Devlete G.O.R.A. hokkabazlığı

Erol Köse, Aksiyon’a konuştu. Prodüktörlüğünü yaptığı GORA filminin ihalesiz satışında devletin kandırıldığını söyleyen Köse, 6 milyon dolar kayıp var diyor.

Devlete G.O.R.A. hokkabazlığı

Müzik sektörünün en çok tanınan ve ses getiren isimlerinden biri… Pazarlama stratejisini iyi biliyor; yaptığı albümler en çok satanlar listesinin zirvesinden inmiyor. Perde arkasındaki gücüne rağmen, gerektiğinde kendi ismini dahi pazarlamaktan imtina etmeyen, kibrini sergilemekten çekinmeyen, kimilerince “küstah” bir karakter… Uzanlar’ın, satır aralarında birçok sırlarına vâkıf olduğu hissini uyandıran eski ortağı… Ama onu böyle birkaç cümleyle tarif etmek çok zor. Erol Köse ile arkasında Uzanlar’ın bulunduğunu ima ettiği kurşunlanma olayından sonra çok sıkı korunan Levent’teki büro-villasında konuştuk. Çıkış noktamız Uzanlar olsa da, o bizi “Bu işi patolojik bir adam gibi yapıyorum.” dediği yapımcılıktan bazı ünlülerin iç dünyasına, müzik ve televizyon sektörünün ilginçliklerine uzanan geniş bir yelpazede gezdirdi. Söyledikleri bittikten sonra aklıma düşen şu oldu: “Pek sevilmese bile müzik dünyasının belki de en çok kulak kabartılan ve imrenilen ismi olmasında, içinde yaşadığı ‘kirli’ dünyayı ifşa ederek bu kirden kendisinin de nasiplendiğini itiraf etmesinin büyük payı olmalı.” Buna dürüstlük demek fazla mı iyimserlik olur? Röportajı okuduktan sonra siz karar verin. -Ayna grubunun 1996’daki albüm patlaması, sektörde sizin yıldızınızın parlamasında çok önemli bir dönüm noktası oldu. Bu ‘patlama’ sırasında Uzanlar’la bir ilişkiniz yoktu, değil mi? Uzanlar’la 2002’nin sonunda tanıştım. Yeşim Salkım bir gün geldi ve “Bu dağıtım işi çok zor. Beraber dağıtım şirketi kuralım.” dedi. Şirketi kurduk. O kendi albümünü, biz de kendi albümlerimizi bu şirketle dağıtıyorduk. Akıllı yatırımcılar, akıllıları sever. Uzanlar dediler ki “Sen akıllı bir prodüktörsün. Biz de film yapmak istiyoruz. Yeşim’de gördük ki sen çalışan bir adamsın. Amaçların bize uyuyor.” Uzanlar’la esas birlikteliğimiz, film şirketi kurmak adınaydı. “Madem film şirketine ortak oluyoruz, o zaman müzik şirketine de bizi ortak et.” dediler. Ben onlara müzik şirketimden küçük bir hisse verdim, onlar da bana film şirketlerinden küçük bir hisse verdiler. Ne ben onların işlerine karıştım, ne de onlar benimkine karıştılar. ERCAN SAATÇİ’NİN ŞANSSIZLIĞI UZANLAR’LA ÇALIŞMAKTI -Sizden önce Ercan Saatçi ile beraberlerdi. Uzanlar’ın Ercan’dan ağızları yanmıştı. Birçok albümleri başarısız olmuştu. Uzanlar şunu anladı: Bu iş, paraya bağlı değil. Müzik, parayla ve memuriyet zihniyle, masa başında yapılamaz. Ben sabah 7’de işe gelip gece 4’lerde gidiyorum. Uzanlar’la çalışmak zordur. Ercan’ın hatası, onların uhdesinde çalışmayı kabul etmesiydi. Benim şartım bağımsız olmaktı, emir almam demiştim. -Bağımsızlığınızı onlara nasıl kabul ettirdiniz? Ercan’ın şanssızlığı, Cem Uzan’la çalışmasıydı. Ben Hakan Uzan’la çalışıyordum. Cem Uzan siyasete atılacaktı ve aktif işlerini bırakmıştı. ABD’de, Londra’da yaşıyordu. Yeşim Salkım’la bağlantımız vardı. Eşi Hakan Bey, sanatı daha bilen bir insandı. İşlerimize karışmadı. Anonim şirketimiz holding bünyesinde görünüyordu; ama kararlar bana aitti. -Uzanlar’la çalışmak neler öğretti? Ben Elazığ doğumlu, Ankara’da büyümüş biriyim. Babam emekli astsubaydır. Aile bağlarımız çok kuvvetlidir. Bayramı, seyranı biliriz. İletişim içindeyizdir akrabalarımızla. Ama Uzanlar değişik bir aile modeliydi. Düşünün, yeri gelmiş babalarını mahkemeye vermişler, banka yönetimine el koymak için. TMSF’nin ve mali şubenin deşifre ettiği telefon konuşmaları incelenirse garip bir aile oldukları görülür. Problemleri şuydu: Hem kurumsallaşmak hem de kendileri yönetmek istiyorlardı. Yaptıkları bütün işler insan emeği, iletişimi olan işlerdi. Medya, telekomünikasyon olsun… Onlar en üst katta helikopterle gezerek, her şeyin maillerle hallolduğunu, binlerce kişiyi yönettiklerini sanıyorlardı. ‘Disconnect’tiler (Bağlantıları kopmuştu). Onlar başka bir boyutta yaşıyorlardı ve o boyut onları izole ediyordu; ama bence zarar veriyorlardı. Hayat bu kadar mekanik değil. Medya işi de öyle bence. -Böyle garip bir ailede yer almak sizi kendinize yabancılaştırmadı mı? Ben aile içinde yer almadım. Yalnızca kâğıt üzerinde gelir anlamında ortaktık. Ne onların ailesi beni ilgilendirir, ne de benim ailem onları. Kim kime, dum duma… Sadece, uzaktan bakarak hayretlere düştüğüm bir modeldi. Yeşim çok mutsuzdu o dönemde. Biz ona derdik ki “Daha ne istiyorsun? Bir elin yağda, bir elin balda… Yatlardan, katlardan inmiyorsun.” Ama Yeşim’in ne demek istediğini sonra anladım. Benim onlarla ortaklığım 14 ay sürdü. Toplasan 5-6 kere teknelerini ziyaret etmişimdir. İmar Bankası olaylarından anlıyoruz ki başka bir stresleri varmış. -Neydi o stres? İsnatlarda bulunamam. Sinir, negatif enerji vardı o teknelerde, uçaklarda… UZAN TEHDİDİNDEN SONRA ‘TESADÜFEN’ VURULDUM! -Yani cehennemlerinde yaşıyorlardı. Yok, öyle demeyelim. Temkinli konuşmak istiyorum. Ben ne söylesem Cem Uzan beni dava ediyor. Allah’a şükür ki hepsinden de aklanıyoruz. Bir vurulma olayı yaşadım. G.O.R.A. filmini benden istediler. Vermeyince tehdit almaya başladım. -Sizden istedikleri neydi? Filmi yurtdışına pazarlamak istiyorlardı. İmza yetkimden feragat etmemi istediler. Kabul etmeyince tehdit almaya başladım. Ben de bunların ardından gidip Hürriyet gazetesine konuştum ve ertesi gün de vuruldum. Bu tesadüfse ben de tesadüfen vuruldum. Ne kriminal olarak üzerine gidildi, ne de fail yakalandı. Olayın akıbetini sorduğumda polis “Uzanlar’ın ifadesini alırsak kahramanlaşırlar.” dedi ve ben vurulduğumla kaldım. Gerekenler yapılmadı. HAVYAR VE SOMON PEŞİNDE OLMADIM -Uzanlar’ın tasfiyesinde nasıl gard aldınız? Hiçbir zaman paniğe kapılmadım. Bu adamlar, çaycıya, kapıcıya şirket kurdurmuşlar. TMSF nereden çıkacak yola? “Ortaklarının hepsinin hesabına el koyalım.” dedi. Çok da haklıydı. Onların bankalarından bir kuruş kredi almadım. Allah korumuş. 10 yıl sonra deseydiler ki “Sinema zinciri kuralım. Şu kadar kredi alalım.” alırdık. O güne kadar sevilmeyen yönleri olmuş; ama “Uzan rijitliği” denmiş, “Aydın Doğan’ın düşmanlığı” denmiş. O şaibeyle kalacağımıza mahkemede aklanmak en iyisidir diye düşündüm. Bütün şirketlerime tedbir kondu. Şişli Ağır Ceza tedbiri kaldırıyor, yeni mahkeme yeniden koyuyor. Sonunda fon yöneticileriyle anlaştık. Şirketleri aktive etmemi istediler. Aktive edince, kazanılan parayla borçlar ve vergiler ödendi. Sonunda TMSF mahkemeye yazı yazdı, “Erol Köse borcunu ödemiştir.” diye. Fondaki sanatçı kontratlarının bazıları hayata geçti, bazıları satışa çıktı. Diğerleriyle ben albüm yaptım. TMSF’nin elinde şu anda Hülya Avşar ve Erdal Çelik’in kontratları kaldı. Onlar da çıktıktan sonra geriye bir şey kalmayacak. -İhtiyati tedbir ne kadar sürdü? 2003’te başladı, geçtiğimiz mayısta sona erdi. Yani yaklaşık 2,5 yıl. -O süreçte gelirleriniz çok azaldı mı? Tabii ki! Her şeyimiz fon muhasibinin uhdesindeydi. Ben hayatımda para için çalışmadığımdan, somon balığının, havyarın derdinde olmadım. Nihayetinde suçum ve günahım olmadığını biliyordum. Burada TMSF’nin başındaki Ahmet Ertürk ve yöneticilerini ayakta alkışlamak lâzım. Şirketleri aktive ederek ve medya şirketlerini değerlerinin üstünde satarak hazineye büyük kaynak aktardılar. Tehditlere rağmen kelle koltukta mücadele verdiler. -Uzanlar’ın oyunlarının farkında mıydınız? Onlar kendi haklarındaki suçlamalara “Her şey Aydın Doğan’ın yalanı” diyorlardı. Barajları var, Telsim var... Milyarlarca dolar gelirleri var. Kim bilir ki, banka olaylarına gerek kalsın. Uzan antipatisi var diye onları hırsızlıkla şaibelendirmek abesti. Öyle bir elektrik alsaydım, bir saniye işim olmazdı. -Vurulduktan sonra da tehditler geldi mi? Hayır. Sadece mahkemelerde karşılaştık. -Bu birliktelikten pişman mısınız? Tabii ki çok pişmanım. Neticede ben silahlı saldırıya uğradım. O birlikteliği yaşamasam bu stresleri yaşar mıydım? Eşim, çocuğum ve babamın gözünden akacak bir yaştan daha değerli bir şey var mıydı? ‘FİLM BOZULACAK’ YALANI, YUTTURULDU -TMSF kaç sanatçınıza el koydu? Ortak olmadığımız için TMSF adına konuşamam. Ama hiçbir sanatçı mağdur olmadı. Herkesin kaseti yapıldı, klibi döndü. Burcu Güneş ve Nez gibi sanatçılar kendi kontratlarını aldılar. Cem Yılmaz da kendi kontratını aldı. Bu işten en kârlı BKM çıktı. İçim bir tek buna yanar. TMSF toplu iğneyi bile ihaleyle sattı. Ama Adem Gürses’in başkanlığı döneminde ihaleler başlamamışken, Cem Yılmaz ile Yılmaz Erdoğan, dönemin Kültür Bakanı Erkan Mumcu ve Abdüllatif Şener’i etkilemeyi başardılar. Filmin bir an önce çıkması gerektiğini, yoksa bozulacağını söyleyerek yani hayali yalanlar uydurarak bakanları ikna ettiler. Hâlbuki banyosu yapılan film bozulmaz. G.O.R.A.’nın prodüktörü benim. Zannedersiniz ki kahramanlık filmi! Yüzde otuzu küfür dolu bir eğlence filmini devletin sahiplenecek bir yanı yoktu. Ama baktık ki, bakanlar filmi halkla buluşturduklarını söyleyerek bununla övünüyorlar! Adem Gürses, ki daha sonra görevden alındı, yetkisini kullanıp ihale bile yapmadan filmi BKM’ye sattı. BKM, Avea’dan aldığı 2 milyon dolarla, cebinden para dahi çıkmadan G.O.R.A.’yı aldı. Bakanlar nereden bilsinler yalan söyleyeceklerini? Oysa o film işlenirdi, belki üç ay sonra çıkardı; ama devletin kasasına 2 milyon dolar yerine 7-8 milyon dolar girerdi. Yeşilçam’ın satıştan haberi yoktu. Keçiler bile ihaleyle satıldı; ama G.O.R.A. hariç. KÖSE’NİN ‘STAR’ AÇILIMLARI -Uzanlar’ın sizden müziğin ötesinde beklentileri oldu mu? Müziğin dışında film, menajerlik ile Telsim’deki logo, müzik ve chat servislerini kurmuştum. Türkiye’de bu servisleri ilk kuran benim. Star’a yönetici arıyorlardı. Faruk Bayhan’ı Kanal D’den transfer ettim. Birol Güven, Uzanlar’dan hiç hoşlanmıyordu. Benim hatırıma Çocuklar Duymasın’la Star’a geldi. Hülya Avşar, Cem Yılmaz da bana güvenerek kontrat yaptı. İnsanlarda Uzanlar’a karşı güven sorunu vardı. -Uzanlar’ın ortağı olarak Kral TV’de sürekli kendi sanatçılarınızın yer alması etik miydi? Kral TV’de yüzde 20 benim sanatçılarım dönüyordu. Bu, en yoğun dönemde yüzde 25 olmuştur. Neden dikkat çekiyordu? Çünkü o dönem İbrahim Tatlıses ve Mustafa Sandal gibi popüler sanatçıları transfer etmiştik. 5-6 sanatçım dikkat çekmişti. Yayınlanan kliplerin yüzde 80’i de diğer şirketlerin sanatçılarına aitti. Kral TV’ye karışmadım. Benim malım değerliyse orada yer aldı. -Diğer şirketler gibi Kral TV’ye para ödüyor muydunuz? Tabii ki. -Size hatırı sayılır indirimler yapıldı mı? Elbette. Uzanlar’ın bütün grupları gibi biz de indirimden yararlanıyorduk. Her şey faturalıydı. -Bu, haksız rekabeti tetiklemiyor muydu? Neden? Diğer şirketler de indirimden yararlanıyordu. Ben ortak olduğumda Kral TV’de paralı klip dönmüyordu. Cem Uzan siyasete gireceği vakit vazgeçmişler. Ekran kirliliği olduğu için. AB izleyici grubuna hitap etmek istemişler. O dönem reklâm paralı ve indirimliydi; aynı indirimden toplu reklâm siparişi verdiğinde Universal şirketi de yararlanıyordu. Mesela, Number One TV’nin de prodüksiyon şirketleri var. Bu uygulama dünyanın her yerinde var. MTV’de sadece 30-40 klip döner. Çünkü dünyadaki beş müzik şirketi tarafından kurulmuştur. PowerTürk istediğini oynatıyor, istediğini (rap müziği) oynatmıyor. Başında bir Fransız bulunuyor ve kendi kriterleri var. Televizyon özeldir. TRT değil ki hesap sorabilesiniz. BAZI ÖDÜLLERİMİZİ İPTAL ETTİRDİM; HÜRRİYET, ERCAN SAATÇİ’YE TORPİL YAPTI -Peki, Kral TV ödüllerinde sanatçılarınızın ağırlıkta olmasının da bir açıklaması var mı? Burada ilk kez size itiraf ediyorum. Uzanlar’la çalışmasam, atıyorum yedi ödül alacağım. Ricayla bazılarını iptal ettirmişimdir. Benim beş sanatçım en iyi çıkışı yapıp, ödül almışlar. Başka bir dalda da sanatçım var. Rica ediyorum “Aman abi, lütfen bu sefer benimkine vermeyin. Bu, Unkapanı’na zarar verir.” Ödül törenlerinde bir halk oylaması, bir de yönetimin inisiyatifi vardır. Hep böyledir. Birisi paraya kıyıp fanlarını harekete geçirir ve bakarsınız elli bin satan sanatçı, bir milyon satanın üç katı oy alır. Oradaki yönetim de birçok kriter belirliyordu. Satış, gelen oy, gelen faks, radyolardaki beklentiler gibi birçok parametre var. Belki Yeşim Salkım’a bir şey yapılmıştır! Eğriyi doğruyu söylemek lâzım! Altın Kelebek diyoruz. Benim Hürriyet’le ilgili çok acı bir anım var. Ayna ile turnedeydik. Altın Kelebek için çağırdılar bizi. Sabahleyin magazin müdürü bana telefon açtı. “Erol çok özür dileriz. Ercan Saatçi’nin bünyesinde Grup Düş var. Ödülü ona vermişler.” diye. Bu grubun Türkiye’de şarkısını bilen yok. Albümleri satmış 2 bin. Anlatabiliyor muyum? Bunlar hep oldu. AHMET ÖZHAN’I BİZ DİRİLTTİK! -Bu yarışmalarda halk ne derece önemlidir? Seçimlere bakalım. Şu andaki parti yüzde kaçla iktidarda? Yüzde yetmiş istemiyoruz diyor. Halktan kastettiğimiz yüzde otuz mu? Hayır. TMSF yönetime geldiğinde meslek birliklerini çağırdı, adayları buna göre oyladı. Birçok sese kulak verdi ve adaleti getirdi. Şanssızlıkları, müzik sektörünün bittiğinde iş başına gelmiş olmaları. -2002’de âdeta bir devrim yaparak CD fiyatlarını kaset fiyatlarına çekmiştiniz. Biz günlerce stüdyoda iyi sound yakalamak için çalışıyoruz; sonra da onu kaset gibi bozuk seslerin yer aldığı bir materyale emanet ediyoruz. Dünyada öyle bir teknoloji kalmadı. Ben dedim ki “Hayır kardeşim. Tüketici CD dinlesin.” Kaset ve CD’yi aynı fiyata, 5 milyona sattık. O dönem CD 14 milyon liraydı, şimdi 10 milyon lira. Aradan dört yıl geçmiş ve 4 milyon ucuzlamış. Ben “Ucuza satıp, sürümden kazanacağım.” dedim. Bir delilik yapıp, 200 bin satmak yerine, fiyatı indirip 300 bin satmak istedim. Amacıma da ulaştım. CD satışları yüzde elli arttı. Ama CD, korsanı yenerken bizi nakavt eden MP3 patladı. Şarkılar bilgisayardan indirilince müzik zavallı duruma düştü. Zatürreeden kaçarken kansere yakalandık. Dünyada müzik sektörü bitmek üzere. Universal bile ‘Gelin buradan bedavaya indirin de bari tıkladığınız şarkı üzerinden reklâm kazanayım’ diyor. Birileri seviniyor “Ay ne güzel. Pepsi’yle birlikte dağıtılıyoruz” diye. Ne zavallı ki müzik bir eşantiyon hâline gelmiştir! -Sami Özer ve Ahmet Özhan’a albüm yapmak, sizin fikriniz miydi? Ahmet Özhan projem zaten vardı. Ahmet Bey, sufi albüm istiyordu. “Eşzamanlı Sami Bey’e albüm yapacağız. Siz zamanın çok büyük Türk Sanat Müziği sanatçısı olarak tanınıyorsunuz. Gelin bu ölü toprağını üzerinizden atın.” dedim. İncelerseniz, Ahmet Özhan o dönemden sonra evrim geçirmiştir. Ve sevenleriyle buluşmuştur. Mütevazı olmayacağım. Ahmet Bey ununu eleyip, eleğini asmış gibiydi. Ahmet Bey’in imajını yeniledik. Bir daha da tutamadık Ahmet Bey’i! Sami Bey’i de MFÖ albümlerinden biliyorduk. Bizi tanıştıran reklâmcı Ali Taran’dır. Dedim ki “Normal bir tasavvuf albümü yapamam. Dev bir orkestrasyonla Türkiye’deki en geniş kapsamlı enstrümantasyon ilahi albümünü yapacağım.” 4 sene önce çıkardığımız bu albümün geçtiğimiz ramazanda mixlerini yeniledik; birkaç prozodi hatası vardı, onları giderdik; isim ve fotoğraf değişikliğiyle albümü yeniden çıkardık. Sami Bey’in bir parçasının maliyeti, birçok İslami müzik albümünün bütününe eşdeğer. -Tasavvuf müziği albümlerinin pop albümlerinin çok üstünde satmasının sebebi ne sizce? Kemikleşmiş kitleleri var. Biraz popülerleşince “Sen bizden değilsin” deyip almazlar. Orada kim çok satıyorsa, onu yarın alıp kendi etiketimle çok popüler yapayım. Ona, ihanet etti gözüyle bakarlar. O alt kültürde, o klipsiz ve medyasız yapının duruşu, düzene karşı bir anti-tezdir. Düzenle birleşince o kitleyle ters düşerler. -Ercan Saatçi de benzer girişimle Halil Necipoğlu’na bir albüm yaptı. Bizimkisi tesadüfî oldu. Ama 12 ayda satılabilecek ve sound kalitesi yüksek tasavvuf albümleri yapma amacım var. Benim yaptığım albüm ya çok ses getirmeli ya da çok satmalı. Ben ramazanda albümü yapalım demem. İZLEYİCİYE GERÇEK DEĞİL BEKLEDİĞİ ŞEYLER VERİLİYOR -Medyanın önüne çıkıp kendinizi magazinin kurbanı ettikten sonra nerede hata yaptığınızı sorguladınız mı? Zaten yüzleştiğim an geri çekildim. Hatamı anladığım an hızla geriye döndüm. Erol Köse akıllıdır, zekidir; ama bir hata yapmıştır. Keşke yapmasaydı! Bu hatadan dersimi aldım. -Neden küçük düşme pahasına ve ailenizi sıkıntıya sokarak mahremiyetinizi ifşa ettiniz? Belki de bilinçaltım hatasının farkında olarak bilincimi bu hatayı yapmaya zorladı. Topluma ifşa etmek bu hatadan dönmek için ilk adımdı. Dibe vurmak gerekiyordu. -Yapayalnız kaldığınızı hissettiniz mi? İçki içmek gibi… Bazen bilirsiniz ve yaparsanız. Bir cinnet anıydı. -Geriye döndüğünüzde aileniz olmasaydı? Ben de yanlışıma devam etmiş olurdum. Daha kötü olurdu. (Gözleri doluyor) -Televizyonda izlediğimden çok daha farklı bir portre çiziyorsunuz. Star Avı’ndaki o kibirli Erol Köse’nin yerini rasyonel bir prodüktör almış sanki… O, bir şov işiydi. Hayatta roller var. Ben evde aile babasıyım. Şirkette yöneticiyim. Ekranın önünde de bir duruşum var. O programın amacı reyting mantığıyla jürinin rekabetine dayalıdır. Seyirciye orada beklediği verilmek zorundadır. TÖVBELİYİM, KİMSEYLE ÇALIŞMAM; TATLISES’İN ÇANTASINI TAŞIRIM -Ercan Saatçi DMC ile yollarını ayırdıktan sonra Aydın Doğan’dan size çalışma teklifi geldi mi? Ben isim vermeyeceğim. Ama büyük gruplardan teklifler aldım. Tövbeliyim artık. Kimseyle çalışmam. -Büyük tekliflerde mi bulundular? Rakam önemli değil. Mühim olan çalışma teklifidir; ama artık olmaz. -Prodüktör olarak yaptığınız en yanlış seçim neydi? Pişman olduğum bir projem yok. -Beklentilerinizin çok üzerine çıkan projeniz? Atilla Taş var, Ham Çökelek. Ama o da çok altyapısı olmadığı için başlamasıyla bitmesi bir oldu. Yani sabun köpüğü gibi kaybolup gitti. -Ne kadar sattı? 700 bin. -İbrahim Tatlıses’le çalışmak zor mudur? Herkes için zor olabilir; ama benim için olmadı. Komedi Dans Üçlüsü’nden beri ağabey-kardeş ilişkimiz var. Onun lahmacun şirketleri zincirini ben kurmuştum. Yıllarca beni sırtında sahnelere taşıdı. Kadrolarına koydu ve prodüktör olarak da sürekli bizimle ilgilendi. Büyük bir ahde vefamız var. Benimle kontratı bitmiştir; ama bugün telefon açsa, her şeyimi bırakıp çantasını taşırım. -Sizi en çok yoran sanatçı hangisiydi? Yıldız Tilbe! Bir sene çalıştık. Candan ama zor bir insandır. Sürekli gelgitler yaşar. Prodüktörüne şans tanımaz, bildiğini okur. O yüzden de şu anda iniş çıtasında.
<< Önceki Haber Devlete G.O.R.A. hokkabazlığı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER