12 Eylül sanık sandalyesinde

12 Eylül referandumunun somut sonuçlarından biri daha görüldü. 1980 darbecilerinin yargılanmasına başlanıyor.

12 Eylül sanık sandalyesinde

İddianamede, darbeye zemin hazırlamak için işlenen cinayetler ve kanlı eylemler tek tek sıralanıyor. Yapılan işkenceler ayrıntılarıyla anlatılıyor. Anayasa değişikliğiyle 12 Eylül darbesine yargı yolunun açılmasının ardından önemli bir gelişme yaşandı. Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ile dönemin Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Org. Tahsin Şahinkaya'nın sanık olduğu iddianameyi kabul etti. Evren ve Şahinkaya için 'ağırlaştırılmış müebbet' isteyen savcı, 'darbeye 1 yıl önce karar verildiği, devlet içindeki derin yapıların, buna zemin hazırlamak için terör olayları çıkardığı' tespitinde bulundu. Dönemin 2. Ordu Komutanı Bedrettin Demirel'in "Arkadaşlarımın çoğu 'Tam olgunlaşsın, millet tarafından tasvip edilsin' dediler. Bana kalsaydı bir yıl önceden yapardım. Çok kan aktı." sözleri, kaos planının itirafı olarak iddianameye girdi. Darbenin akamete uğramaması için 1980'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sabote edildiğine vurgu yapıldı. 80 sayfalık iddianamenin en dikkat çekici bölümlerinden birini ise işkenceler oluşturdu. Gözaltında ya da cezaevinde 191 kişinin öldüğüne dikkat çekildi. Merhum BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu'na yapılan elektrikli işkence de deliller arasına girdi. BÜYÜTMEK İÇİN TIKLAYIN 12 Eylül iddianamesinde demokrasi manifestosu İddianamede soruşturmanın, 12 Eylül 2010'da yapılan referandumla Anayasa'nın geçici 15. maddesinin kaldırılmasının ardından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı'na ve Türkiye'nin değişik yerlerindeki cumhuriyet başsavcılıklarına verilen şikâyet dilekçeleri üzerine başlatıldığı belirtildi. Şüpheliler Ahmet Kenan Evren, Ali Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Sedat Celasun ve Nurettin Ersin hakkındaki Anayasa'yı ihlal suçundan yürütülen soruşturmanın tefrik edildiği, iddianamenin de tefrik edilen soruşturma sonucunda hazırlandığı ifade ediliyor. Yakın tarihte sivil otorite karşısında konumunu güçlendiren askerî bürokrasi ve askerî bürokrasiyle koalisyon yapan elitlerin, millet adına karar verme düşüncesinde oldukları aktarılıyor. 'Halka rağmen halk için demokrasi' düşüncesinin egemen kılındığı belirtiliyor. TOPLUM KAOSA SÜRÜKLENDİ 1961 ve 1982 anayasalarıyla egemenliğin milletten alındığı, seçimle gelmeyen kurumlarla paylaştırıldığı belirtiliyor. İddianamede, "Güvenlik ve kamu düzeni, devletin bekası tabii ki önemli ve vazgeçilmez hususlardır. Yanlış olan, bunlar yönünden bir tehlike yokken bilerek ya da bilmeyerek sanal bir tehlike paranoyası içerisinde özgürlükleri kısıtlamak ve ortadan kaldırmaktır.'' deniliyor. Toplumun kaosa sürüklenmesi için düzenlenen provokatif olaylar tek tek sıralanıyor. 1 Mayıs, Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum'daki olaylar, Abdi İpekçi suikastının askerî darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı aktarılıyor. Cuntacıların, müdahale için 'şartların oluşmasını beklediği' kaydediliyor. İddianamede, "Ülkede kaos ve kargaşa oluşturarak, darbeye zemin oluşturmak isteyen güçler, ekonomik ve sosyal istikrarsızlığı kaçırılmaz bir fırsat olarak değerlendirerek tertipledikleri terör olaylarıyla ülkeyi adım adım askerî darbeye sürüklemişlerdir. Yaşanan terör olaylarında, halkı kışkırtmak ve karşı karşıya getirmek için çoğunlukla aynı argümanların kullanılması, olaylarda herkes tarafından görülen asıl faillerin olaylardan sonra bir türlü yakalanamaması ... olayların, ülke yönetiminin askerî otoritenin eline geçmesini isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, şüphelilerin denetiminde bulunan askerî yönetiminse, ülkenin kaosa sürüklenerek darbe şartlarının oluşmasını bekledikleri sonucuna varılmaktadır.'' Belirlenen tarih 11 Temmuz İddianamede, askerî müdahale fikrinin 1979 Temmuz ayında ordunun üst kademelerince konuşulmaya başlandığı, Kenan Evren'in kuvvet komutanlarıyla görüşmeler yaptığı anlatılıyor. Evren'in yaptığı görüşmelerde Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık'tan bir çalışma grubu kurmasını istediği ifade ediliyor. Saltık'ın 4 Haziran 1980'de Genelkurmay Başkanı Evren'e sunduğu 'Bayrak Harekâtı' adı verilen planın Evren tarafından incelendiği anlatılıyor. 1 Temmuz 1980'de komuta kademesince yapılan toplantıda darbe günü olarak 11 veya 12 Temmuz'un belirlendiği, ancak darbenin bu tarihte gerçekleştirilemediği ifade ediliyor. İkinci kez harekat zamanı olarak 12 Eylül'ün belirlendiği kaydediliyor. 5 Eylül 1980'de Genelkurmay Başkanlığı'ndan çıkan kuryelerin, harekatın '12 Eylül-saat 04.00'te yapılacağını belirten emrin bulunduğu zarflarla Türkiye'nin dört bir yanına hareket ettiği belirtiliyor. İŞTE DARBE ŞARTLARINI OLGUNLAŞTIRAN EYLEMLER 1 Mayıs, darbe için bir provokasyondu: 12 Eylül öncesinde, 34 kişinin ölümüyle sonuçlanan 1 Mayıs 1977 olayına yer verilen iddianamede, olayın oluş şekli, görgü tanıklarının anlatımları, ateş edenlerin birçok kişi tarafından görülmesine rağmen gerçek suçluların hiçbirisinin yakalanamamasına dikkat çekiliyor. Olayın toplumu kaosa ve iç çatışmaya sürüklemek, nihai hedef olarak ise askerî darbeye zemin hazırlamak amacıyla devlet içinde yönetimi ele geçirmek isteyenlerin yönlendirmesi ve kurgulamasıyla çıkarılmış bir provokasyon olduğu kaydedildi. 'hAMİDO' SUİKASTI DA İDDİANAMEDE: 6 Nisan 1978'de Ankara Emek Postanesi'nden evine gönderilen bombanın patlaması sonucu Adalet Partili Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu ile gelini ve torununun öldürüldüğü hatırlatılıyor. Fendoğlu'nun solcularca öldürüldüğü düşüncesiyle halkın ayaklanarak, Aleviler ile solculara karşı saldırılar gerçekleştirildiği, aynı tarihte, aynı postaneden Adıyaman Emniyet Müdür Muavini Abdülkadir Aksu'ya da bombalı paket gönderildiği aktarılıyor. Alıcıya ulaşmadığı gerekçesiyle iade edilen bombanın, uzman ekiplerce imha edildiği belirtilen iddianamede, 7 Nisan 1978'de de Çankaya Postanesi'nden Kahramanmaraş'ın Pazarcık ilçesinin CHP'li ilçe başkanı ve milletvekili adayı Memiş Özdal'a paket içerisinde bomba yollandığı ifade ediliyor. '3 adet bombanın, aynı ilden bir gün arayla farklı siyasi görüşteki kişilere gönderilmesinin, olayın toplumda kaos oluşturmak ve darbeye zemin hazırlamak isteyen gizli güçler tarafından tertiplendiğini gösterdiği' ifade ediliyor. 16 Mart katliamı: 16 Mart 1978'de İstanbul Üniversitesi'nden çıkan sol görüşlü öğrencilere açılan ateş ve atılan bomba sonucu 7 öğrencinin öldüğü, 50'den fazla kişinin yaralandığı hatırlatılan iddianamede, olaydan uzun süre sonra bombayı atan Zülküf İsot'un, katliamı ailesine itiraf ettiği, kısa süre sonra kendisi gibi ülkücü olan Latif Aktı tarafından öldürüldüğü belirtiliyor. İddianamede, "Olayda, suçlunun takibine amirleri tarafından müdahale edildiğini belirten görevli polisin beyanları, yıllar sonra ortaya çıkan ve yargılanıp ceza alan fail Zülküf İsot'un eylemi polisin kendisine yaptırdığını belirten beyanları, olayın oluşu, toplumda kaos oluşturmak ve yönetimi ele geçirmek isteyen güçler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.'' görüşüne yer veriliyor. Sivas'a dışarıdan adam getiriliyor: İddianamede, 1978'de Sivas'ta Alevi ve Sünniler arasında meydana gelen olaylara yer veriliyor. Bazı güvenlik güçlerinin, Sivas'a dışarıdan toplulukların getirildiğine ilişkin ifadeleri olduğu vurgulanan iddianamede, Sivas'ın, Alevi ve Sünni vatandaşların birlikte yaşaması nedeniyle provokatif eylemler için uygun olması, olayda Malatya, Maraş ve Çorum olaylarındakine benzer şekilde Sünnileri Aleviler aleyhine kışkırtmaya yönelik sloganların atılması gözetildiğinde, 'olayın ülkeyi kaosa sürükleyerek, askerî darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığının anlaşıldığı' kaydediliyor. Maraş, müdahalenin ilk adımı: Kahramanmaraş'ta 19-26 Aralık 1978 arasında meydana gelen olayların, 12 Eylül sürecine giden yolda önemli dönüm noktalarından biri olduğu belirtilen iddianamede, "Kahramanmaraş olayları, 12 Eylül 1980 askerî darbesinin nedenlerinden biri olarak görülmektedir.'' ifadesi kullanılıyor. Olayların ardından 26 Aralık 1978'de 13 ilde sıkıyönetim ilan edildiği bildirilen iddianamede, 'olayın, toplumda kaos oluşturmak ve askerî darbeye zemin hazırlamak isteyen güçler tarafından çıkarıldığı, etkin güvenlik kuvvetlerince de müdahale edilmediği kanaatine varıldığı' görüşü yer aldı. İpekçi suikastı da iddianamede: Milliyet Gazetesi Başyazarı Abdi İpekçi'nin, 1 Şubat 1979'da Mehmet Ali Ağca tarafından öldürüldüğü anımsatılıyor. 'Ağca'nın, kendisine eylemi yaptıranları açıklayacağına dair açıklamasından sonra Maltepe Askerî Cezaevi'nden asker elbisesi giydirilerek kaçırılmasının, ülkenin kaos ve çatışmaya sürüklenerek yönetilemez hale getirilmesini isteyen güçler tarafından planlandığını gösterdiği' kaydediliyor. Çorum'da aynı oyun oynandı: Çorum'da 1980'de meydana gelen olaylarda bir kez daha Alevi ve Sünnilerin karşı karşıya getirildiği ifade edilen iddianamede, "Çorum olaylarında da yine Kahramanmaraş ve Malatya olaylarındaki gibi 'cami bombalandı', 'sular zehirlendi' gibi söylentilerle Alevi ve Sünni halk kitlelerinin karşı karşıya getirilmesinin amaçlandığı anlaşılmıştır. Olaya müdahale için gelen Amasya Tugay Komutanı'nın olaylar yatışmadan birliklerini geri çekmesi, olayı bizzat yaşayan Adnan Baran'ın polis ve askerin olaylara müdahale etmediği, kendisiyle birlikte firari sanıkların kentte rahatça gezmelerine izin verildiği, bazı subayların sağ ve sol gruplara silah ve patlayıcı verdiklerine dair beyanları birlikte değerlendirildiğinde, olayın ülkede kaos çıkararak yapılacak darbeye zemin hazırlamak isteyenler tarafından çıkarıldığı anlaşılmaktadır.' Fatsa operasyonu emrini Evren verdi: Ordu'nun Fatsa ilçesinde, 14 Ekim'de 1979 ara seçimlerinde, arkasında Devrimci Yol Örgütü'nün desteği olan, Terzi Fikri adıyla üne kavuşan Fikri Sönmez'in belediye başkanı seçildiği hatırlatılan iddianamede, Fatsa'da bu tarihten sonraki gelişmeler özetleniyor. Bu gelişmelerin ardından Fatsa'ya 8 Temmuz 1980'de Samsun'dan gelen askerî birliklerle operasyon düzenlendiği belirtilen iddianamede, operasyon emrini dönemin Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in verdiği, direnişle karşılaşmayan operasyonlar sonucunda Sönmez ile birlikte 300 kişinin gözaltına alındığı anlatılıyor. İddianamede, "O tarihte sıkıyönetim ilan edilen iller arasında Ordu yoktu. Dolayısıyla TSK, sıkıyönetim kurulmamış bir bölgedeki olaylara müdahalede bulundu. Oysa şüpheli Kenan Evren, Kahramanmaraş olaylarına asker olarak neden müdahale edilmediği sorulduğunda, sıkıyönetim ilan edilmediği için yetkilerinin olmadığını belirtmiştir. Esasen her gün onlarca insanımızın terör olaylarından öldüğü bir ortamda, başbakan, hükümet ve diğer siyasi parti liderlerine doğrudan müdahalede bulunabileceğine ilişkin uyarı mektubu verebilecek kadar kendisini güçlü gören askerî yönetimin, terör olaylarına müdahale ederek suçluları adli merciler önüne çıkarması, toplum ve siyasi iktidar tarafından ancak takdir edilebilirdi.'' Cumhurbaşkanı seçimleri sabote edildi: 12 Eylül iddianamesinde, 1980'deki cumhurbaşkanlığı seçimlerine de değiniliyor. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresinin 6 Nisan 1980'de dolmasının ardından cumhurbaşkanı seçimine yönelik çalışmalara yer verilen iddianamede, 'dönemin TSK komuta kademesinin, yapmış olduğu darbe planının akamete uğramaması için cumhurbaşkanının seçilmesini istemediği, siyasi istikrarsızlığı darbe yapmak için bir fırsat olarak gördüğü, asıl amacın her halükarda darbe yapmak olduğu' aktarılıyor. MSP'nin mitingine sızdırılan provokatörler: 12 Eylül askerî darbesine giden süreçteki önemli olayların birinin, Milli Selamet Partisi'nin 6 Eylül 1980'de Konya'da düzenlediği Kudüs mitingi olduğu aktarılıyor. Darbenin bir diğer işaretinin de Genelkurmay Başkanı Kenan Evren'in 30 Ağustos Zafer Bayramı nedeniyle verdiği mesajlar olduğu belirtiliyor. Evren'in, TSK'ya verdiği mesajda, "Asıl, sessizliğimizi ve sabrımızı güçlerinin kanıtıymış gibi göstermek isteyenler, nasıl yanıldıklarını bir zaman gelecek, acı şekilde göreceklerdir.'' gibi ifadeler kullandığına dikkat çekilen iddianamede, "İstiklal Marşı sırasında ayağa kalkmayan kişilerin, bu kişilerin irtica görüntüleri veren abartılı kıyafetleri dikkate alındığında MSP'li olmadığı, benzer provokatif eylemler için hazırlanmış, yapılacak darbede gerekçe olarak kullanılacak kişiler olduğu sonucuna varılmaktadır." Darbe döneminde gözaltında ve cezaevinde 191 kişi öldü Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi'nin kabul ettiği 12 Eylül darbesine ilişkin iddianamede işkence nedeniyle meydana gelen ölümlere de yer veriliyor. Buna göre 12 Eylül askerî darbesiyle birlikte gözaltı işlemlerinde delil elde etme yöntemi olarak ifade, istenilen ifadeyi vermeyenler için işkence tek yöntem olarak benimsendi. Gözaltına alınan ya da yakalanan kişiler sağ görüşlü iseler sol görüşlü polis ve askerlerden oluşturulan işkence ekipleri, sol görüşlü iseler sağ görüşlü polis ve askerlerden oluşturulan işkenceci ekipler tarafından işkenceli sorgulara tabi tutuluyordu. Sistematik işkencenin merkezi haline getirilen cezaevleri Diyarbakır Askerî Cezaevi ile Mamak Askerî Cezaevi'ydi. 12 Eylül askerî darbesinin ardından cezaevleri ve gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamaların sonucunda ölümler meydana geldi. 12 Eylül 1980 askerî darbesi ile yönetimin şeklen de olsa sivillere devredildiği 1983 tarihine kadar gözaltı ve cezaevinde ölenlerin toplam sayısı 191 kişiydi. Bunlardan 5'i cezaevinde açlık grevinde, 1'i de işkence sonucunda hastalanıp ölmüştü. Sadece 12 Eylül 1980 tarihiyle 31 Aralık 1980 tarihi arasında cezaevinde ölenlerin sayısı 43 kişiydi. İŞTE İŞKENCE MAĞDURLARININ TANIKlıkLARI İddianamede 12 Eylül darbe döneminde gördükleri işkence nedeniyle şikâyette bulunanların beyanları da yer aldı. Müşteki Mustafa Kahya, 14 Kasım 2011 tarihli beyanda "Filistin askısı denilen bir kalasa T şeklinde kollarım bağlanarak havaya kaldırılıp o şekilde çıplak vaziyette vücuduma elektrik veriyorlardı. Hem İstanbul'da hem de Antalya'da elektriği genellikle cinsel organıma, göbeğime, kulak mememe, alnıma, ayak ve el parmaklarıma veriyorlardı." şeklinde konuşuyor. Müşteki Yılmaz Kızılırmak ise şunları anlatıyor: "Benim cinsel organıma, ayak parmaklarıma elektrik vererek işkence yaptılar. Önce soğuk ya da sıcak su verip, üzerimize döktürüyorlardı. Sonra ilk verdikleri suyun tersi olan sıcak ya da soğuk suyu açtırıp, bir sıcak bir soğuk suyu üzerimize döktürüyorlardı." Müşteki Reşat Keskin de "Elektrik işkencesi yapılırken sandalyeye oturtularak ellerim arkadan bağlı şekilde bulundurulurken arkamdaki polisin sorduğu sorulara istediği cevabı vermeyince el ve ayaklarıma bağlı olan elektrik kablosuna arkamdan nasıl olduğunu bilmediğim şekilde akım vererek elektrik işkencesine maruz bırakılıyordum. Başka bir elektrik verme yöntemi ise çıplak vaziyette Filistin askısı denilen bir kalasla asılarak vücudumun çeşitli yerlerine, cinsel organıma, diş ve kulağıma elektrik veriliyordu." diye konuşuyor. Ülkücü hareketin önde gelen isimlerinden Yılma Durak ise iddianamede "38 gün kaldığım merkezde her türlü işkenceyi yaşadım. Cinsel uzvumla dilimden elektrik verdiler. Tecavüz etme teşebbüsünde de bulundular. Gözümdeki bandı elimle açmaya başarınca çil yavrusu gibi dağıldılar..." diyor. İddianameye göre işkence yöntemleri: Falaka, köpek saldırtma, zincir, germe, ayaktan asma/tepe, kule, ranza altı, kantar, kervan, sehpa, cop sokma, çek-çek, lağım suyuna sokma, kitap okuma, marş söyletme, sigara içirme, banyo, sayım düzeni, gece nöbeti, lokomotif, pislik yedirme, işeme, tecavüz, hastane, verem, ayakta bekletme, konuşma yasağı, gece baskını, avukat-ziyaret dayağı, mahkeme dayağı. Muhsin Yazıcıoğlu'nun röportajı da delil oldu İddianamenin mağdurların beyanlarına yer verildiği bölümünde hayatını şüpheli bir helikopter kazasında kaybeden Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu'nun Nuriye Akman'a verdiği röportajdan bölümlere yer verildi. İddianamede, Yazıcoğlu'nun darbe sonrası gözaltına alınışını anlatırken kullandığı "Kolumu bırakın diye direndim. Arkadan enseme vuruldu, kafam bir yere çarptı ve alnımdan aşağıya doğru ılık ılık kan aktı. Hakaret ede ede, vura vura götürdüler, ayakkabılarımı, çorabımı çıkarttılar. Bir kalasın üzerine sırtüstü yatırıldım ve ipe bağlandım. Serçe ve ayak parmaklarımdan devreyi tamamlayacak şekilde cereyana verdiler. Sonra bütün çamaşırlarımı çıkarttılar. Kollarım açık olarak üzerime omuzumdan bir kalasa bağladılar. T şeklini aldım. Bir sandalyenin üzerine çıkarıldım. Kalas tavanda bir yere çengellere asıldı, sandalye altımdan çekildi, havada sallanarak boşlukta kaldım. O şekildeyken küçük parmağımdan ve tenasül uzvumdan elektrik verdiler. İşkenceden ziyade soyundurulmuş olmaktan etkilendiğim anlaşıldığı için, sonraki sorgulara soyundurularak alındım." ifadelerine yer verildi. ZAMAN
<< Önceki Haber 12 Eylül sanık sandalyesinde Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER