkişilerle Yargıtay ve Danıştay'a ait 2 bin 115 telefonu tek tek masaya yatırdı. Dinleme iddiasını destekleyen tek emare bile bulunmazken TİB'in sistemi de tam not aldı. Yani hükümetin yargıyı dinlettiği iddiaları boş çıktı. Bu aşamada; yürüyüşler yapan, hatta bu iddiadan hareketle AK Parti'ye yeni bir kapatma davası açılması gerektiğini söyleyenler ne diyecek bakmak lazım. Fakat soruşturma dosyasına yansıyan bir başka ayrıntı var ki gürültü koparmaya aday. Yargıtay santrallerini inceleyen bilirkişiler söz konusu santrallerden birinin konuşmaları kaydetme özelliğine sahip olduğunu ortaya koydu. Üstelik bu özelliğin aktif hale getirilebilmesi amacıyla da 4 abone için lisans satın alındığı tespit edildi. Bunun Türkçesi şu; sağda solda ortaya dökülen ses kayıtlarının kaynağı bizzat bu santral olabilir. Kulislere göre bilirkişiler bu seçeneği test ettiler. Sonuçta bu ihtimalin geçerli olduğu görüldü fakat bilirkişi raporuna bu durum yansımadı. Hatırlanacağı gibi geçtiğimiz hafta skandal bir ses kaydı internette yayınlanmıştı. Yüksek yargı mensubu üç isim referandumda hayır çıkması için Öcalan'a olan ihtiyaçtan, BDP'nin 'boykot'a ikna edilmesinden bahsediyor. Yargıtay Başkanı Hasan Gerçeker 'gereği yapılacak' deyip konuyu geçiştirdi. Önceki gün Adli Yıl açılış toplantılarında herkes bu skandal kayıtla ilgili tatmin edici bir açıklama bekledi. Fakat Gerçeker bir siyasi parti lideri gibi 'açıktan hayır' kampanyası yaptı. Anayasa paketini eleştirdi, hayır çağrısı yaptı. Oysa kamuoyu; referandumdan hayır çıkması için Öcalan'a ihtiyaç duyan yüksek yargı mensuplarıyla ilgili ne yaptığını/yapacağını merak ediyor. Başbakan'dan korkmak (!) CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, dün NTV yayınında konuşurken dikkat çekici şekilde moralsizdi. Belli ki Avcılar'daki afiş skandalı ve parti içi çekişmelerden çok rahatsız. Bu yöndeki sorulara biraz da sert bir üslupla 'size ne bizim parti içindeki işlerimizden' mealli cevaplar verdi. Hatta 'bu tip soruları Başbakan'a sorma cesaretiniz oluyor mu' da dedi. Normal şartlarda bu tepki, 'içinde bulunduğu siyasi şartlar'a bağlanır ve fazlaca önemsenmezdi. Fakat son dönemde adeta kampanyaya dönüşen bir 'Başbakan'dan korkma' söylemi var. Kılıçdaroğlu'nun bu tepkisi de o kampanyanın bir parçası. Öyle bir hava estiriliyor ki Erdoğan ve AK Parti, mevcut sistemi değiştirip yerine 'dikta rejimi' getiriyor. Muhalefet liderleri, muhalif yazar-çizerler 'kavgada bile söylenmeyecek sözlerle' Başbakan'a yükleniyorlar. Bu durum biraz 'hem dayak atıp hem de kurtarın beni dövüyorlar' diyerek ortalığı karıştıran 'pişkin Yahudi' fıkrasına benziyor. Şöyle ki; CHP lideri Kılıçdaroğlu koltuğa oturduğu günden bu yana ilginç bir siyasi üslup kullanıyor. Sürekli birtakım iddialar ortaya atıyor ama belge ya da delil ortaya koymuyor. O iddiası yanlış çıkarsa da hemen yeni bir iddia ortaya atıp gündemi değiştiriyor. Kılıçdaroğlu'nun söylemi ne kadar tutar, ne kadar inandırıcı ayrı bir tartışma konusu. Fakat muhalefetin 'Başbakan'ın sinirlerine oynayarak hata yapmaya zorlama' stratejisi artık nezaket sınırlarını aşıyor. Çünkü CHP lideri her kürsüye çıktığında 'adamsan, yüreğin yetiyorsa' gibi ifadelerle başlayıp 'kalpazan, yetim hakkı yiyen harami, vurguncu, soyguncu' gibi hakaret de içeren ifadelerle yükleniyor. Müstehzi ifadelerle alaya alıyor. Öbür yandan da Erdoğan'a 'çok kızıyor', 'aşırı sinirli' eleştirisi yapılıyor. O ifadeler kime söylense muhatabının sinirlenmemesi mümkün değil. Kaldı ki Erdoğan'ın da sakin olmaya çalıştığı belli. Sonuçta Erdoğan ve ailesi, belediye başkanlığından bu yana göz önündeler. İrdelenmedik hiçbir şeyi kalmadı. Fakat o gün bugündür aynı 'dikta' aynı 'irtica' paranoyasıdır gidiyor. Bu süre zarfında Erdoğan hapis yattı, 'muhtar bile olamaz' dendi, partisiyle ilgili kumpaslar kuruldu. Perde arkasında kamuoyunun bilmediği daha neler oldu ki Erdoğan şubat başında 'öyle şeyler yaşadım ki, anlatsam ülkem kaldırmaz' bile dedi. Doğrudur, Erdoğan'ın daha sakin olması gerekir. Fakat Başbakan'a her türlü hakareti yapıp sonra da 'e canım Başbakan da çok sinirli' demek biraz tuhaf olmuyor mu?
<< Önceki Haber Yargıdaki telekulak ve cevapsız soru Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER