Darbe olsaydı bakan olacaktı !

'Balyoz' planının 'ekonomik' ayağı neydi, darbe sonrası 'ekonomi yönetimi' kimlere bırakılacaktı?

Darbe olsaydı bakan olacaktı !

Doğan'ın damadı Rodrik, Türkiye'de neden şişirildi? Dani Rodrik. Harvard Üniversitesi'nde Refik Hariri Uluslararası Politik Ekonomi profesörü. Dünyanın en ünlü 100 iktisatçısından biri sayılıyormuş. Aslen İstanbullu... Kod adı Balyoz Darbe Planı (Operation Sledgehammer) olan girişimin soruşturulması kapsamında "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, şiddet ve cebir kullanarak ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçlamasıyla "bir numaralı sanık" olarak tutuklu bulunan eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Çetin Doğan"ın damadı. Eşi Pınar Doğan Rodrik de kendisi gibi Harvard'ta öğretim üyesi. Kendi ifadesiyle, "Türkiye'nin demokratikleşmesini çok sorun ettiklerinden değil, sadece işin içinde eşi Pınar Doğan Rodrik'in babası olduğundan" dolayı Balyoz İddianamesi'ni kılı kırk yararak incelemeye başlıyor. Eşiyle birlikte inceledikleri kanıt ve belgelerde kendilerince tutarsızlıklar, sonradan eklemeler, sahtecilikler saptıyorlar. Ve sonunda hükümlerini veriyorlar. Ancak hükümlerindeki üslup, kendisi her ne kadar inkâr etmeye çabalasa da, ilk 100'de yer aldığı iddia edilen bir iktisatçı ve bilim adamı kimliğinin gerektirdiği 'akılcılık, soğukkanlılık ve nesnellik'ten çok uzak. Bilakis 'duygusallık, öznellik ve hezeyanlarla' malûl. Sahteci bir çete, sistem içerisinde varolan ve üzerinize resmen suç inşa etmek için çalışan, çok etkili ve korkutucu bir örgüt, bu iddianameye türlü eklemeler yapmış. Bu dava (Ergenekon Davası) baştan sakat. Daha da ötesi, 'bir kan davası'. KORKU TEMELLİ ARGÜMANLAR Böylece, 'sahteci çete' ve 'kan davası' gibi 'korku' temelli argümanlar üzerine bina ettikleri paradigmalarını, karşıt bulgularını, röportajlar, mektuplar ve "Bir Darbe Kurgusunun Belgeleri ve Gerçekler: Balyoz" adlı kitapları aracılığıyla kamuoyuyla paylaşmaya çabalıyorlar. Kendilerince 'gerçekler'i, 'cdogangercekler.wordpress.com' adresinde dillendiriyorlar. Rodrik çifti, bütün çalışmalarında bu argümanlarını desteklemek için de muhataplarına 'iki kutuplu, iki karşıt ideolojiye dayanan bir dünya tasarımı' dayatıyorlar. Sanki bu kan davası, 'asker'i ve 'laikler'i tasfiye edebilmeyi tek amaç olarak benimsemiş bu 'sahtekâr çete'nin tahrifatlarından ibaret. Bu tasarımı kabul ettirebilmek için de konuyu tersinden ortaya koyma yönetimi benimsiyorlar. Şu ifadelere dikkat edin lütfen: "Balyoz'daki hukuksuzlukların benzerlerini geçmişte laikler yaptı. Sayın Başbakan'ın bir şiir yüzünden mahkûm edilmesi, parti kapatma davaları doğru değildi. Derin devletin varlığını reddetmiyoruz. Özellikle 1990'larda ülke menfaatleri için ya da şahsi amaçlarla orduda kimi subayların ya da sivil uzantılarının kanunsuz işlere bulaştığı konusunda elbette kaygılıyız. Demokrasi taraftarı birçok liberal tarafından da inandırıcı bulunmasından TSK'nın gereken dersi çıkarmadığını düşünüyoruz. Ordu, geçmişte muhtelif darbeler yapmamış, siyasi düzene kendi anlayışı doğrultusunda yön verme çabalarında bulunmamış, dezenformasyon kampanyaları yürütmemiş, bazı mensupları yasadışı işlere karışmamış olsa, Balyoz ithamları gülünç kalır, insanlar 'Canım, ordu böyle işler yapmış olabilir mi hiç' diye geçiştirirlerdi. Bu iddiaların doğruluğu üzerine yayın yapan medyanın bu kadar okuyucusu, savunucusu olmazdı. TSK, kendisini ve mensuplarını savunma çabalarında bu kadar aciz kalmazdı." SAHTECİ ÇETE KİM? Bu ifadelerin kabul edilmesi, doğal olarak 'asker'e karşı bir 'kan davası'nın, 'intikam'ın ve 'sahteci çeteler'in ortaya çıkmasına yol açacak koşulların varlığının da kabul edilmesi anlamına gelecektir. Böylece yılların demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünü tesis etme, çoğulcu bir topluma ortam hazırlama çabaları bir kan davasına, intikam hırsına indirgenebilecektir. Katedilen bütün politik, ekonomik, sosyal ve hukuksal ilerlemeler 'askere ve laikliğe' düşmanlığın gereklerine indirgenecek, demokratikleşme ve hukukun üstünlüğünü tesis etme süreçleri bir anda değersizleşecek ve kirletilecektir. Bu, sonuçları itibarıyla hukuku siyasallaştırmaya çalışan, yargıya politik müdahaleyi davet eden, yargıyı politik otoritenin bir aracı olarak gören son derece bölücü, ürkütücü ve tehditkâr bir 'kurgu'dur. Dani Rodrik ve Pınar Doğan, daha sonra, bu meş'um kurgularına destek bulabilmek için bazı liberal gazetecilerle irtibata girmeye çabalıyorlar. Ancak, yine kendi ifadeleriyle, aradıklarını bulamıyorlar. Dani Rodrik, bu nedenle, 'kurgularına' ve 'karşı iddialarına' sahip çıkmadıkları için, destek vermedikleri için Türkiye'ye ve Türkiye'deki liberallere 'kızgın' ve 'öfkeli'ler. ELEŞTİRİ Mİ KARALAMA MI? Foreign Policy'de, karı/koca 'Balyoz Darbe Planı İmal Edildi' başlıklı ortak imzalı bir yazı yayımlayarak Türkiye'deki liberal kesime ilişkin ağır eleştirilerde bulunuyorlar. Ancak sadece liberallerden şikayetçi değiller. 27 Eylül 2010'da The National Interest'de yayınladıkları 'A Turkish Tragedy' adlı makalelerinde AK Parti yanında 'Muhafazakâr-İslamcı' tabir ettikleri grupları da açık adres göstererek itham ediyorlar. Dani Rodrik, Wall Street Journal'da, 'Türkiye'de Demokrasi'nin Ölümü' başlıklı yazısında "doğduğu ülkeyi artık tanıyamadığından, yargının siyasallaştığından, Türkiye'de demokrasi'nin öldüğünden, Türkiye'nin bir korku, kirli oyunlar ve sahtecilik ülkesine döndüğünden, evkadınlarının dahi telefonlarda hassas konular üzerine sohbet etmekten kaçındığından, yurtdışındaki bazı entelektüellerin artık ülkeye dönmekten çekindiğini söylediğinden, bir başsavcının sadece AK Parti bağlantılı dinsel yapıları (orders) araştırdığı için tutuklandığından, kendisinin kayınpederinin tutuklanmasıyla gafletten uyandığından, yoksa bütün bunlardan bihaber kalacağından" dem vuruyor. 28 Şubat'ta Rodrik rüzgarının arkasında kim var? Milliyet'te Devrim Sevimay'a verdiği röportajda ekonomik görüşlerinin kayınpederi tarafından da kabul gördüğünü belirtiyor ki, kapalı ekonomi modeline dayanan militer paradigma açısından bunda da bir tutarsızlık yok. Deniz Gökçe, Akşam'daki köşesinde 29 Şubat 2008'de "Dani Rodrik Yanılıyor" başlıklı bir makale yazmış. Yazısında Rodrik'in, 'Sermaye akımlarını engellemeliyiz' mesajı veren makaleler yazmaya başladığını, bir zamanlar oldukça bağımsız bir düşünürken giderek daha ideolojik bir yön aldığını, özellikle de ideolog Soros veya Stiglitz ekolüne yapışmaya başladığını vurguluyor. Ancak, hızla küreselleşen dünyaya açılan Türkiye Ekonomisi'nin yönelimi açısından bu görüşün kabul edilir yanı olmadığı açık. Bu demokratikleşme sürecinin kesintisiz ve etkin işlemesi açısından, adalet mekanizmasının daha hızlı ve etkin işlemesi, şüphelilerin tutukluluk sürelerinin gereksiz yere uzatılmaması; tutuklamaların bir ön-infaza dönüştürülmemesi, delillerin teknik yönden geçerliliğinin ve sağlamlığının titizlikle incelenmesi gerektiği konusunda ise Dani Rodrik'e katılıyorum. Kayınpederleri suçsuzsa, Balyoz Planı'nda ıslak imzası yoksa ya da ıslak imza olup olmaması sonucu değiştiriyorsa... CD'lere sonradan eklemeler varsa... CD'lerin teslim edildiği savcılar ve davaya bakacak ve masum insanları zulümden kurtaracak ve hakkını teslim edecek 'Birkaç İyi Adam', emin olsun artık Türkiye'de de vardır. Müsaade ederseniz bendeniz de bu vesile ile biraz 'kuruntulanmak' istiyorum: Şahsen, bir iktisatçı olarak, ilk 100'deki diğer '99' ünlü ve etkin iktisatçı hakkında Türkiye kamuoyunun her nedense hiç bir bilgisi olmamasına rağmen, 28 Şubat süreci sonrasında ve Türkiye'de estirilen Dani Rodrik rüzgarını da sorgulama ihtiyacı duyuyorum. Bu süreçte Damat Bey'in küreselleşme ve sermaye hareketleri konusunda müdahaleci politikalara kapı açan iki kitabının üst üste, 1997 ve 1999 yıllarında Türkçe'ye çevrilmesini, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası'na danışmanlık hizmeti vermeye başlamasını (2000-2002), sık sık konferans ve panellere katılarak, röportajlar yapılarak kamuoyuna tanıtılmaya çalışılmasını, bu tanıtılma süreci boyunca damat olduğunun hiçbir şekilde gündeme gelmemesini manidar buluyorum. Kafalarımıza 'balyoz'un inmesinden sonra 'ekonomi yönetimi'nin hangi ellere teslim edileceği konusunda da soru işaretlerim var. 'Balyoz' planının 'ekonomik' ayağı neydi, darbe sonrası 'ekonomi yönetimi' kimlere bırakılacaktı, küreselleşen dünyadan ve AB'nden uzaklaştırılan bir Türkiye'de 'sermaye akımları nasıl kontrol altına alınacaktı' sorusuna bir iktisatçı olarak bir türlü tatmin edici bir cevap bulamıyorum. Evet, işte tam bu konuda içimde gerçekten garip şüpheler, kuruntular oluşuyor. Prof. Dr.; Çukurova Üniversitesi Öğretim Üyesi/ Yeni Şafak
<< Önceki Haber Darbe olsaydı bakan olacaktı ! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER