'Bir ucu Ergenekon'u savunanlara diğer ucu da...'

Başbakan Erdoğan, Valiler Toplantısı'nda çarpıcı açıklamalarda bulundu...

'Bir ucu Ergenekon'u savunanlara diğer ucu da...'

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Faili meçhuller araştırıldıkça, toprak kazıldıkça, bir ucu Ergenekon'u savunan statüko partilerine, diğer ucu da örgütün kuklası haline gelmiş bu partiye dokunur. Faşizm, baskı, susturma, sindirme, tehdit, bir siyasi partinin yöntemi olamaz, bir siyasi partinin temelleri bunlar üzerine kurulamaz. Eğer kurulursa işte o zaman karanlık konuların üzerine gidemez'' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Uslanmaz, yüzü kızarmaz, ders almaz bir zihniyetle de bugün hala mücadele ediyoruz. Bu zihniyet, 150 yıldır olduğu gibi, bugün de değişime, dönüşüme direniyor. Bu zihniyet, 150 yıl boyunca yaptığı gibi, bugün de halkı, milleti küçümsüyor. Bu zihniyet, bu anlayış, mafyavari, çetevari örgütlenmelerle, derin yapılarla, sinsi senaryolarla bugün dahi ülkeye karanlık bir istikamet çizmek istiyor'' dedi. Erdoğan, JW Mariott Otel'de düzenlenen Valiler Toplantısı'na katıldı. Toplantıda konuşan Erdoğan, 2012 yılının bu ilk Valiler toplantısının Türkiye, Türk milleti ve tüm şehirler için hayırlı neticeler doğurmasını temenni etti. Valiler ve büyükelçilerin her yıl düzenli olarak gerçekleştirdikleri bu ve benzeri toplantıların, ortak sorunların istişaresi, tecrübe aktarımı ve yereldeki gelişmelerin paylaşımı açısından son derece faydalı olduğunu vurgulayan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Çok büyük bir değişimin, büyük bir dönüşümün içinden geçiyoruz. Şunu samimiyetle ortaya koymak durumundayız... Evet, devletimiz, bir yandan bin yıllık bir geleneği, bin yıllık bir birikimi ve tecrübeyi taşırken, aynı zamanda da geleceğe yönelik bir değişim ufkunu, bir değişim enerjisini içinde barındırmak durumunda. Devlet geleneği ve devlet tecrübemiz bir yandan çok önemli imkanlar sunarken, diğer yandan, değişim süreci iyi yönetilemezse metal yorgunluğu, atalet, geriye gitme gibi olumsuzluklar da önümüze koyabilir. Selçuklu Devleti'ne, Osmanlı Devleti'ne, tarihteki diğer Türk devletlerine baktığınızda, kendisini yenileyen, yeni şartlara uyum sağlayan, dönemin yeniliklerine adapte olabilen idarecilerin başarılı olduğunu, devleti de yücelttiğini görüyorsunuz ama suyu akışına bırakan, hazıra konan, öncekilerden devraldığı mirası tüketen, değişim adına hiçbir risk almayan, idareimaslahat yapan idarecilerin de hem başarısız olduklarını, hem de ülkeye, millete çok ağır bedeller ödettiklerini görüyorsunuz. Liderlik, esasen, riskleri yönetebilmektir, değişimi yönetebilmektir, algıları yönetebilmektir. İyi lider, sadece iyi kriz yönetimi yapabilen değil, başarılı bir 'gelecek yönetimi' yapabilendir. Riskten kaçan, değişimden kaçan, gününü idareimaslahatla geçiren bir idareci, takdir edersiniz ki başarısızlığa mahkumdur. Bu idareci sadece kendisi başarısız olmakla kalmaz, liderlik ettiği toplumu da başarısızlığa sürükler.'' -''Uslanmaz, yüzü kızarmaz, ders almaz bir zihniyetle bugün hala mücadele ediyoruz''- Bu durumun, özellikle Osmanlı Devleti'nin son dönemlerinde çok bariz şekilde yaşandığını belirten Erdoğan, önce kuruluşun heyecanı, coşkusu, onun getirdiği bir motivasyon bulunduğunu ve Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman, Yavuz Sultan Selim gibi padişahların devraldıkları mirastan yararlanıp, devleti zirveye taşıdıklarını ifade etti. Ancak bu yönetimlerin ardından duraklama başladığını kaydeden Erdoğan, şunları söyledi: ''Sarayından çıkmayan idareciler, konağından çıkmayan valiler, ikametinden çıkmayan kadılar, halkın içine karışmayan, halkın nabzını tutmayan, kişisel istikbalini her şeyin üzerinde tutan idareciler, adeta çöküşün zeminini hazırladılar. Batıda, Osmanlı'nın büyük etkisiyle reformlar gerçekleştirilirken, maalesef bizim idarecilerimiz temaşa etmekle yetindiler. Osmanlı Devleti'nin, kuruluş ve yükselişindeki miras, ne acıdır ki duraklama döneminde adeta çarçur edildi, üzerine yenisi konulmadan tüketildi. Elbette ki harici ve dahili başka birçok sebebin de etkisiyle kaçınılmaz bir düşüş ve çöküş dönemi yaşandı. Cumhuriyet, bizim için yeni, yepyeni bir başlangıç oldu. Esasen, sizler de biliyorsunuz ki Cumhuriyet, Selçuklu ve Osmanlı tecrübesinin üzerine, özellikle Osmanlı kurumlarının devamlılığı esasıyla inşa edildi. İşte burada Gazi Mustafa Kemal'in liderlik anlayışıyla bu sürecin örtüştüğünü görüyoruz. Bugün birçok devlet kurumunun kuruluş tarihine baktığınızda, 150-200 yıl öncesine gittiğini görürsünüz. Cumhuriyet, yeni bir başlangıçtır, ancak geçmişin mirası üzerine oturmuş, geçmişten devraldığı tecrübe ile şekillenmiş bir başlangıçtır. Bu yeni başlangıç, altını çizerek ifade ediyorum özellikle 1940'lı yıllarla beraber, işte bahsettiğim o yorgunluk, o metal yorgunluğu tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda çok büyük bir heyecan, coşku, çok güçlü ve taze umutlar varken, 1940'lı yıllarla birlikte, Osmanlı'nın çöküş dönemi hastalıkları, Cumhuriyete de sirayet etmeye başlamıştır. Osmanlı Devleti'ni çok hızlı bir şekilde çöküşe götüren, devlete ve millete çok ama çok ağır bedeller ödeten İttihat ve Terakki zihniyeti, maalesef Cumhuriyete de musallat olmuştur. Bugün, Türkiye'yi, sadece İttihat ve Terakki'nin o dönemde yaptığı hatalar takip etmiyor. Maalesef, 1900'lü yıllardaki büyük hataların, büyük ihmallerin bedelini bugün dahi öderken, aynı zamanda, uslanmaz, yüzü kızarmaz, ders almaz bir zihniyetle de bugün hala mücadele ediyoruz. Bu zihniyet, 150 yıldır olduğu gibi, bugün de değişime, dönüşüme direniyor. Bu zihniyet, 150 yıl boyunca yaptığı gibi, bugün de halkı, milleti küçümsüyor. Bu zihniyet, bu anlayış, mafyavari, çetevari örgütlenmelerle, derin yapılarla, sinsi senaryolarla, bugün dahi ülkeye karanlık bir istikamet çizmek istiyor. Oysa biz, bu zihniyetin, bu anlayışın Türkiye'ye yüklediği ağır faturayı çok acı şekilde ödedik, ödemek zorunda kaldık.'' -''Türkiye, bu prangadan kurtulamazsa ileri demokrasiyi de inşa edemez''- Bu faturanın, sadece Çanakkale'de, Sarıkamış'ta, Hicaz'da, Kanal'da ve Kuzey Afrika'da ödenmesiyle kalınmadığını anlatan Başbakan Erdoğan, tek parti döneminde de bu ağır faturayı ödemeye devam edildiğini dile getirdi. Başbakan Erdoğan, şunları kaydetti: ''27 Mayıs'ta, 12 Mart'ta, 12 Eylül'de, 28 Şubat'ta hem tek tek bireyler olarak, hem de topyekün milletçe ağır fatura ödedik. Faili meçhullerle, çözülmeyen, önlem alınmayan ve büyütülen terör meselesiyle, yasaklarla, kısıtlamalarla, hoşgörüsüzlükle, suikastlerle ve tahriklerle ağır bedeller ödedik. Bugün biz, çok net bir şey söylüyoruz ve diyoruz ki: Eğer Türkiye, bu prangadan, bu komitacı zihniyetten, bu değişime direnen, değişime set çeken zihniyetten kurtulamazsa, ileri demokrasiyi de inşa edemez. 9 yıldır, ekonomide, dış politikada, iç politikada, demokratikleşmede tarihi adımlar atarken, rekorlar elde ederken, Türkiye'nin bölgesel ve küresel konumunu güçlendirirken, esasında, eş zamanlı olarak bir zihniyet değişimini de gerçekleştirmek için gayret sarf ediyoruz. Bakın, bir şehri, fiziki olarak çok modern bir görünüme kavuşturabilirsiniz. Yollarla, hastanelerle, okullarla, fabrikalarla, geniş bulvarlar, parklarla bir şehri mükemmel bir hale getirebilirsiniz. Ama o şehrin sakinlerini, bu fiziki değişime adapte edemiyorsanız, o değişim, o güzellik, o görünüm kalıcı olmayacaktır. Vitrini düzenlersiniz, ama vitrinin arkasındaki toz, toprak, o vitrini kirletmeye devam eder. Ekonomiyi istediğiniz kadar büyütün, işsizlik, enflasyon, yüksek faiz sorunlarını köklü şekilde çözün, diplomaside çok büyük atılımlar atın; ama demokrasiyi güçlendiremiyor, istikrarı kalıcı hale getiremiyorsanız, bunların tamamı palyatiftir, geçicidir. Demokratik gelişim, ekonomik gelişimin de, kalkınmanın da, güven ve istikrarın da mutlak şartıdır. Bunların atbaşı yürümesi lazım. İşte biz, Türkiye'nin son 9 yılda yaşadığı değişimin, kalıcı hale gelmesi, eksilterek değil, üzerine ekleyerek geleceğe ilerlemesi için çaba harcıyoruz. Demokrasinin zayıf olduğu bir ülkede istikrar kalıcı olamaz. Hukuk dışı örgütlenmelerin pusuda beklediği bir ülkede, istikrar da, demokrasi de güvence altında olamaz. Terörün, bir tehdit, bir istikrarsızlık aracı olarak kullanıldığı bir ülkede, aydınlık bir gelecek, umut, heyecan olamaz. Biz, yere sağlam basmak durumundayız. Reformları gerçekleştirdiğimiz kadar, onları sağlam zeminlere de kavuşturmak zorundayız.'' Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ''Terör örgütünün siyasi uzantısı gibi hareket eden parti, tıpkı diğer statüko partileri gibi faili meçhuller konusunda isteksiz olduğunu, samimiyet sergilemediğini, konunun üzerine yeterince gitmediğini görürsünüz. Neden? Çünkü faili meçhuller araştırıldıkça, toprak kazıldıkça bir ucu Ergenekon'u savunan statüko partilerine, diğer ucu da örgütün kuklası haline gelmiş bu partiye dokunur'' dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, JW Mariott Otel'de düzenlenen Valiler Toplantısı'nda, okullarda ikinci yarıyıl başlarken uygulamaya konulan FATİH projesine değindi. Projeyi, ''tarihi nitelikte bir adım'' olarak nitelendiren Erdoğan, ''Şimdilik, 17 ilde, 52 okulumuzda bu proje uygulanmaya başladı. Eylül ayına kadar inşallah Türkiye genelindeki tüm liselerin yarısında FATİH projesi başlamış olacak. 4 yıl içinde de ülke genelinde 42 bin okulda, 570 bin sınıfta FATİH projesini kurmuş olacağız. Bu projeyle birlikte, çocuklarımıza tablet bilgisayarları da dağıtmaya başladık'' dedi. -''Çocuklar, büyüklerinden çok daha iyi şekilde bilgisayar kullanıyor''- Eğitimde, son derece köklü, modern, geleceği etkileyecek bir adımın, FATİH projesiyle atıldığını ifade eden Başbakan Erdoğan, şöyle konuştu: ''Bu büyük imkanlarla, bu yüksek teknolojiyle yetişen çocuklarımız, zengin fakir ayrımı yapmaksızın A'dan Z'ye bununla yetişen çocuklarımız, inşallah şehirlerimizin, toplumun, ülkenin de çehresini değiştirecek, bizden alacakları emaneti inşallah çok daha yükseğe taşıyacaklar. Bu büyük ve kapsamlı projenin uyum süreci, elbette zaman alacaktır. Siz değerli valilerimizden ricam, bu uyum sürecine en güçlü şekilde sizler katkı vereceksiniz. Bunun denetimi sizler tarafından özellikle yapılacaktır, yapılmalıdır. Bizler, belki sizin de birçoğunuz, teknolojiye hayatımızın geç safhalarında, ileri safhalarında kavuşabildik. Ama şimdi çocuklar, bilgisayarın, internetin, elektronik cihazların içinde veya içine doğuyorlar. Daha 5-6 yaşında çocuklar, hatta daha küçükleri büyüklerinden çok daha iyi şekilde bilgisayar kullanıyor. Arkadan gelen işte bu nesil, iyi bir eğitim alarak, doğru şekilde yönlendirilerek, çok farklı bir geleceği, bugünkünden farklı ve ileri bir geleceği inşa edecek. Türkiye, on yıllar boyunca bu değişimden uzak durdu, kaçtı, sakındı. Bilgisayar ve internet dünyada yaygınlaşırken, bizim okullarımıza girmedi, giremedi. Nesillerin değişmesinden korkan zihniyet, iktidarının ve dayatmalarının devam etmesini isteyen zihniyet, bu değişimi engelledi, geciktirdi. Çünkü mafyavari bir anlayış egemendi. Çocuklarımızı teknolojiden, bilimden, öğrenmeden mahrum bıraktılar. Ama bugün, artık bu değişimin önüne set çekilemez, bu değişim süreci artık durdurulamaz, engellenemez. Bize, idarecilere düşen görev, bu değişimin sağlıklı şekilde ilerlemesini sağlamak, değişimin önünü olabildiğince açmaktır. İşte pazartesi günü bu açılışı yaparken, FATİH projesini başlatırken, o söz verdiğimiz tabletleri öğrencilerimize, yavrularımıza dağıtırken, onların heyecanını gördüm. Onların gözlerindeki parıltıyı, ışığı gördüm. Öğretmenleriyle öğrenci arasındaki akıllı tahta bağlantısını gördüm. Artık tebeşirlerle değil, akıllı tahtada parmaklarının ucuyla geleceğe istikamet veren yavrularımızı gördüm. Ve her şeyin çok daha farklı olduğu bir dünya ve çocuklarımızın çok süratle buna adapte olduğunu gördüm.'' -Çocuk yaştaki teröristler- Geçtiğimiz günlerde, Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçları Araştırma Merkezi (UTSAM) tarafından çok çarpıcı bir rapor yayınlandığını dile getiren Başbakan Erdoğan, terör örgütü içindeki çocukları ele alan bu raporda, çarpıcı olduğu kadar acı sonuçların ortaya konulduğunu ifade etti. Başbakan Erdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü: ''PKK, 1994'ten beri çocukları aktif çatışmalarda kullanıyor. Yüzde 14'ü kız çocuğu olmak üzere, yaklaşık 3 bin çocuğun çatışmalarda yer aldığı tahmin ediliyor. Hatta bir dönem, sadece çocuklardan oluşan bir tabur oluşturuluyor. 1997'de, Cudi Dağı'nda yakalanan bir teröristin, 14 yaşında Suriyeli bir kız çocuğu olduğu, örgüte 13 yaşında katıldığı ortaya çıkıyor. Sadece dağda değil, maalesef şehirlerimizde de 7 yaşında çocuklar terör örgütü tarafından kullanılıyor ve güvenlik güçlerine taş atıyorlar. Terör örgütüyle duygusal yakınlık içinde olan partiler bunları görmez, bunları asla sorgulamaz. Çünkü göremez, çünkü sorgulayamaz. Eğer ipin ucu başkasının elindeyse, eğer at gözlüğü takılmışsa işte böyle olur. İpi elinde tutan, gemi nereye çevirirse, bunlar sadece oraya gidebilirler. Onun dışında hiçbir şey göremezler, görseler de konuşamazlar.'' Haftalardır Uludere olayını istismar edildiğini savunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şunları söyledi: ''Biz devlet olarak Uludere ile çok yakından ilgileniyoruz ve ilgilenmeye devam edeceğiz. Peki bunlar, bu çocuk yaştaki teröristlerle ne zaman ilgilenecekler, bu çocuk yaştaki terörist olgusunu ne zaman sorgulayacaklar? Sadece çocuk yaştaki teröristler değil, örgüt içindeki vahşet, işkence ve infazı da bunlar görmez. Dikkat edin, terör örgütünün siyasi uzantısı gibi hareket eden parti, tıpkı diğer statüko partileri gibi, faili meçhuller konusunda isteksiz olduğunu, samimiyet sergilemediğini, konunun üzerine yeterince gitmediğini görürsünüz. Neden? Çünkü faili meçhuller araştırıldıkça, toprak kazıldıkça, bir ucu Ergenekon'u savunan statüko partilerine, diğer ucu da örgütün kuklası haline gelmiş bu partiye dokunur.'' -''Mahsum Korkmaz adlı teröristin nasıl öldüğünü sorgulasınlar''- Faşizm, baskı, susturma, sindirme ve tehdit gibi yöntemlerin bir siyasi partinin yöntemi olamayacağını ifade eden Erdoğan, şöyle dedi: ''Bir siyasi partinin temelleri bunlar üzerine kurulamaz. Eğer kurulursa, işte o zaman, karanlık konuların üzerine gidemez. Buyursunlar, Mahsum Korkmaz adlı teröristin nasıl öldüğünü sorgulasınlar. Diyarbakır'da 5 kızın nasıl öldüğünü sorgulasınlar. Faruk Bozkurt adlı teröristin, Mustafa Çimen adlı teröristin, Hikmet Fidan'ın nasıl öldüğünü buyursunlar sorgulasınlar. Sorgulayamazlar. Bunlar ne terör olaylarına kurban verdiğimiz masum sivillerin durumunu sorgulayabilirler, ne de terör örgütünün kendi içinde yaptığı kanlı infazları sorgulayabilirler. Benim Kürt kökenli kardeşimin, ekmeğine, aşına, alınterine musallat olanları; sindirenleri, korkutanları, hatta ensesine bir kurşun sıkarak katledenleri bunlar sorgulayamazlar. Çok açık söylüyorum: Eğer bunları sorgularlarsa, karşılarına çıkacak tabloyu çok iyi biliyorlar. Ve bunu benim arkadaşlarımla görüşürken kendileri de ifade ediyorlar. 'Sizin gibi düşünüyoruz ama konuşamayız'. O zaman niçin parlamentonun çatısı altına geldiniz? O zaman buraya gelmenize de gerek yok. Çünkü dürüst, samimi değiller. Demokrasi samimiyet ister. Devlet içindeki çetelerle, PKK arasındaki o kanlı ittifak, belli devletlerle PKK arasındaki o kanlı taşeronluk anlaşmaları, onların yüzüne bir tokat gibi çarpar da onun için sorgulayamazlar.'' -''Valilerimiz, devletin gülümseyen yüzü olmak zorundadır''- Bu tablonun eğitimle değişeceğini vurgulayan Erdoğan, ''Bütün çocuklarımızı, yavrularımızı önce eğitime, onunla birlikte sağlıklı bir aile yaşantısına kavuşturacağız ve böylece bu acı olayların, bu istismarın önüne geçeceğiz. FATİH projesiyle okullarımıza kazandıracağımız teknoloji, işte en başta, bu çocuklarımızı, bu yavrularımızı, terörün istismarından kurtaracak'' dedi. Bit televizyon programına tinerci bir çocuğun çıkarılmasına değinen Erdoğan, şöyle konuştu: ''Tinerci bir nesil mi yetiştireceğiz dediğim de bakıyorsunuz bir televizyon kanalında bir tanesi çıkmış, bir tinerci çocukla söyleşi yapıyor. Başbakanın 'tinerci bir nesil mi yetiştireceğiz' ifadesinden rahatsız oldun mu? diyor. Şu gazeteciye bak. Gazetecilik bu mu? Görsel medya bu mu? Yazılı medya bu mu? Sen bir tinerci çocuğu oraya çıkarmakla, ona bu soruyu sormakla bir defa tiner kullanmaya meşruiyet kazandırıyorsun. Bu nasıl bir gazeteciliktir. Böyle bir anlayış olabilir mi? Ondan sonra gazete patronları medya patronları bizim bu ifadelerimizinden rahatsız oluyorlar. Bunlar neye meşruiyet kazandıracaklarının bile farkında değiller. Dert başka. Ama biz inandıklarımızı, doğrularımızı anlatmaya devam edeceğiz. Onun için siz değerli valilerimizden, bu projeye çok büyük bir hassasiyetle, dört elle sarılmanızı rica ediyorum.'' Valilere, ''Valilerimiz, görev yaptıkları illerde devletin otoriter yüzü, somurtkan yüzü değil, tam tersine devletin gülümseyen yüzü, şefkat yüzü, sıcak yüzü olmak durumundadır'' uyarısında bulunan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, şöyle devam etti: ''Millet devlet için değil, devlet millet için vardır. 75 milyon vatandaşın her biri birinci sınıf vatandaştır. En fakirinden en zenginine, en cahilinden en okumuşuna kadar yeter ki insan olsun. İnsan, birinci sınıf vatandaştır devlet karşısında. Devlet nezdinde hiçbirine karşı asla ayrımcılık içinde olamayız. Ankara'ya uzaklığı fiziken ne olursa olsun, Valilik binasına uzaklığı fiziken ne olursa olsun; Hakkari'nin, Bingöl'ün, Tunceli'nin mezrasındaki vatandaşla, Kırıkkale'nin, Çankırı'nın, Konya'nın köyündeki vatandaş devlete eşit yakınlıktadır, eşit yakınlıkta olmak durumundadır. Bunun için sizler bizim gören gözümüz, konuşan dilimiz, tutan elimiz, dinleyen kulağımızsınız. Nerede olursa olsun, her bir vatandaş, zora düştüğünde devletin tüm imkanlarıyla yanında olacağını bilmeli ve hissetmelidir.'' -''Şehrinizdeki her haneden haberiniz olacak''- Valilerin her haneden haberlerinin olmasını isteyen Başbakan Erdoğan, şunları belirtti: ''Çözemediğiniz sorunlar olabilir, imkanlar elvermeyebilir, şartlar iyi olmayabilir, o durumlarda biz gereken desteği sağlarız, sağlıyoruz ve sağlayacağız. Ama altını çiziyorum, haberdar olmadığınız bir sorunun olmaması gerekir. Ben sizlerle nasıl bunları konuşuyorsam sizler de kaymakam arkadaşlarımızla tüm belediye başkanlarımızla bunları aynen konuşmalısınız. Güvenlik noktasında gerek polisiyle, gerek jandarmasıyla bunları aynen konuşmalısınız. Hatta daha ileri gidiyorum Silahlı Kuvvetlerimizin oradaki birimleriyle gayet güzel iletişim içinde bunları sürdürmelisiniz. Çünkü biz bir bütünüz. Her şeyden önce biz Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu noktada insana hizmetkar olma işlevini en ideal şekilde yerine getirmekle görevliyiz. Ben bunun mazeretini asla kabul etmiyorum. Çünkü şuna inanıyorum: Bizim valilerimiz, şehrindeki her haneden haberdar olacak. Yeri gelecek hanımlarınızı alacaksınız yanınıza, tabii beyinizi de alacaksınız yanınıza ve kapı kapı dolaşacaksınız. Gelip bu kapıları çalmak suretiyle elinizdeki paketinizle ziyaretinizi yapacaksınız. Ve bu dalga dalga o şehrin her hanesine uzanacak. Şu kış şartlarında kimin bacası tütüyor, kimin bacası tütmüyor bunu görmelisiniz. Geçenlerde bir televizyon haberinde, 'kaymakam makam aracını gönderdi ve hastayı aldı' diyor. Düşünebiliyor musunuz; bunu televizyonlar sanki bir fevkalade habermiş gibi veriyor. Aslında alışamadıkları, görmedikleri bir şey. Aslında bu bizim adeta vakayı adiyemiz olmalı. O kadar rahat biz bu işleri yapmalıyız, yapabilmeliyiz. Türkiye'yi biz bu hale getirmeliyiz. Sobası olmayan evler bulunabilir. Sobasına atacak odunu, kömürü olmayan evler bulunabilir. Paltosu olmayan, ayakkabısı, çizmesi olmayan, kalemi, defteri olmayan, bütün bunların üzerine evine geldiğinde o küçücük ellerini ısıtacağı bir sobası olmayan yavrularımız bulunabilir. Bunları arayıp bulacağız ve koruyup kollayacağız. Bulamadığımız her yavrunun vebali önce sizin, sonra da bizim üzerimizdedir. Akif diyor ya 'Kenarı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu. Gelir de adli ilahi sorar Ömer'den onu'. Onun için kapı kapı dolaşacağız. Biz, adalet ve merhameti, ilgi ve şefkati asla elden bırakmayacağız. Bu arada kış şartlarının çok çetin seyrettiği bir dönemden geçiyoruz. Özellikle dün bazı illerimizde çok yoğun kar yağışı oldu, yollar kapandı, okullar tatil edildi. Böyle durumlarda valilerimizin, gece gündüz demeden çalışmalarını, yolları hep açık tutmalarını, ihtiyaç sahiplerine en hızlı şekilde ulaşmalarını rica ediyorum. Biz, her açıdan çok zorlu bir coğrafyada yaşıyoruz. Topoğrafik yapımız çok çok farklı. Türkiye, ovalardan oluşan bir ülke değil. Ovalarıyla dağları iç içe geçmiş bir ülke. Geçmişte yaşadıklarımızdan ders çıkarmak ve buna göre de tedbir almak zorundayız. Her bir vali arkadaşımız, depreme, sel baskınlarına, diğer afetlere, her türlü olağanüstü duruma her an hazır olmalı, her an teyakkuzda bulunmalı. İşte Edirne'de de malum. Bulgaristan'daki bir barajın kapaklarında meydana gelen sıkıntı... Ki buna rağmen her yıl maalesef Bulgaristan'dan böyle bir sıkıntıyı yaşıyoruz. Çeşitli görüşmeler yapmış olmamıza rağmen bu sıkıntıyı yaşıyoruz. Bu yıl yine yaşadık. En son Van'da yaşadığımız deprem felaketi, bizim için acı bir hatıranın ötesinde, her an hatırlanması gereken bir ders, bir tecrübe olmalı. Devlette devamlılık, evet, esastır; ama bundan da önemlisi, tecrübenin aktarılması, birikimin devam etmesidir. Her seferinde sıfır noktasından başlayanlar, oldukları yerde sayarlar. Tecrübeyle, bilgiyle, en önemlisi de ilgiyle işe koyulanlar, zaten başlangıçta büyük mesafe alırlar. Büyük emek ve faaliyetle elde edilen bilginin, birikimin, tecrübenin yeni gelenlere aktarılmasını sağlayacak mekanizmaları da güçlendirmeli ve süratle işler halde tutmalıyız. Bilhassa olağanüstü durumlarda, kriz yönetimi gerektiren hallerde bu eksiklik çok daha belirgin şekilde hissediliyor. Sizler her ilin sorumlusu olduğunuz kadar, her ili yarınlara hazırlayacak Ankara'nın eli, ayağı, gözü kulağısınız.''
<< Önceki Haber 'Bir ucu Ergenekon'u savunanlara diğer ucu da...' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER