Türkiye için sancı odağı hâlindeki bu maddenin yok edilmesi için öncelikle
Asker’in bir tavır geliştirmesi gerekiyor. Asker tıpkı dış düşmana karşı harekete geçmek için
Meclis’in kararını, siyasi iradenin yönlendirmesini bekliyorsa, iç
tehlikeler söz konusu olduğunda da, siyasi iradenin yönlendirmesini beklemelidir. Ülke için bir risk söz konusu ise, bunu en net biçimde siyasi iradenin önüne koyabilir, tedbirleri önerebilir, ondan ötesini yargılamayı ‘Halk iradesi’ne bırakmak gerekiyor.
TSK İç Hizmet Kanununda yer alan 35’
inci maddeyi kastediyorum. “Umumi Vazifeler” başlığı altında yer alan bu madde şöyle:
“Silahlı Kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve
Anayasa ile
tayin edilmiş olan Türkiye
Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır.”
Bu maddenin askerî müdahalelerin meşruiyyet kaynağı olduğu biliniyor. Ve o madde orada durdukça askerin müdahale yapabileceği gibi bir izlenim ortada duruyor. Askerin konuşmalarından bu anlaşılıyor, sivillerin de böyle bir ihtimali uzak bulmadıkları görülüyor.
İç Hizmet Kanunu madde 43’te bulunan “
Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü siyasi tesir ve düşüncenin dışında ve üstündedir. Bundan ötürü
silahlı kuvvetler mensuplarının siyasi parti ve derneklere girmeleri, bunların siyasi faaliyetleri ile münasebette bulunmaları, her türlü siyasi gösteri, toplantı işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk ve beyanat vermeleri ve yazmaları
yasaktır.” şeklindeki “
siyaset yasağı” ise, askerî müdahaleleri kapsamayacak biçimde yorumlanıyor. Yani askerî müdahale siyaset sayılmıyor.
Başlığa “35’inci madde askere lâzım mı?” ifadesini koydum. Bu şu anlama geliyor: Asker gerekli görürse müdahalede bulunur mu?
Tabii burada anahtar ifade “Gerekli görürse” ifadesidir. Asker 35’inci maddedeki görevi “re’sen” üstleniyor. Yani ‘Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan
Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikede gördüğü, “korumak kollamak” gerektiğine inandığı zaman “Durumdan vazife çıkarıyor” ve harekete geçiyor.
Aslında Asker, savaş kararını re’sen vermiyor. Burada
TBMM’nin vereceği kararı bekliyor, “siyasi irade” istiyor. Yurt dışına asker göndermek için bile siyasi irade ve Meclis kararı gerekiyor. Ama “Cumhuriyeti korumak ve kollamak” için durumu ve vazifeyi değerlendirme yetkisini kendi elinde bulundurmaktan vazgeçmiyor.
Asker, bu işi “siyasetin ötesinde bir iş” olarak telakki ediyor. Bu işe “siyaset” tanımı konsa, o, yasak alan içinde yer alacak. Ama siyasetin ötesinde olursa TSK İç Hizmet Kanunu’nun yasağının değil, ‘vazife’sinin içine girecek ve Asker’e “koruma kollama hakkı” doğuracak.
Cumhuriyetin tehlikeye düştüğünü görmek, koruma kollama zamanının geldiğine karar vermek, muhakkak ki, bir durum değerlendirmesini gerekli kılıyor. Sonuçta koca bir orduyu harekete geçireceksiniz, burada karar nasıl oluşacak?
-Türkiye Cumhuriyeti tehlikeye girmiştir.
-Asker koruma kollama görevini yerine getirmelidir.
Ve bunu, diyelim, Cumhurbaşkanını, Meclis’i, Hükümeti, yargı kurumlarını yok farzederek yapmalıdır.
Yani
sistem çökmeli, sadece Asker ayakta olmalıdır.
Buna nasıl karar verilecek? Meclis’in, hükümetin, Cumhurbaşkanının,
Yargı’nın görmediği tehlikeyi Asker nasıl görmüş olacak? Askerin hangi kademesi görmüş olacak? Askerde bu nasıl bir koordinasyon içinde ortaya çıkacak? Bu konu bir
izleme, istihbarat, değerlendirme ve karar sürecini gerekli kılacağına göre Asker bunu, yukardaki devlet kurumlarından bağımsız, ondan gizli nasıl yapacak? 35’inci maddenin Askere müdahale yetkisi verdiğine inanılsa bile bu süreç meşru bir süreç kabul edilebilecek mi? Asker, normal devlet hiyerarşisi içinde hep ayrı bir irade gibi durmayacak mı? Genelde Asker’in bu durumu, siyasi yapıya karşı gibi algılanır. Cumhurbaşkanı da sanki Asker’e yakın bir statü gibi görülür. Oysa şu görüntü, aslında Cumhurbaşkanının da devre dışı kaldığını göstermiyor mu? Ya da Cumhurbaşkanı Askerin 35’inci madde misyonuna bağlı hâle gelmişse, o da, devlet hiyerarşisi içinde ayrı bir yapılanma alanına sürüklenmiş olmuyor mu?
Burada bir de şu soru sorulabilir:
Asker Cumhuriyet’in içine düştüğü böyle bir tehlike süreci oluşurken neden ucu müdahaleye çıkacak ayrı bir organizasyon işine girişir de, devletin diğer meşru güçleriyle
işbirliği yaparak tehlikenin önüne geçmeyi düşünmez?
Tabii, akla hemen, devletin tüm diğer meşru kurumlarının tehlikeyi savsakladığı, hatta bizzat tehlike hâline geldiği kanaatinin Asker’de oluşması gerekiyor. Düşünün bir: Asker Cumhurbaşkanını, Meclis’i, Hükümeti, Yargıyı kendi içinde yargılıyor, zihnen mahkum ediyor ve “Artık çare bizde” sonucuna varıyor. “Harekete geçmezsek memleket elden gider!” diyor.
Bunun ne büyük bir hadise olduğunu izah gerekiyor mu?
Tabii, müdahale olduktan, Asker işe el koyduktan sonra her şey bu vakıaya göre hizalanma durumunda. Ama ya o süreç? Sürecin işlemesi normal mi?
Öyle ki, müdahaleye kadar geçen sürede Asker’in, diğer tüm devlet kurumlarıyla ilişkisi, altta akan süreci gözlerden kaçırıcı bir mahiyet kazanıyor. Diyelim, Asker oturuyor hükümeti, Meclis’i,
cumhurbaşkanını, Yargıyı irdeliyor ve onların hiçbirisinin bundan haberi olmuyor.
Bu, gerçekten acaip bir iş değil mi?
Bunu kim yapıyor, dedim az önce...
Hani bunu bazan,
komuta kademesi yapıyor, diyelim. Ama bunu Türkiye’de komuta kademesi dışındaki askerî oluşumların yaptığı da bir vakıa. Hatta ilk askerî müdahale olarak 27
Mayıs, tamamen komuta kademesi dışında gerçekleşmiş. Hatta
Genelkurmay başkanını biçmiş. 12
Mart’ın bir öncesi, 9 Mart kalkışması, yine komuta heyeti dışındaki bir oluşum. Biliniyor ki Asker içinde zaman zaman “tutulamayan bir alt” gerçeği var. Kimi zaman onlar “Genç Subaylar huzursuz” diye
manşet oluyorlar gazetelere. Şu söylenemez mi? Asker bir kere Cumhuriyeti koruma kollama misyonunu kendisinde hak olarak görünce ve bunun için devletin diğer ‘Erk’lerini aşma hakkına kavuşunca, Asker içinde de, ‘Yukarıları’ı aşma hakkını kendinde gören oluşumlar meydana geliyor. Düşünelim bir: Bundan önceki
Genelkurmay Başkanı Org. Özkök, “Cumhuriyeti koruma kollama” gibi bir zaruret bulunduğunu düşünse bile, bunun “Re’sen müdahale” çerçevesinde gerçekleşmesini doğru bulmamış, ‘demokratik çerçeve’ye itina göstermişti ve bu tutum, Org. Özkök’ün “Aşırı uzlaşmacı” olarak tanımlanmasına yol açmıştı. Rüşdü Erdelhun da herhalde “Aşırı uzlaşmacı” bulunanlardandı. Onun için kimi medyada Erdelhun-Özkök paraleli oluşturulmuştu. Anlaşılan şu ki, iş siyasi değerlendirmeye geldiğinde sizin konumunuzu da değerlendiren birileri bulunuyor. Siz hükümeti değerlendiriyorsunuz, altlarınız sizi değerlendiriyor... Acaba kim haklı? İşin garibi, kendilerinde değerlendirme hakkı görenler için bir sınanma alanı da yok.
Müdahaleniz başarıya ulaşıyorsa, doğru değerlendirme yaptığınız fazrediliyor, başarısızsanız hayatınız pahasına yanılmış oluyorsunuz.
Tabii bir de, askerî müdahale sonrası tasfiyeler var. ‘Cumhuriyetin korunması kollanması gerektiği’ne inananlar, kendi aralarında ihtilaflara düşüyor, birileri ötekilerden daha çok ‘Cumhuriyeti koruma hakkı’na lâyık oluyor ve ötekileri biçiyor.
Hadisenin biraz mizaha kaçtığının farkındayım. Ama maalesef durum bu.
Aslında müdahale yapmaya karar veren ve başarılı olan için 35’inci maddeye ihtiyaç yok. Orada silah yeterli meşruiyeti (!) sağlıyor zaten. Şayet müdahalede başarılı olamamış iseniz sizi bin tane 35’inci madde bulsanız kimse kurtaramıyor. O zaman “Cumhuriyeti koruma ve kollama” sana mı kalmış diyorlar ve işin ucu ipe kadar uzanıyor.
35’inci madde bir ukdedir. Siyasetçinin içinde ukdedir, Asker’in davranışlarını hep kuşku ile izlemeye yöneltir.
35’inci madde bir ukdedir. Askeri hep, devlet hiyerarşisi içindeki amirlerine karşı “
ihanet” sorgulamasında bulunmaya sevkeder.
35’inci madde bir ukdedir. Toplumu “Asker ne zaman müdahale eder?” sorusu etrafında kıvrandırır. Kimi siyasi mücadelede zaaf içine düşer ve kendi açığını kapatmak için “Asker müdahale etse” beklentisine girer, kimi ise, Askerin hep milletin bir kesiminin siyasi iradesini yok etmek için devreye girdiği”ni düşünür. Neresinden bakarsanız bakın ortada ciddi bir sorun vardır.
35’inci madde Asker’e lâzım mı?
Bence 35’inci madde, siyasetçiler için olduğu kadar Asker için de bir ateş topu.
Türkiye için sancı odağı halindeki bu maddenin yok edilmesi için öncelikle Asker’in bir tavır geliştirmesi gerekiyor. Asker tıpkı dış düşmana karşı harekete geçmek için Meclis’in kararını, siyasi iradenin yönlendirmesini bekliyorsa, iç tehlikeler söz konusu olduğunda da, siyasi iradenin yönlendirmesini beklemelidir. Ülke için bir risk söz konusu ise, bunu en net biçimde siyasi iradenin önüne koyabilir, tedbirleri önerebilir, ondan ötesini yargılamayı ‘Halk iradesi’ne bırakmak gerekiyor. Değilse, “Re’sen müdahale hakkı” gibi bir şey, kışkırtıcı bir unsur niteliği kazanacaktır.
Siyasi kadrolar belli ki “35’inci madde kalksın” demeye çekiniyor. Bence yiğitlik Asker’de kalsın. Askerin bu memlekete bir iyiliği de böyle olsun.
AHMET TAŞGETİREN / AKSİYON