MERKEZDE SİYASET VE 'MERKEZE ÇEKİLEN SİYASİLER'


Türk Siyasi hayatı 1946 seçimleriyle birlikte çok partili yaşama geçti. 1946 seçimlerinde “açık oy gizli tasnif” usulü uygulandığından, gerçekte kaybedilen iktidar, devletin partisi CHP’nin elinde bir dönem daha fazladan tutuldu. 1950 seçimleriyle demokrasi oyununu daha fazla hileye mahal vermeden yürütmek zorunda olduğunu anlayan jakoben dayatmacı yapılar, Celal Bayar ve Adnan Menderes ikilisinin başını çektiği DP’ye iktidarı devretmek zorunda kaldılar. Siyasi literatüre göre partiler; kadro partileri ve kitle partileri diye 2 ana başlıkta değerlendirilir. Kadro partileri yoğun ideolojik örgütlenmelerin olduğu fikri temelli partiler olarak ön plana çıkarlarken, kitle partileri ise daha geniş bir tabana yönelik politika yaparak siyasal iktidarı hedeflerler. Halkın oyuna talip olan siyasetçilerin sürekli dillendirdiği “merkezde siyaset yapmak” diye bir söylem söz konusudur. İktidara yürüdüğünü söyleyen partiler de, iktidarı ele geçiren partiler de, merkezde siyaset yaptığını söyler ve merkezdeki oylara talip olur. Bu söylemden kasıt koyu bir ideolojik çizgilerinin olmadığına vurgu yapmak ve geniş halk kitlelerini kendilerinin temsil ettiği iddiasında olmaktır. Özellikle sağ partiler bu argümanı sıklıkla kullanırlar. Rahmetli Özal’ın ANAP’ı da Demirel ve Çiller’in DYP’si de bu kavrama sıklıkla vurgu yaparak kendini konumlandırmış olan siyasi hareketlerdir. Şimdi merkezde siyaset yapan ve merkeze oturan bir parti olarak biz AK Partiyi görmekteyiz. Kanımızca da AK Parti hem merkezin büyük bir bölümüne hitap etmekte, hem de kendisinden önceki merkeze hitap eden ANAP ve DYP’nin seçmen kitlesinin önemli bir kesiminin ilgisine de mazhar olmaktadır. Merkezdeki halk manevi değerlerle barışık orta sınıfı oluşturmaktadır. Hatırlarsak, daha önceden Mesut Yılmaz, Tansu Çiller ve Süleyman Demirel gibi klasik sağ liberal duruşu olan liderler, geniş muhafazakâr halk kitlelerinden oylar alarak iktidar olmayı başardılar. AK Parti lideri Erdoğan’la birlikte sosyolojik olarak Türk siyasetinde önemli bir kırılma söz konusu oldu. Köken olarak kadro partisi özellikleri gösteren “milli görüş” hareketinden gelen Başbakan Erdoğan, merkezde liberal ve AB yanlısı kitlelerden oy alan, manevi değerlere bağlı bir genel başkan olarak ön plana çıktı. Klasik merkez sağ siyasetçiler muhafazakâr halk kitlelerinden oy almayı başarırken, Başbakan Erdoğan, muhafazakâr ve dindar kimliğiyle, merkezde bulunan geniş kitlelerden de fazlasıyla oy almayı başardı. 2002’den bu yana girdiği bütün seçimleri kazanan AKP, 12 Haziran 2011 seçimlerinin de tek başına iktidarı kazanma yönündeki en büyük adayı olarak diğer partilere göre çok daha fazla ön plana çıkmakta. Son dönemde siyaseten halkta bir karşılığı ve anlamı olmayan ve kendilerini bir türlü emekliliğe ayırmayan bazı zevatın varlıkları söz konusu. Halkın da bir türlü iltifat etmediği bu dinozor politikacılar, yeniden yeniden siyaset sahnesine çıkış denemelerinde bulunmaktalar. Mülki idare yapımızda hepimizin bildiği gibi şehirlerimizi valiler temsil eder. Valilerimiz içişleri bakanlığına bağlıdırlar ve o ilin en yetkili amirleridir. Siyasi iktidarlar zaman zaman valilerimizle ilgili muhtelif kararnameler yayınlar çalışkanlıklarına göre illerin valilerini değiştirilir ya da performansında düşük olan valileri de görevden alırlar ve merkeze çekerler. İşte bu valilerimiz emekliliği gelene kadar Ankara’da merkeze alınır. Merkezde görev yapan valilerimize de ‘merkez valileri’ denilir. Merkez valileri sabahtan akşama kadar kendilerine ayrılan görev yerine gelir ve genellikle hiçbir iş yapmadan evlerine dönerler. İçlerinden çok az bir kısmı da, siyasi iktidarın değişmesini ve yeni bir iktidar döneminde yeniden aktif görev almanın hayallerini kurarlar. Son dönemlerde ‘Güniz Sokak’ merkezli, beyhude siyasi çabaları görünce, bu tür siyasilere de merkez valilerin isminden hareketle ”merkez siyasetçileri” adının çok yakıştığını düşünmekteyiz. Merkeze çekilen valiler dönemin siyasi iktidarının tasarrufuyla, merkez siyasetçileri ise halkın kendilerine teveccüh etmemesiyle gözden ve gönülden ırakta olurlar ve merkeze çekilirler. Yukarıdaki yazdıklarımızdan hareketle makalemizi şu şekilde tamamlayabiliriz: Süleyman Demirel, Hüsamettin Cindoruk ve Mesut Yılmaz’ın ne bu ülkeye, ne de bu ülke halkına hala verecek bir şeyleri var mıdır? Acaba bu arkadaşlar, halkın kendilerini merkeze çektiğini görüp, huzurlu ve sağlıklı bir şekilde emekliliğin tadını mı çıkarmalıdırlar? Bu mevcut şekilleri ve eylemleriyle inanılmaz bir şekilde tatsız olduklarının farkında mıdırlar?
<< Önceki Haber MERKEZDE SİYASET VE 'MERKEZE ÇEKİLEN SİYASİLER' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER