Yüzde yüz Gül

Önümüzdeki birkaç gün içinde Türkiye, kimin cumhurbaşkanı adayı olacağını değil, Abdullah Gül’ün nasıl bir cumhurbaşkanı olacağını tartışmaya başlayacak.

Yüzde yüz Gül

Çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın çok geçmeden Gül’ün adaylığını ilan edeceğini düşünüyorum. MHP de oturumlara katılacağına göre Gül’ün üçüncü turda, yani Ağustos’un son günlerinde AKP milletvekillerinin, hatta bazı DTP’liler ve bağımsızların oylarıyla 11. Cumhurbaşkanı seçilmesi kesin. Gül’ün adaylığını “yüzde yüz” görmemin üç temel gerekçesi var: 1) Parti tabanın bakışı; 2) Gül’ün kararlılığı; 3) Gül’ü istemeyen çevrelerin beceriksiz stratejileri. AKP’nin diğerlerinden farkı AKP’nin seçim zaferini “sivil muhtıra”, “halkın muhtırası” olarak değerlendirenlerden olmadım. Hatta seçim gecesi NTV’de, Gül’ün cumhurbaşkanlığının sandıkta onaylanmış olduğunu, ancak Erdoğan’ın bu kararı verirken hayli zorlanacağını, muhtemelen Gül’ü aday göstermeyeceğini söylemiştim. AKP’nin aldığı oyların gerçek anlamını 23 Temmuz’dan itibaren kavramaya başladığımı itiraf etmeliyim. Kuşkusuz bazı çevreler söze, “Yüzde 47’ye yakın oy AKP’nin sorumluluğunu daha da artırdı” diye başlayıp, ardından Erdoğan’ın seçim öncesi verdiği “uzlaşma” sözüyle, seçim gecesi yaptığı konuşmaya atıf yapıp Gül’ün adaylıktan çekilmesini dayatıyorlar. Onlara “Ya taban tepkisi?” diye sorduğunuzda, “Bir şey olmaz” deyip yakın siyasi tarihten örnekler veriyorlar. Bense kendilerine AKP ile ilişkilerini, “onlar yolcu, biz hancı” yaklaşımıyla sürdürmeye çalışmalarının yanlış olduğunu, AKP’nin bir DYP, ANAP, DSP, SHP veya CHP olmadığını anlatmaya çalışıyorum. Ne kadar merkeze taşınmaya çalışırsa çalışsın AKP’nin ana gövdesi ve omurgası aynı kalacaktır. Çünkü, aksi bir durumda sonlarının yukarıda saydığım partilere benzeyeceğini AKP’liler çok iyi biliyorlar. Kimse kendini ve AKP’lileri kandırmaya çalışmasın: Gül’ün aday gösterilmemesi partide çok ciddi sarsıntılara yol açar. Hele adaylıktan çekilmeye zorlanmış bir Gül’ün, az ihtimal olsa da, Abdüllatif Şener gibi kendini geri çekmesi durumunda AKP’de derin çatlaklar, hatta kopmalar yaşanabilir. Ve liderliğini ne kadar konsolide etmiş olursa olsun Erdoğan bunları asla göze alamaz. Zaten AKP liderinin, nerdeyse 30 yıldır kader birliği ettiği “kardeşi”ne böyle davranması da pek mümkün değildir. Gazetecinin görevi Burada önemli bir parantez açmak lazım: Kuşkusuz her gazeteci, bir vatandaş olarak, şu ya da bu kişinin cumhurbaşkanı olmasını isteyebilir. Ama gazeteci olarak tek görevi kimin, neden ve nasıl cumhurbaşkanı olabileceğini ya da olamayacağını öğrenmeye ve anlamaya çalışmak, ardından bunları mümkün olduğunca objektif bir şekilde okuyucu ya da izleyiciye aktarmaktır. “Kim olabilir?” yerine “Kim olsun?” sorusunun peşine takılıp, daha ötesi “Şu olmasın” diye siyasete yön vermeye çalışmanın doğru olmadığını düşünüyorum. Kendi payıma da bu tür manipülatif yaklaşımlardan uzak durmaya azami gayret gösteriyorum. En çok dikkat ettiğim noktanın, tartışmalarda adları geçenlerin kişiliklerine yönelik hakaretamiz değerlendirmeler yapmamak olduğunu hatırlatmama gerek var mı, bilmiyorum. Gül’ün artan kararlılığı Gül başta cumhurbaşkanı olmak istemiyordu, ama 27 Nisan süreciyle birlikte artık geri dönülmez bir yola girmiş oldu. Kendisini engellemeye çalışanların nedense dile getirmedikleri en büyük gerekçelerinin, eşi Hayrünisa Gül’ün başörtüsü olması onu daha da biledi. Seçim meydanlarının havası ve sandıktan çıkan sonuç, kafasındaki son tereddütleri de ortadan kaldırdı. Hele onu vazgeçirmeye yönelik, kimi “kibar”, kimi “kaba”; kimi “sessiz”, kimi “patırtılı” çıkışlar kararlılığını daha da artırdı. Gül’ün seçimden sonra bir müddet susup bir basın toplantısıyla adaylığının sürdüğünün işaretlerini güçlü bir şekilde vermesi çok isabetliydi. Onu vazgeçirmeye yönelik gayretlerin bu toplantıdan sonra artması da bunu gösteriyor. Ama Gül’ün elini kuvvetlendiren esas gelişme, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin oturumlara katılacaklarını açıklaması, yani 367’nin garantilenmesi oldu. Böylece onun adaylığını “uzlaşma” gerekçesiyle engelleme şansı ortadan kalkmış oldu. Erdoğan’ın rolü Peki bütün bu süreçte Erdoğan nasıl bir rol oynadı? Seçimden hemen sonra Başbakan’a yakın bir isimle uzun uzun sohbet etmiş ve ondan yeni dönemin temel sloganının “normalleşme” olacağını öğrenmiştim. Mesela yeni TBMM Başkanı için Köksal Toptan’a yakın bir profil çizmişti. Esas yeniliğin kabinede olacağını da vurgulamıştı. Ancak Erdoğan’ın bu kurmayı çok emin bir şekilde Gül’den başkasının cumhurbaşkanı olmasının mümkün olmadığını da çok net bir şekilde belirtmişti. Bu yazıyı kaleme almadan önce Erdoğan’a yakın bir başka isimle sohbet ettim. O da Gül’ün aday olmamasını, ne Başbakan’ın, ne de başka birinin izah edemeyeceğini vurguladı. Ona göre seçimin hemen ertesinde, o da Gül’ün açık rızasıyla belki böyle bir adım atılabilirdi, ama bu saatten sonra böyle bir ihtimal kalmamıştı. Ben de aynı kanıdayım. Erdoğan, Gül’ün cumhurbaşkanlığını gönülden arzulamıyor olabilir, ama daha fazla onun, kendisinin ve partisinin yıpranmaması için, birkaç gün içinde onun adaylığını açıklayacağını, hatta muhtemelen yeni kabineyi onay için ona götüreceğini düşünüyorum. RUŞEN ÇAKIR- VATAN

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER