Kıyma makineleri rotatiflerin içindeydi


Basın Konseyi Başkanı Orhan Birgit, yaptığı açıklamalarla bu hafta Aksiyon dergisine kapak oldu. Sayın Birgit, gazeteci ve siyasetçi kimliği ile son yarım asrın siyasî olaylarında önemli bir tanık. Ergenekon dava sürecinde de tartıştığımız temel konulardan biri, darbeler, darbeciler ve medya. Özellikle 28 Şubat sürecinde, o günkü hükümete karşı yürütülen psikolojik savaşta, medya çok kötü bir sınav verdi. Amacım, kim o hengâmede ne yapmıştı onları hatırlatmak değil. Amacım, medyanın artık demokratikleşmeden yana tavır koyması gerektiğini bir daha vurgulamak. Zira bazı meslektaşlarımız, iyi niyetli çağrılara rağmen, özellikle AK Parti düşmanlığı üzerinden Ergenekon davasını sulandırmaya, bulandırmaya devam ediyorlar. Bir inatlaşma, bir direnç var. Geçmişin pişmanlığını yaşamayan, tam tersine sütten çıkmış ak kaşık gibi davrananlar var. Türkiye'de çok partili sisteme geçilmesini, cuntacılar en büyük hata olarak görüyorlar. Hatta belki şaşıracaksınız, en çok kızdıkları, sağ siyasetçiler değil, İsmet Paşa... Hangi çağda yaşadığımızı unutarak, hâlâ tek parti döneminin özlemi içinde olanlar bunlar. Zaten şu anda Türkiye'nin temel sıkıntısı da bu. İttihat Terakki'den bu yana, kendisini ülkenin aslî sahibi kabul eden bir zihniyet, vesayet/statüko sisteminin devamını, hayat memat meselesi olarak görüyor. Sayın Birgit'in açıklamaları, medyanın dezenformasyonlarını deşifre etme adına çok önemli. Vesayet zihniyeti, seçmen iradesine ilk müdahaleyi 27 Mayıs 1960 darbesi ile yaptı. Meşru hükümeti devirenler, Başbakan Adnan Menderes ile bakanlar Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan'ı astılar. Bu bir korku salmaydı. Bu korkutma, on yılda bir diğer askerî müdahaleler ile tekrarlandı. Demokrasiye yapılan bütün müdahalelerde en önemli rolü, öğrenci olayları ve medya oynadı. Hemen hatırlayalım, 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 öncesinde toplam beş bine yakın üniversite öğrencisi 'sağ-sol çatışması' anaforunda katledildi. Orhan Birgit, işte 27 Mayıs öncesi için tarihî bir ifşaatta bulunuyor. Darbeye giden günlerde, askeri kışkırtan en büyük yalanlardan biri, üniversite öğrencilerinin kıyma makinelerinden geçirildiği haberleriydi. Aksiyon'dan okuyalım: "-Öğrenci olaylarını siz mi organize ettiniz? -Evet, doğrudur. -Nasıl? -Ben CHP Beyazıt ilçe başkanıyım. Öğrenciler (Nurettin Sözen falan da vardı içlerinde), başka birtakım arkadaşlar geldiler. Yardım istediler. 'Ne yapabiliriz?' diye sordular. Bizim yaptığımız şu, öğrenciler üniversite bahçesinde oturup direnç gösterecekler, miting yapacaklar, tahkikatların kurulmasına karşı. Ancak olaylar kontrolden çıktı. -Kıyma makineleri bir dezenformasyon muydu? -Ha, kıyma... Ben inandım ona. Sonra ne kıyma var, ne Et Balık Kurumu var. Kıyma makineleri haberlerini yayımladıktan sonra öğrendik ki uydurma. Anlatan da kim? Alev Alatlı'nın babası Albay Ertuğrul Alatlı. Basın yayın işlerinden sorumlu bir subayın uydurması. Dezenformasyonun dik âlâsı. Bildiri çıktı. Anadolu Ajansı geçti haberi... -Ama siz iyi bir gazetecisiniz. Bu haber gelince şüphe etmediniz mi? -Şimdi bir olayın soruşturması için şeyler olması lazım. Tek araç devlet ajansı. Devlet ajansına güvenmeyip de kime güveneceksin?" Sayın Birgit'in gerekçesi bugün için geçerli değil. Bu gerekçe, 28 Şubat sürecinde de söylendi. Bir başyazar, bir ana haber sunucusu arkadaş da, "Genelkurmay'dan gelen bilgiye güvenmeyecek miydik?" dediler. Sıkıntı, gazetecilerin, askerle samimiyetinde... Balbay'ın yanlışı da o. İçinden geçtiğimiz süreçte medyada ciddi bir sorgulamaya, özeleştiriye ihtiyaç var. Geçmişi, medyanın yakasını bırakmayacak. İşte Hrant Dink'in katili Ogün Samast; "Bu cinayeti baskıyla işledim, kullanıldım. Dink'i hedef gösterenler nerede? O yazılar yazılmasaydı, o manşetler atılmasaydı bunlar yaşanmazdı." diyor. Suça teşvik eden bir medya ile Türkiye asla demokratikleşemez...
<< Önceki Haber Kıyma makineleri rotatiflerin içindeydi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER