Liste


Fırından çıkarken nerdeyse göğüs göğüse çarpışmamıza ramak kaldı, "Oo üstad" diye gülümsedi, "Görüşemiyoruz epeydir". Merhabalaşıp hal-hatır sorduktan sonra savuşup gitmek üzereydim ki ardımdan seslendi, "Yahu" dedi, "Listeye baktım; yoksun." -Ne listesi; neden bahsediyorsun? -Öpülecek gazeteciler listesinden bahsediyorum canım; Taraf gazetesi yayınladı ya geçenlerde... o liste! Biraz canım sıkıldıysa da pişkinliğe vurup belli etmedim; o da "Rastlamışken şunun canını sıkayım" diye söylemiyordu zaten, öyle lâf olsun, bir şakalaşma mevzuu olsun diye hatırlatıyor. Bu gibi durumlarda dekora ve mizansene uygun tarzda konuşmak esastır, -Hakikaten öyle yahu dedim, "Bir üzüldüm, bir üzüldüm; sorma!" Dalga geçtiğimi anladı, gülmeye başladı, "İyi ama öteki listede de yoksun; Ârâf'ta kaldın resmen." -Yapılacak bir şey yok diye somurttum, "Sen de beni artık gazeteciden saymazsın olur biter." Şaka mı yapıyorum yoksa sitem mi ediyorum bir an anlayamadı, gözlerini kırpıştırdı, "Estağfurullah yahu, onu demek istememiştim." -Anlıyorum canım, sen bana takıldın ben de sana takıldım, boşver diye omuzuna dostça vurdum, gülüşerek ayrıldık. * Efendim, benim gibilerin, lâfın gelişi "gaze-teci"den sayılması galât-ı meşhurdur. Gazeteci dediğin her gün gazeteye gider; fikir işçisi bordrosundan maaş alır, prim ve vergisi o fasıldan yatırılır. Yaptığı iş esas itibariyle haberciliktir. Biz köşe yazarları, bu mânâda gazeteci sayılmayız çünkü çoğumuzun asıl mesleği gazetecilik, habercilik, editörlük değildir. Kader bir şekilde ağlarını örmüş, bizleri "köşe yazarı" denilen kategoriden gazeteci imiş gibi göstermiştir. Çoğu okuyucu öteden beri gazetecilik yaptığımızı zannediyor ama durum öyle değil. * İtiraf ediyorum; ben "gazeteci" değilim fakat gazeteciliği severim. Vaktiyle Kenan Evren Paşamız, -zannediyorum bir postane binasının açılış töreninde olabilir- törene katılan PTT mensuplarının gönlünü almak ve onların ne kadar önemli bir iş yaptıklarını vurgulamak bâbından şöyle konuşmuştu: -Asker olmasaydım postacı olurdum! Eskiler böyle lâflara rüşvet-i kelâm derlerdi, lâkin günahını almayalım, belki de Kenan Paşamız'ın en büyük hayali, hakikaten vaktiyle gri üniforması, sabun köselesinden mâmul sağlam meşin çantası ve fiyakalı kasketiyle filinta gibi bir posta müvezzi (yani dağıtıcı) olmaktı. Şimdi eğer köşe yazarı ve öğretim üyesi olmazdan evvel elimde fırsat olsa hangi mesleği seçerdim diye düşünüyorum da, aklıma gazetecilikten daha parlak bir fikir gelmiyor, çünkü şimdilerde lağvedilmiş durumdaki SSK'nın kayıtlarında hâlâ olması gerekir, benim vaktiyle bir sene kadar, hatta belki iki yıl civarında "fikir işçisi" kadrosunda çalışmışlığım, bilfiil gazetecilikle uğraşmışlığım var. Şimdi sorsalar "Ne olmak isterdin?" diye cevabım değişir, o başka mesele! (Marangozluk, marangozluk!) Eski zaman tabiblerinden biri, (yani Doktor) şöyle demiş vaktiyle: "İhtiyârımla aceb ben hiç olur muydum tabib; Ger bileydim âlemin bunca devâsız derdini" O hesap. * Balyoz planlarından çıkan gazeteci listeleri, gazeteciler ve gazeteci-yazarlar arasında orta çapta bir fırtınaya sebep oldu. Bazıları, "İçime sindiremiyorum; bu yapılan şey kalleşliktir; keşke yayınlamasalardı. Her aklına esenin yaptığı listeyi yayınlamaya mecburlar mıydı?" diye sitemler ettiler. Tabii karşılamak lazım; basın sektörü ne de olsa gazetecilerin elinde işleyen bir sistem ve o sistemin köşetaşlarında duranlar, kendileriyle ilgili haberleri abartmakta bir miktar mâzur görülmeliler. Doğrudur, o listelerde bazı yanlışlıklar, hatta saçmalıklar var ama eski tâbirle söylersek "heyet-i umûmiyesi itibariyle" listelerde genel bir isabetlilikten de söz edilebilir. Söz edilebilir de, bu varsayım üzerine hüküm binâ edilemez, çünkü bu listeler, her ne kadar kamuoyunda, "Vaay, ben zaten filancadan şüphe ediyordum; o da darbecilere hoş görünen takımındanmış" diye bıdıbıdılara yol açacaktır. Elin ağzı torba değildir ve gazeteci de olsanız böyle torbaların ağzını büzmeye gücünüz yetmez. Olabilir, fakat aklıbaşında hiç kimse bu listelere bakarak hüküm çıkarmaya kalkışmaz. Bu listeler sadece, bu listeleri hazırlayanların bakış açısını, görgülerini, bilgi seviyelerini ve hayal ufkunun sınırlarını ortaya koymaktan başka bir işe yaramaz. O yüzden Hazreti Yunus'un dediği gibi, "Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa sevinirim/ Aşkın ile avunurum/ Bana seni gerek seni" diyerek şu tatsız meseleyi kapatmaktan başka çare yoktur. Ümid olunur ki bundan sonra ülkemizde darbe heveslileri hiç olmaz ve her aklı evvel masaya bir kalem kâğıt çekerek kendi zuumunca listeler yapıp vatandaşı fişlemeye kalkışmaz. * Gelelim garp cephesine; efendim ben Hazreti Yunusçu takımındanım. Şahsi arşivimde, "Bir vesile çıksa da TSK'nın boş böğrüne bir dirsek çaksak" diye heveslenen takıma karşı "Hoop, her toplumun bir tane ordusu olur; eleştiri yapacaksanız edebinizi takınınız; nefretinizi bulaştırmaya kalkışmayınız" tarzında kaleme alınmış nice yazı duruyor; bununla beraber yine terbiye ve usûl dairesinde yazılmış nice tenkid yazısı da var. Fırın çıkışında rastlaştığım arkadaş olsa, "Haydi yine iyisin; iki tarafı da idare etmişsin" der miydi bu duruma? Bilmem, öyle şeylere aldırış etmiyorum pek... * Bunca patırtıdan sonra akılda kalması lâzım gelen nükte şudur: Kendi halkını düşman yerine koyarak "şöyle vururuz, böyle belini bükeriz" kafasındaki bazı adamların yaptığı listelerde yer almak veya almamak hiç önemli değildir efendim; önemli olan "Defteri sağından verilecekler" listesine dahil olmaktır. Bu listeye giren aşığı gümüşledi; giremeyenlerin veyl hâline! Vesselâââm...

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER