Anayasa Hukukçusu'ndan can alıcı tespit

"Hükümet'in gündemine aldığı polise daha fazla yetki verme hususu AKP'nin 2004'te Anayasa'ya yapmış olduğu ekle çelişiyor."

Anayasa Hukukçusu'ndan can alıcı tespit

Ülkemizde "kolluk güçlerinin insan hakları sicili düşünüldüğün de polislerle ilgili yeni düzenlemenin insan haklarına saygılı hukuk devleti anlayışına bütünüyle veda etmek' anlamına geleceğini belirten Anayasa Hukukçusu Prof Dr Levent Köker Zaman için 'Anayasa'nın 90. maddesini de değiştirin!' başlıklı bir yazı kaleme aldı. Köker'in "Türkiye’nin, bunca demokratikleşme reformundan sonra, yeniden eskiye dönüş işâretleri vermesi hazindir" dediği yazısında illa ki bu değişiklik 'Alman usülü' olacaksa da "barışçıl gösterilerde kolluk güçlerinin, gösteri yapanların güvenliğini sağlama" amaçlı olması gerektiğini öne sürdü.

İşte Köker'in o yazısı:


"Evet, oldu olacak, hazır eliniz değmişken, Anayasa’nın 90. maddesine 2004 yılında eklenmiş olan cümleyi de çıkarın. Çünkü, âyân beyân ortada olan şey, koparılan onca “yeni Türkiye” vâveylâsını tekzip edercesine, Türkiye’nin en kadîm devlet anlayışına, “millî güvenlik devleti”ne göbeğinden bağlı bir anlayışı hâkim kılma gayretidir. Bu teşhisimi desteklemek için şu tesbitleri öncelikle ortaya koymak isterim:

Birinci olarak, siyâsî iktidar sâhiplerinin dili, özellikle son iki, üç yıldır muhalif eleştirilere karşı giderek artan bir sıklık içinde, “ihânet” terminolojisine müracaat etmektedir.
Böyle olunca da, muhalefetin susturulması ve bastırılması sonucunu doğuran yaklaşımları “ihâneti önleme ve cezâlandırma” mantığıyla meşrûlaştırma yolu da açılmış olmaktadır. Dolayısıyla, normal işleyen bir hukuk devletinde suçluların cezâlandırılması bir yargılama sürecini gerektirirken, Türkiye’de, örneğin, “öldürülen teröristler”in “cezâlandırıldığı” söylenebilmektedir.

İkinci nokta, Kobani konusunda hükûmetin tavrına yönelik protesto eylemlerinin şiddet içeren eylemlere dönüşmesi bağlamında gündeme getirilen yaklaşımlarla ilgilidir. Burada, “Gezi direnişi”nden beri gözlediğimiz bir yanlışın tekrarlandığı görülmektedir. Yanlış, en başta, toplu gösterilerle ilgili olarak, Anayasa’nın 34. maddesindeki ifâdeyle söylersem, “silâhsız ve saldırısız gösteriler” ile “şiddet eylemleri” ayrımının yapılmamasıdır. Oysa, “silahsız ve saldırısız gösteri” Anayasa’da olduğu gibi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) ve (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) içtihadında yerleşik olduğu üzere, önceden izin alınmaksızın kullanılabilecek bir haktır. Kobani protestolarındaki şiddet eylemlerine de bu açıdan yaklaşılması ve “silâhsız saldırısız eylemler”in Anayasa ve AİHS himâyesinde kullanılmasının gözetilmesi, şiddet içeren eylemler için de kolluk güçlerinin yasal yetkilerini sonuna kadar kullanmaları doğru olurdu.

Bu bağlamda, “Almanya modeli” diye gündeme getirilen ve kolluk güçlerine daha zecrî tedbirler uygulama imkânına yönelik yeni yasal düzenleme girişimlerinin vâhîm bir hâtâ olacağını da vurgulamak isterim.
Hükûmetin ve arkasındaki AK Parti desteğinin öncelikle bilmesi gereken hususlardan biri, Türkiye’de toplumsal protesto gösterilerinde şiddet unsurunun ortaya çıkışında, AİHM kararlarında da tesbit edilmiş olduğu üzere, barışçıl (silâhsız ve saldırısız) başlayan gösterilere kolluk güçlerinin “orantısız güç kullanmak” sûretiyle müdahale etmesinin önemli bir rol oynadığıdır. Tekrar vurgulayayım: Toplumsal gösteriler şiddet içeriyorsa Anayasa ve AİHS de dâhil, hiçbir hukukî himâyeden yararlanamazlar. Burada söz konusu olan, şiddet içermeyen muhalif gösterilerin orantısız şiddet uygulanması sonucunda şiddete yönelmesidir. AİHM, Türkiye aleyhine verdiği pek çok kararında bu ince ayrımı defâlarca vurgulamıştır. Hülâsâ, Türkiye’nin ihtiyâcı kolluk güçlerine daha geniş yetkiler verilmesi değil, kolluk güçlerinin AİHS paralelinde uygulama yapmaya yöneltilmesidir. “Almanya modeli”nin de, tüm Avrupa Konseyi üyelerinin de uymakla yükümlü olduğu esaslar AİHS paralelinde belirlenmiştir. Yine de, Almanya model alınacaksa, bu, barışçıl gösterilerde kolluk güçlerinin, gösteri yapanların güvenliğini sağlamak (örneğin göstericilere yönelik farklı kesimlerden gelebilecek şiddet eylemlerini engellemek) amacıyla hareket etmeleri gerektiğini kabûl etmekten geçmelidir.

Tam da bu noktada, Türkiye’de kolluk güçlerinin insan hakları ile ilgili uygulamalar bakımından iyi olmayan bir sicile sâhip bulunduğunu vurgulamak gerekmektedir. AİHM, Türkiye ile ilgili içtihâdında, kolluk güçlerinin insan haklarını ihlâl edici davranışlarının soruşturulmadığını ve insan haklarını ihlâl eden kamu görevlilerinin cezâlandırılmadıklarını müteaddit defâlar karara bağlamış bulunmaktadır. İngilizcesiyle “impunity” denilen, “cezâsızlık” durumu, AİHM’ye göre Türkiye’de sistematik olarak gözetilen bir politikadır. Bu husus “Gezi direnişi” sırasında ortaya çıkan ve pek çok yurttaşın hayatını kaybetmesi veyâ yaralanması sonucunu doğuran uygulamalar için de geçerli midir? Bu sorunun cevâbını net olarak görmek için çok beklemeye gerek olduğunu sanmıyorum. Dolayısıyla, hükûmetin ve AK Parti milletvekillerinin acul bir davranışla, insan haklarını ihlâlde birinci sırada bulunan bir devletin “cezâsızlık”tan olabildiğince faydalanan kolluk güçlerine daha da keyfî davranma imkânı verecek yeni düzenlemelere yönelmesi, “insan haklarına saygılı hukuk devleti” anlayışına bütünüyle vedâ etmeye hazırlanın demektir.

Cumhuriyet târihi boyunca sık sık özgürlüklerle güvenlik arasında tercih yapma noktasına getirilmiş olan ve kuruluş felsefesindeki temel kabûllere bağlı olarak her zaman “millî güvenlik” anlayışı ağır basmış bulunan Türkiye’nin, bunca demokratikleşme reformundan sonra, yeniden eskiye dönüş işâretleri vermesi hazindir.

Tabiî, bu hazin durumu telâfi etme imkânı da henüz yok değildir. Bugün güvenlik gerekçesiyle ve Türkiye’nin geçmişinde var olan ve bugün de canlı bir biçimde devam etmekte bulunan insan haklarına gereğince saygı göstermeme durumunu pekiştirmenin önünde Anayasa’nın 90. maddesi ciddî bir engel olarak durmaktadır. Hatırlanacağı üzere, AK Parti’nin önderlik ettiği 2004 değişiklikleriyle, Anayasa’nın 90. maddesine bir son cümle eklenmişti. Buna göre, usûlüne uygun olarak yürürlüğe konulmuş temel hak ve hürriyetlerle ilgili uluslararası andlaşmalar kanunların üstündedir. Somutlaştırırsak, toplantı ve gösteri hakkı bağlamında, AİHS, konuyla ilgili mevzuâtın üstünde bir norm değeri taşımaktadır. AİHS’nin bu üstün konumu, sâdece Anayasa’nın değil, Türkiye’nin Avrupa Konseyi (AK) üyeliğinin de bir gereğidir. Bu durumda, belirtmek isterim ki, AK Parti milletvekillerinin teklifiyle çıkacak olan herhangi bir kânun, kolluk güçlerine AİHS ile bağdaşmayan ne tür yetki verirse versin Anayasa’ya ve AİHS’ne aykırı olacaktır.

Çağrım TBMM çoğunluğunadır. Kolluk güçlerinin Türkiye’de iç güvenliği sağlamadaki mevcut yetkilerini AİHS paralelinde kullanması için gerekli uyarıları yapmayıp, insan hakları ihlâllerini daha da ileri düzeye taşıyacak bir düzenleme yapmak istiyorsanız, o zaman, Anayasa’nın 90. maddesindeki son cümleyi de ilgâ ediniz, böylece tamamlanmış olur. Tabiî bundan bir adım sonrası da Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğine son verme yönünde olacaktır. Yok, bu istenmiyorsa ve AB Bakanı’nın “Avrupa’yı referans alacağız” meâlindeki beyânı gerçekse, o zaman kolluk güçlerinin barışçıl gösteriler karşısında insan hakları normlarına saygılı bir biçimde davranması için gerekli zecrî tedbirlere yönelin."
<< Önceki Haber Anayasa Hukukçusu'ndan can alıcı tespit Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER