Türkiye'nin yüreğini yakan zehirle ilgili gerçek

Uzmanların fare zehirinden bile tehlikeli dediği bonzainin kullanımı her geçen gün artıyor. “Çocuğum yaşayan ölü gibi. Allah rızası için yardım edin.” diyen aileler çocuğuna nasıl davranmalı, nereye başvurmalı?

Türkiye'nin yüreğini yakan zehirle ilgili gerçek

Sanıldığı gibi işsiz güçsüz, başıboş bir serseri değildi. Bilakis, saygın bir mesleği, iyi bir geliri, üzerine titreyen ailesi, ne zaman ihtiyacı olsa desteğini esirgemeyen arkadaşları, gözünün içine bakan eşi, dünya tatlısı da bir oğlu vardı. Kısacası düştüğünde ayağa kalkmasını sağlayacak bir sürü nedenle doluydu hayatı. Belki paylaşmadığı bir derdi vardı, belki eskilerin tabiriyle ‘rahat battı’, belki de işyerinde tanıştığı yeni ‘arkadaşları’ sebep oldu. Öyle ya bir insanın ‘her şeyden’ vazgeçebilmesine ‘bir şey’ neden olmalıydı. Önce işini, sonra eşini ve arkadaşlarını kaybetti, bir sene gibi kısa süre içinde anne-babası dışında herkes terk etti. O beyefendi adam gitti,  bambaşka biri geldi yerine. Sabah akşam gözler kan çanağı, çoğu zaman şuursuz, deyim yerindeyse yaşayan bir ölü gibiydi artık. Hâlâ hayatta ama böyle giderse diğerleri gibi bir köşede ani bir krize yenik düşecek gencecik kalbi. Zira doktorlar en fazla üç, bilemediniz beş yıl ömür biçiyor kullanıcılarına. Uzmanların fare zehirinden bile tehlikeli dediği ve 2008’den bu yana kullanımı hızla yaygınlaşan bonzai, tüm bu yaşananların müsebbibi. Hikâyesini paylaştığımız kişinin ailesi ise hem maddi hem de manevi açıdan çökmüş durumda. Bir yandan oğlunun başlarına sardığı maddi sorunlarla boğuşurken öte yandan kalan enerjileriyle gözlerinin önünde eriyip giden yavrularını içine düştüğü bu girdaptan kurtarmaya çalışıyor. Fakat artık ümitsiz ve dahası çok yorgunlar. Üstelik elleri kolları bağlı, şu aşamadan sonra ne yapacaklarını, nereye başvuracaklarını bilmez haldeler. Bu, çocuğu bonzai bağımlısı binlerce aileden yalnızca birinin yaşadıkları. Hemen hemen her gün sayıları katlanarak artan benzeri bir çaresizlik hikâyesine tanık oluyoruz. Aileler farklı, ağızlarından dökülen cümleler sözleşmişçesine aynı: “Çocuğum yaşayan ölü gibi. Allah rızası için yardım edin.” Son günlerde giderek yaygınlaşan ‘Bonzaiye hayır!’ yürüyüşleri ise ailelerin ne denli çıkmazda olduklarının en somut örneği. Eğitimlisi, eğitimsizi evlatlarının gözlerinin önünde yok olup gitmesi karşısında ne yapacağını bilemiyor. Kimileri satıcıların peşine düşmüş kimi de kendi elleriyle polise teslim ediyor evladını. Kimisi de toplu sokağa dökülmekte gördü çözümü. Her biri evladını selamette görebilmek adına kendini ateşe atmaya, alevler içinde yanmaya razı. Biçare ailelere yardımcı ve yol gösterici olması açısından uzmanlara sorduk: Çocuğunun madde kullandığından emin olan ailelere düşen görevler ne, böyle bir aile nasıl davranmalı, nereye başvurmalı, kısaca bu çileli süreci sağlıklı atlatabilmek adına nasıl bir yol izlemeli?

Bilinçli ailelerin çocukları daha şanşlı

Emniyet’te görevli bir memur: Medyada sürekli bonzainin nazara verilmesi elbette ölümcül olmasından kaynaklanıyor ancak bonzainin ne kadar tehlikeli olduğu vurgusu yapılırken genel olarak madde bağımlılığı vurgusu da yapılmalı ki esrar, hap gibi maddelerin kullanılması normalleştirilmesin.

Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı ile Mücadele İzleme Merkezi’nin hazırladığı bir belge var. Buna göre en büyük handikap şu: Aileler, çocuğumu tedavi etsinler ki bu illetten kurtulsun, diyor. Oysa tedavi işin başlangıcı. Sonrasında ailenin çocuğun hayatındaki boşlukları doldurması gerekiyor. Bu sebeple madde bağımlılığına ilgili kurumların sorumluluğu olarak bakılmamalı. Aile küçük yaşlardan itibaren çocuğu bilinçlendirmeli. Araştırmalar, ailesi tarafından bilinçlendirilen çocuğun yüzde 50 madde kullanmasını engellediğini gösteriyor.

Türkiye’de madde bağımlılığıyla ilgili en büyük sıkıntı rehabilitasyon sisteminin olmaması. Yönetmelik olmadığı için rehabilitasyon adı altında merkezler yapılandırılamıyor. Rehabilitasyon çok önemli çünkü tedavi süreci kısa sürüyor. Asıl kısım bireyin rehabilitasyonla tekrar hayata kazandırılması. Rehabilitasyon sisteminin olduğu ülkelerde bile tedavi sürecinde birçok hasta hayatını kaybediyor. Bu yüzden tedaviden ziyade madde kullanımı önleyici sistemlerin oturtturulması çok önemli.

 Her yıl yayınlanan AB ilerleme raporlarına göre Türkiye dünyada en fazla madde yakalayan ülke. Buna rağmen talep azaltımında aynı başarıyı gösteremiyoruz ve kullanım artış gösteriyor. Talep azaltma dediğimiz şey de temel olarak önleme politikalarından, tedavi politikalarından geçiyor.

AMATEM’ler yetersiz, psikiyatristler rantçı

İsmail Karakaş (UYUŞTURUCU MADDE BAĞIMLILIKLARI VE ALKOLİZMLE MÜCADELE FEDERASYONU):Bağımlı kişiler kendilerini bu maddeleri kullanmaktan alıkoyan herkese karşı düşman kesilerek söylenilenin aksini yapar ve özellikle ebeveyni suçlamaya başlar. AMATEM’lerdeki yer problemleri, yanlış tedaviler gibi sorunlar nedeniyle çaresiz kalan aile bireyleri ise devletin her birimini ziyaret ederek yardım talebinde bulunur. Ancak yasaların yetersiz ve yanlış olmasından yapılabilecek bir şey yoktur.

Birçok aile çocuğunun tutuklanarak hapse atılmasını ister ama bu gerçekleşse bile hapse girip çıkan birçok bağımlı maalesef aynı tuzağa düşer.

Dışarıda bağımlılık danışmanlığı hizmeti veren birçok eski emniyetçi, eski bağımlı, halen aktif olarak çalıştığı halde para kazanmak amacıyla yardımcı olduğunu söyleyerek rant elde eden devlet memurları ve bu işi ticarete dönüştüren sivil toplum kuruluşları var.

Sorunları çözüyoruz diyerek televizyon kanallarında boy gösteren ama düşene tekme atan birçok psikiyatri uzmanı ve psikolog da mevcut. Bu kişilerin 15 dakikalık seansları 300 ile bin lira arasında değişiyor.

Madde bağımlılığının ilaçla çözülmesi söz konusu değil. Uyarıcı özelliği olan maddelerin kullanımında uyuşturan ilaçların kullanılması bağımlıyı daha çekilmez ve çaresiz hale getirir.

Bağımlılık dört aşamada çözülebilir: Eğitim, önleme, sağlık problemlerinin çözülmesi ve rehabilitasyon.

Tamamen irade kontrol sorunu olan madde bağımlılığı ruhsal bir problem. Asıl sorun ülkemizde uygulanan uyuşturucuyla mücadele politikasının yanlış olduğu. Mevcut sistem uyuşturucu sorununu bitirmeye değil, sabit kılmaya yönelik. Geçtiğimiz günlerde Başbakan’ın bonzai kullanımına dair, “Sadece satan değil içen de yanacak” açıklaması, bağımlılık kavramına bakış açısının olması gerekenden farklı olduğunu gösterdi. Zira kendilerinin itimat ettikleri ve bu konuyla ilgili görevlendirdikleri birimlere bilgi akışı sağlayan kimseler maalesef psikiyatri uzmanlarıdır. Yani bu işi böyle yapılır diyen bir etik kurul mevcuttur ve bu kurul sahayı tam olarak bilmeyen sözde bilim adamlarından oluşur. Bu kişiler AMATEM, ÇEMATEM, özel psikiyatri hastaneleri ve psikiyatri kliniklerinde ilaç firmalarıyla bağımlılık problemi yaşayan kişiler arasında ilaç satış mümessili gibi vazife yapmaktadırlar. Haliyle yanlış kılavuz seçimi devletimizin başını uyuşturucu belasıyla derde sokmaktadır. Biz bu olaya daha insancıl bir pencereden bakıyoruz. Sorun bağımlılık nedeniyle cezalandırılmaksa, alkol, faiz, zina ve hatta elektronik bağımlılık sorunlarının bile cezalandırılması gerekir.

    Uyuşturucu bağımlılığının cezalandırılması oldukça yanlış bir anlayış. Kullanılan maddelerin zamanla fiziki sistem üzerinde bağışıklık kazanması ve sonraki süreçte kontrolün kaybedilmesi hayatın içinde birçok doğal gıda tüketiminde de geçerli. Uyuşturucular yoksunluk dönemi içinde bağımlıyı birtakım istem dışı şeyler yapmasına sevk edebilir. Fakat bunu cezasız yöntemlerle kontrol altına almak imkansız değil. Uzun süreli rehabilitasyon sürecidir. Zira tespitlerimiz yıllarca cezaevinde kaldığı halde tahliye edildiği an evi yerine torbacıya gidildiğini doğruluyor. Bu süreçte kopan aile bağları, kaybedilen maddi ve manevi değerler göz ardı ediliyor.

Para vererek evladınıza ‘yardım’ etmeyin

    Aile, çocuğunun bonzai kullandığından emin olduğunda önce diyalog kurmaya çalışmalı. Bu diyaloğun sağlıklı ilerleyebilmesi çocukla bugüne dek kurulan iletişimin kalitesine bağlı. Ama Türkiye’de bunu sağlayan çok az aile var. Zaten bu ailelerin çocukları maddeye yönelmiyor.

    Madde bağımlısı gençlerin ailelerine baktığımızda eve geç gelen bir baba ve nasihat eden bir anneyle karşılaşıyoruz. Peki, çocuğunun bağımlı olduğu gerçeğiyle yüzleşen aile ne yapacak, nereye başvuracak? Aslında mesele bir yere başvurmak değil, öncelikle aile içinde bir şeyler yapılması lazım. Aile o zamana kadar yapamadıysa bile çocukla geç de olsa diyalog kurmaya çalışmalı. Bunu yaparken asla ‘sen ne biçim adamsın, geberip gideceksin bu illeti kullanmaktan!’ tarzı cümleler sarf etmemeli. “Evladım bonzai kullandığını öğrendim. Televizyonlar, gazeteler her gün bu illetten ölen gençlere yer veriyor. Sonun onlar gibi olacak diye kahroluyorum.” gibi insani bir yaklaşım sergilenmeli. Böyle konuşunca çocuk hemen bırakma eğilimi göstermeyecek ama bu, ailenin atması gereken ilk adım.

    İlk adım sonrası diyelim ki çocuk, “Herkes kullanıyor, medyanın abarttığı gibi tehlikeli değil, siz bilmiyorsunuz.” dedi. Süreçte karşılaşılacak en karanlık tablo bu. Hele ki erişkinse zorla bir şey yaptıramazsınız. Çocuğu AMATEM ya da hastaneye götürmenin de bir anlamı yok. Zira bağımlı olduğunu kabul etmeyen bireyin iyileşmesi mümkün değil. Böyle bir durumda ailenin yapması gereken pek bir şey kalmıyor.

    ‘Durumu daha da kötüleştirmemek adına neler yapmamalı?’ bunun üzerinde durulabilir. Aile çocuğunun yaşadığı olumsuzlukları onu korumak adına da olsa asla gidermeye çalışmamalı. Örneğin, polise gitme, araya adam sokma, ben vermezsem hırsızlık yapar diye para verme suretiyle evladına bankamatiklik etmemeli. Sürekli nasihatlerde bulunmamalı. (Kullanma, falancayla takılma, niye bu saatte geldin vs.)

    Bağımlı erişkinse ve açıktan açığa uyuşturucu kullanıyorsa, çalışamaz hale de geldiyse, ailenin iyi niyetli ulaşma çabalarına rağmen birey tedaviyi kabul etmiyorsa, aile o zaman bağrına taş basıp, “Evladım, gözümün önünde yok olduğunu görmek istemiyorum. Git nerede kullanacaksan kullan, ama beni daha fazla kullanma.” gibi net bir tavır içine girmeli. Çok zor ama bunu diyebilmeli. Yoksa evladına yardım ve yataklık etmiş olur. Bu da bireyin yavaş yavaş batmasına ve battığının farkında olmamasına neden olur.

    Ailenin bu tavrı iki şekilde sonuçlanabilir. Bağımlı, evden ayrılarak aileye vicdan azabı çektirir ya da bir yerde yaptığının yanlış olduğunu anlar ve tedaviyi kabul eder. Bunu kabul edenler genelde hayalleri, umutları ve hedefleri olan kişilerdir.

UYUŞTURUCUNUN ZARARINI EN İYİ KULLANAN BİLİR

Etmeyenler ise kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlardır. Ailelerinin net tutumu karşısında gerçekten gider ve belki de uyuşturucu satıcısı olurlar. Yani bu yöntem bu tarz kişilerde işe yaramaz. Aile böyle bir durumda vicdan azabı, kendini suçlama gibi duygular içine girebilir ancak tüm bunlar er ya da geç yaşanacaktır. O yüzden aile, eve ne zaman girip çıktığı belli olmayan, , anne-babasından zorla para alan, şiddet uygulayan ve uyuşturucu kullanmaya devam eden birini daha kötü olmasın diye evde besleyerek bir yere varamaz. Bu açıdan aileler vicdan azabı çekmemeli. Zira böyle bir çocuğu sırtınızda da taşısanız, cebine para da doldursanız, kayıp vaka. Bırakmak istemiyorum diyen birine yapılabilecek bir şey yok. Tedaviyi kabul etmeyen bireyin ailesi bu zorlu süreci en az hasarla atlatmak ve doğru adımlar atabilmek adına bir uzmandan yardım almalı.

Çocuğuna maddeyi sürekli kötüleyerek onu kullanmasını engelleyemezsiniz. Zira zararını en iyi bağımlılar bilir. ZAMAN
<< Önceki Haber Türkiye'nin yüreğini yakan zehirle ilgili gerçek Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER