Haftanın filmi: Mars'ta dünyalar savaşı

'John Carter'; western, uzay, gladyatör ve tarihî savaş filmlerine meraklı seyirci için kayıtsız kalınamayacak bir harmanlama.

Haftanın filmi: Mars'ta dünyalar savaşı

Film, Kraliçe Victoria dönemi atmosferinde başlayıp iç savaşa, yerlilere oradan da uzay filmlerine geçişler yapıyor. Bazı filmler 'doğuştan' şanslı oluyor. Uzun yıllar sonra çocuk sahibi olan ebeveynlerin eline doğmuş gibi, haddinden fazla ilgi, iltifat ve kıymet görüyor. Konjonktür gereği serpilip palazlanıyor. Sonrasında ise erbâb-ı kalem, "Güzelim ülkemde böyle bir şey nasıl oldu?" diyerekten kıvranmaya başlıyor. Hiç gerek yok. Olmuşla ölmüşe çare bulunmazmış! Kimi filmlerin bahtı ise sonradan açılır. Ortanca çocuk gibidir onlar; kadir kıymet görmez kimseden. Ne anne-babadan, ne ağabey-abladan ne teyze, hala, dayı ne de seyirciden. Nihayetinde zaman hükmünü koyar. Yıllar sonra, doğuştan şanslı bildiğimiz o 'şımarık' çocuk; haylaz, hayırsız olup çıkar. Kadir kıymet görmeyen 'ortanca' ise hem kendisinin hem -sinema- ailesinin adına değer katar. Hiç kuşkusuz edebiyatta da aynı durum söz konusu. 100 yıl önce yazılmış bir kitap, ansızın, üstelik parıltılı bir şekilde çıkıverir karşınıza. Amerikalı yazar Edgar Rice Burroughs'un eserinden uyarlanan 'John Carter' filmi gibi... Gerçi, Burroughs, hem 'keşfedilmemiş' bir isim değil hem de üst düzey bir yazar sayılmaz; çünkü döneminde popüler 'ucuz roman'lar kaleme almış. Sinemaya da uyarlanan meşhur Tarzan serisinin yazarı. Hatta bu seri sayesinde, Tarzan'ı perdede oynayan Ronald Reagan'a başkanlık yolunu açtığı bile söylenebilir! Ancak Burroughs'un 12 kitaplık Mars serisi, orijinal adıyla 'Barsoom' serisi, 'John Carter' filmi ile sinema tarafından keşfedilmiş oluyor. Hikâye basit gözükse de içine girdikçe renkleniyor. KIZIL GEZEGEN'DE 'EZELÎ' REKABET Amerikan iç savaşında ülkesine 'yeterince' hizmet ettiğini düşünen Yüzbaşı John Carter, altın peşine düşerek kendi yolunu çizer. Sonunda altını bulur ve zengin olur. Memleketine dönünce biricik yeğeni Ned'e, kendisini acil olarak ziyaret etmesi için telgraf çeker. Ned, amcasının yanına geldiğinde onun öldüğünü ve kendisini tek vâris ilan ettiğini öğrenir. Amcasının gizemli günlüğünü okumaya başlayınca olayların göründüğü gibi olmadığını fark eder. Film de bu noktadan sonra başlıyor. John Carter, Amerika'da altın aramaları sırasında bulduğu bir taşla kendini Mars'ta bulur. Garip fakat 'insancıl' yaratıklar olan Tarklar arasında, zıplayabilme özelliğiyle kahraman olur. Bu özelliği, iki 'ezelî' düşman topluluk Zodanga ile Hellium'un da dikkatini çeker. Tabii ki, gezegenin 'derin' hâkimleri Thernler'in de... Seyir zevkini kaçırmayalım; hikâyenin kalan kısmı için sinemaya buyurun. Filme kaynaklık eden 'Mars Prensesi' (A Princess of Mars) kitabını Edgar Rice Burroughs 1912 yılında kaleme almış. Yani, bilim adamlarının Mars'tan henüz ümidini kesmediği zamanlarda. Kızıl Gezegen, o zamanlar yaşanabilir bir 'dünya', buradan bakınca. Zamanla bilimin imkânları genişleyip Mars'a robotlar gönderilince insan yaşamına elverişli olmadığı anlaşıldı. Babası Amerika'daki Kuzey-Güney Savaşı'nda binbaşı olan Burrouhgs'un eseri, özünde katıksız bir 'iç savaş' hikâyesi. Zodanga (Kuzey) ile Hellium (Güney) arasındaki mücadele; arada kalan ve her halükârda ezilecek olan garip yaratık topluluğu Tarklar (yerliler)... Gezegenin 'derin' gücü Thernler'in kimi temsil ettiği ise size kalmış. Film, Kraliçe Victoria dönemi atmosferinde başlayıp western topraklarına, iç savaşa, yerlilere oradan da uzay filmlerine başarılı geçişler yapıyor. Mars'taki bölümlerde de olduğu yerde kalmıyor. Tarihi savaş filmlerinden gladyatör arenalarına, Roma ve ortaçağ savaşlarına kadar uzanıyor. Başarıyla yapılan bu 'harmanlama'yı yönetmenin hanesine yazmak gerek. KOVBOYLAR VE UZAYLILARIN YAPAMADIĞI... 'John Carter'ın yönetmen koltuğunda 'Kayıp Balık Nemo' ve 'Wall-E' gibi iki harika animasyon filminin yönetmen ve senaristi Andrew Stanton oturuyor. Film de animasyonun oynak dünyasından fazlasıyla beslenmiş. Gerçi bir eleştirmen klişesidir; yönetmen reklam kökenliyse film reklam gibi, televizyon kökenliyse televizyon filmi gibi, klip yönetmeniyse klip estetiğinde olmuş denir. Denir, ama yalan da değildir. Önceki işler, illa ki sızar bir yerden. Yazar Burroughs'un oluşturduğu dünya çizgi estetiğine daha yakın. Dolayısıyla Stanton'ın dokunuşları bu bakımdan filmin yararına olmuş. Zaten ilk başlarda bir çizgi roman ya da animasyon estetiğinde ilerleyen film, sonradan sonraya açılıyor. Türkiye'ye gelen bazı yabancı futbolcuların tutukluğunu zamanla üzerinden atıp birkaç hafta sonra 'gerçek performansı'nı yakalaması gibi, Stanton da özellikle filmin ikinci yarısında ritmi tutturuyor. Böylece türler arası 'harmanlama' çabası nihai planda başarıya ulaşıyor. 'John Carter', bir süre önce vizyona giren 'Kovboylar ve Uzaylılar' filminin yapamadığını, hatta daha fazlasını başarıyla yapıyor. Oyunculuklarda Mark Strong, Ciaran Hinds, Dominic West ve Lynn Collins fazla önce çıkmadan görevlerini yerine getiriyor. Tarklar'ın lideri Tars Tarkas'ı Willem Dafoe'nin oynadığını ise filmin sonunda anlıyorsunuz. Başroldeki Taylor Kitsch, benzer temalı ama bu kadar başarılı olmayan 'Thor' filmindeki 'mevkidaşı' Chris Hemsworth'ten daha iyi duruyor perdede. Bundan sonrası için bahtı açık gibi. Son tahlilde John Carter; western, uzay/uzaylı, gladyatör ve tarihi savaş filmlerine meraklı seyirci için kayıtsız kalınamayacak başarılı bir harmanlama. John Carter: İki Dünya Arasında (John Carter) Yönetmen: Andrew Stanton Oyuncular: Taylor KItsch, Lynn CollIns, Samantha Morton, Mark Strong
<< Önceki Haber Haftanın filmi: Mars'ta dünyalar savaşı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER