Türkiye ne kazandı?


Uzun zamandır kamuoyunda tartışılan 'füze kalkanı' konusunun ele alındığı Lizbon'daki NATO toplantısından döner dönmez sorular başladı. Türkiye bu zirvede ne kazandı? Gerçekten medyada yazıldığı gibi Ankara'nın bütün talepleri karşılandı mı? Füzeler ne zaman geliyor? Türk diplomasisi Lizbon'da gerçekten başarılı mı oldu, yoksa bir PR faaliyetiyle mi karşı karşıyayız?Bu ve benzeri soruların birçok insanın zihnini meşgul ettiğine kuşku yok. O halde tek tek cevap vermek yerine, tartışılan konunun baştan bugüne geçirdiği evreleri dikkate alarak ve devletin tepesinin beraber olduğumuz iki günlük Lizbon gezisinde bizimle paylaştığı veriler ışığında çıkan sonucun ne anlama geldiğini ortaya koymak daha doğru. Bir kere, sevindirik olmaya, zafer narası atmaya gerek yok. Zira yaygın adıyla 'füze kalkanı' denen bu proje, Türkiye'nin bugünkü vizyonunun bir sonucu değil. Aksine son dönemde başarıyla uygulanan 'komşularla sıfır problem' anlayışına ters, Soğuk Savaş kokan bir yaklaşımın ürünü. Çünkü isimleri geçmese de projenin hedefindeki düşmanlar, Türkiye'nin ilişkileri maksimize etmeye çalıştığı komşular İran ve Suriye. Projenin müellifinin ABD olduğuna kuşku yok. Ama özünde AK Parti'nin dış politika çizgisinden farklı olmayan Obama'nın vizyonunu yansıtan bir proje değil. Irak ve Afganistan savaşları gibi, W. Bush döneminden kalma kötü bir miras. Obama'nın yaptığı, 'İran'la savaş isteriz' diye çığlık atan ve İsrail'den de şahin çevrelerin seslerini biraz kısmak için revize edip basitleştirmekten ibaret. Bush, sistem için Polonya ve Çek Cumhuriyeti'ni planlamış ve Rusya'nın öfkesini çekmişti. Obama ise yaptırdığı çalışmalar sonucu buna gerek olmadığını, Akdeniz'deki gemilere ve Türkiye gibi İran'a yakın ülkelere yerleştirilecek daha basit sistemlerle muhtemel füzelerin önleneceğini ortaya koydu. Böylece maliyet, milyar dolarlardan milyon dolarlara düşüyor; 2018'te hayata geçecek sistemin 2011'de devreye sokulması avantajı doğuyordu. Ayrıca Rusya kazanılmış olacak ve Obama, şahinlere karşı çok da güvercin olmadığını gösterecekti. Akdeniz'deki gemilere radar yerleştirmek kolaydı. Ama İran ile iyi ilişkileri olan Türkiye'yi ikna etmek gerekiyordu. ABD'nin, teknik bir zorunluluk dolayısıyla mı, yoksa Türkiye'nin Batı'ya sadakatini test etmek için mi, Türkiye'de ısrarcı olduğu hâlâ cevaplanması gereken bir soru. Yakın bölgede istekli bir ülke düşünülemez miydi? Ama sorunun cevabı ne olursa olsun, uzun zamandır tartışılan kalkan konusu Türkiye gündemine böyle girdi. Türkiye, ya BM'deki İran oylamasındaki gibi bir kez daha hayır diyerek Batı ile ters düşecek; eksen tartışmaları alevlenecek; NATO'daki varlığı tartışılacaktı. Ya da projeyi kendi ihtiyaçlarına yaklaştıracak ve zararını asgariye indirmeye çalışacaktı. Türk-Amerikan ilişkilerini izleyen herkesin kanaati, ikinci bir krizin ilişkileri sabote edeceği şeklindeydi. Durum kritikti. Devletin zirvesi, cumhurbaşkanı başkanlığında toplandı. İkinci seçenek ağır bastı. Olmazsa olmazlar belirlendi: Bu, Amerikan değil, Türkiye'nin de söz sahibi olduğu NATO projesi olacaktı. İran veya başka ülke zikredilmeyecekti. Masraflar paylaşılacak ve sistem Türkiye'nin tamamını ve tüm NATO ülkelerini koruyacak şekilde tasarlanacaktı. Lizbon'da proje onaylandı; ama Türkiye'nin tüm istekleri de karşılandı. Kuşkusuz bunda, Türkiye'nin ev ödevini iyi yapması kadar, adamlarına, ne yapıp edip bu konuda zirveden olumlu sonuç çıkarmaları talimatı veren Obama'nın da önemli payı var. Bu çerçevede Türkiye'nin en büyük kazancı, iç politikaya da olumsuz yansımaları olacak şekilde ABD ile krizin önlenmesiydi. Cumhurbaşkanı Gül'ün şu sözleri bu kaygıyı iyi yansıtıyor: "İsteklerimiz kabul edilmeseydi, süreci engellemek zorunda kalırdık. Bu da bizi NATO'yu tıkayan ülke konumuna düşürürdü." İkinci kazanç, Amerikan patentli projenin NATO projesine dönüşmesi. Bunun anlamı, maliyetlerin paylaşılması, bundan sonraki her aşamada, sistemin komutasında Türkiye'nin söz sahibi olması ve kurulacak sistemin kendi ihtiyaçlarımızı da karşılayacak olması. Sembolik olsa da çıkan belgede İran'ın zikredilmemesi de önemli. Zira proje baştan beri İran'ı hedefliyordu. Zirvede kabul edilen NATO'nun yeni stratejik konsept taslağını hazırlayan Madeline Albright başkanlığındaki heyetin raporunda da İran açıkça zikrediliyordu. Üstelik sadece ABD değil, Fransa da İran'ın zikredilmesinden yanaydı. Belki İran'ı bu kadar kollamak Batı'daki Türkiye imajına zarar vermiş olabilir, ama sonuçta belge Türkiye'nin istediği gibi çıktı. Ne dersiniz, baştaki sorulara cevap verebildik mi?
<< Önceki Haber Türkiye ne kazandı? Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER