KADIKÖYLÜ OLMANIN DAYANILMAZ KOKULARI

İlk kumdan kalelerimi Caddebostan Plajı’nda yaptım ben.


Faytona binip giderdik. O zamanlar Erenköy’de otururdu anneannem. Kızıltoprak’taki eski ahşap köşk yıkılıyordu. Köşkü hayal meyal hatırlıyorum; bahçesinde dut ağaçları vardı. Elimi, o bahçede yalamıştı... Süt beyazı bir kuzu; sonra yok oluverdi; hayatımdan ilk kayıp gidenlerden biriydi. Köşkün yerini bir aile apartmanı aldı. İki teyzem ve kuzenlerimin bir bölümü hâlâ o apartmanda oturur. Hayır, ben Kadıköylü değilim. * * * Ben Kadıköylü değilim. Kadıköy hep “varılan” bir yer oldu benim için. Trende geçen bir gecenin mahmurluğundan ancak Hardarpaşa Garı’nın kapısında denizi ve martıları görünce uyanabildiğim o çocukluk seyahatlerindeki gibi... Varılan, bir süre kalınan, sonra veda edilen bir yer. Ankara’dan ya da adı dilimize yabancı şehirlerden kalkıp gelinen bir yer. Ve tabii, İstanbul’dan... Zira karşıya geçmekten “İstanbul’a gitmek” diye söz ederdi benim Kadıköylü anneannem. Ben Kadıköy’ü, “İstanbul’un sayfiyesi” sanarak severdim. Kumdan kaleler yapılan plajlarıyla, dut ağaçlarıyla, muhteşem rıhtımıyla ve güneşi İstanbul’un kalbinde batıran manzarasıyla tatil yapılırdı Kadıköy’de; yaşanmazdı. Ev için, iş için, düzenli hayat için İstanbul vardı; başka şehirler vardı. * * * Bazı şeyler değişmiyor. Hâlâ Kadıköy’de oturmuyorum. Ve Kadıköy’de oturan ailem hâlâ “İstanbul”a mesafeli biraz... O aileye inat, Kadıköy’ün takımını tutmadım; hayır, asla. Ve tuttuğum takımın mahallesinde, “ikinci bir Cihangir cumhuriyeti mümkün” sanarak yaşamaktan memnunum şimdilik. * * * Ama bazı şeyler değişiyor. Neredeyse iki yıldır Taraf var hayatımda. Ve neredeyse iki yıldır, Kadıköy’de Taraf var. İlk kez bir büyük günlük gazete bu yakada hazırlanıyor. Giderek pek azımızın hatırladığı Bâb-ı Âli günlerinden beri, ilk kez bir günlük gazetenin çalışanları gerçek bir mahallenin içinden geçerek geliyorlar işlerine. Geliyoruz; geliyorum... Taraf Kadıköylü bir gazete. Ve, bir yanım her gün biraz daha Kadıköylüleşiyor benim. Taraf’ta çalışan herkes gibi... Genç arkadaşlarımız, akşamları Kadıköy Çarşısı’nda içiyorlar rakılarını. Bazılarımız Moda’ya, Kalamış’a uzanıyor... Cumayı Kadıköy’ün camilerinde kılıyor dindar arkadaşlarımız. Dinden en uzaklarımız bile Osmanağa Camii’nin müezzinini dinlemeye gidiyor ama... Bu kadar sakin ve kuvvetli bir sesin, bu kadar etkileyici bir ezanın nadir bir nimete dönüştüğünün farkındayız zira. Ve biz çok severdik Rodi’yi... Kadıköy Çarşısı’nın kazı öldüğünde, kalbimize bir çizik atıldı; biliyorum, konuştuk aramızda. * * * Böyle yazarken, Kadıköy’e “bizim mahalle” diyesim geliyor... Diyeceğim. Bu günlerde bu kelimenin sırtına yüklediğimiz o pek ağır siyasi anlama rağmen, Kadıköy bence bizim mahallemiz. Taraf, Kadıköy’ün gazetesi... Ve varsın Kadıköy, pek bir Kemalist, pek bir Fenerbahçeli olsun... Kadıköy, her gün biraz daha benim mahallem. Bunu biliyorum. Çünkü Kadıköy’ün, havalar ısındıkça dayanılmaz bir hal alan o berbat kokusunun bende yarattığı duyguyu da biliyorum. Öfke değil bu. Küçükken plajlarında kumdan kaleler yapıp ağaçlarından dut yediğim bu cennet ilçenin, İstanbul’un bu güzelim “sayfiye”sinin, dünyanın en renkli çarşılarından birine ve dünyanın bence en etkileyici manzarasına sahip merkezinin buram buram lağım kokmasına öfkelendiğimi söyleyebilirim... Ama doğru olmaz. Bu kokuya dayanamadığımı yazabilirim... Ama yetersiz kalır. Hayır, kâh Kurbağalıdere’den kâh rıhtımdan eserek, bu sıcak akşamlarda çoğumuzu nefessiz bırakan o kesif kokunun bende yarattığı duygu çok farklı. Ben bu kokudan utanıyorum. Tıpkı insanın evinin kötü kokmasından utanacağı gibi... Mahallem kötü kokuyor. Ve bu, utandırıyor beni. Kadıköylü bir gazeteyiz biz ve “Kadıköy kokmasın artık,” diyoruz. Fırat Alkaç’ın dördüncü sayfadaki haberini okuyun. Utancımızı sona erdirme yolunda, bir başlangıç sayın o haberi. Gerisi gelecek.
<< Önceki Haber KADIKÖYLÜ OLMANIN DAYANILMAZ KOKULARI Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER