Kaybetmeyi bilmek de...


2016'yı alamayışımızın ardından iki-üç gün çıkartılan patırtı sonrasında olayın nasıl yıldırım hızıyla gündemden düştüğünü gördünüz mü? Bizim medyanın dramlarından biri de bu: Ne kadar önemli ve hayati olursa olsun her konu, birkaç gün içinde buruşturulup atılacak bir tüketim maddesi olarak görülüyor. Bundan doğan sorun, sıkıntı, zarar ve kayıplara da kimse kulak asmıyor. O 48 saatlik gürültü-patırtı sırasında Platini'ye hakaretler yağdırıldı, Şenes Erzik'e olmayacak suçlamalarda bulunuldu, seçim komisyonunda yer alan üyeler için çirkin imalar ortaya konuldu ve benzeri türden bir yığın maskaralık yapıldı. Peki, bütün bunlardan elimize ne geçti ya da elde ne kaldı? Koskocaman bir hiç! Peki, böyle mi olmalıydı? Konuyu daha serinkanlı ve akılcı biçimde gündeme getirip 'Biz nerede yanlış yaptık ya da eksik kaldık' analizinin ardından hiç zaman yitirmeden kolları sıvayıp işe girişsek çok daha iyi olmaz mıydı? Sağ olsunlar, işin gerçeğini yazan arkadaşlarımız da olmadı değil. Radikal'de Uğur Vardan ve İbrahim Altınsay, Taraf'ta Fikret Doğan, Milliyet'te Mehmet Demirkol ve birkaç arkadaşımız daha spor medyasının onurunu koruyacak sağduyulu yaklaşımlarda bulundular. Bu kapsamda 2010 Dünya Basketbol Şampiyonası'nı bundan 6 yıl önce Malezya'da Fransa'ya karşı 10-9'luk üstünlükle aldığımızı hatırlattı Radikal. Biz de soralım: Fransızların o zaman ayağa kalkıp 'Müslüman bir ülkede yapılan seçimde Türkiye kollandı, bir yığın katakulli döndü!' demeleri ne kadar hoşumuza giderdi? Bitmedi, o şampiyona için verdiğimiz sözleri tam olarak yerine getirebildik mi? Hani Antalya'daki salon? Hani İstanbul'da yapılacak olan işler ve daha verilip de pek yerine getirilememiş bir yığın söz? Her konuda kendimizi haklı görürken bunları nasıl unutuyoruz? İşin gerçeği şu: 2008'de Avusturya-İsviçre renksizliğinin ardından 2012 Polonya-Ukrayna sıkıntısı UEFA'yı yordu. Bu nedenle işi dertsiz götürebilecek bir ülkeye vermeyi yeğlediler. Bununla ilgili seçim de olabileceği kadar dürüst ve adil biçimde gerçekleştirildi. Hepsi bu! Böyle bir gelişmenin ardından bir yığın utanmazca laf eden arkadaşlarımızdan biri örneğin şu soruya yanıt verebilir mi: 2016'da bizim ulaşacağımız demiryolu ağı, Fransa'nın şu anda sahip olduğunun yüzde 10'u seviyesine varabilir mi? Komisyondaki üyeler daha bunun gibi bir yığın gerçekçi ölçüte bakarak karar vermek durumundalar. Örneğin, şu son 10 günde yaşananları Avrupalı biri olarak izleseniz, memleketimizin güvenlik konusunda hiçbir risk taşımayan bir yer olduğunu düşünebilir misiniz? Daha bunun gibi bir yığın olumsuz durum gözler önündeyken aldığımız 6 oy, olağanüstü bir başarıdır. Katkıda bulunan herkese teşekkür etmek gerekir. Ayrıca, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere Futbol Federasyonu Başkanımız ve öteki ilgililerin seçim sonrasındaki sağduyulu ve dengeli tavırları da alkışı hak ediyor. Unutmayalım, kaybetmeyi bilmek de bir erdemdir. Gösteri maçında 56 bin kişi! Önce, geçen hafta içinde bütün gazetelerde yer alan şu haberi okuyalım: "Real Madrid ve Milan'ın efsane yıldızları, Santiago Bernabeu'da karşılaştı. 56 bin biletli kişinin izlediği müthiş mücadeleden mutlu ayrılan taraf 4-3'lük skorla Real Madrid oldu. Bu müthiş dostluk maçında Real Madrid'e galibiyeti getiren goller, Butragueno, Amavisca ve Alfonso (2)'dan geldi. Milan'ın gollerini ise Simone ve Rui Costa (2) kaydetti. Elde edilen gelir sporcu sağlığında tasarlanan bir projede kullanılacak." Sonra da soralım: Böyle bir maç bizim memlekette oynansa kaç kişi izlerdi dersiniz? O kadar uzaklara gitmeye gerek yok; Formula 1 pilotlarıyla Türk futbolunun yıldızlarının oynadığı gösteri maçına gelen seyirci sayısının 1 000 (yazıyla bin) bile olmadığı belirtildi. 1998'in Dünya Kupası galibi Fransa ile yaptığımız hazırlık maçını da 4 bin kişilik bir topluluk izlemişti... Buna benzer durumlarda ülke olarak o kadar acıklı bir noktadayız ki 2016'nın bize verilmeyişi gibi konularda çıkardığımız gürültü patırtı büsbütün gülünç ve acıklı oluyor.
<< Önceki Haber Kaybetmeyi bilmek de... Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER