Al gülüm ver gülüm


Bilirsiniz, subaylarımız "plaket" alıp vermeyi pek severler. Vara yoğa plaket alıp verirler: Kolordu komutanının tümen karargâhını ziyareti, tümen komutanının topçu alayını denetlemesi, hani neredeyse alay komutanının avcı taburunu gezmesi, hep birer "plakete vesile" olur. Böylece bu ziyaretlere ve teftişlere bir "Atatürk'ün bilmemnereye gelişi" tadı da verilir... Kenan Evren'in deniz ve kum hakkında bir süre tetkiklerde bulunmak üzere askeri kampı teşrifleri gibi... (Muhterem kamp sakinleri, ben de turist çocuğuyum!) Emekli subayların evleri, aynalı büfenin önüne sıralanmış, varsa kitaplık raflarına dizilmiş, "Nutuk" ile "Şu Çılgın Türkler", bir de "Ak Zambaklar Ülkesi Finlandiya" önüne yerleştirilmiş plaketlerle doludur... (Eskiden bu kitaplar arasında Doğan Avcıoğlu'nun eserleri de vardı, şimdi pek bulamazsınız.) "Bu plaketlere harcanan paraya yazık" derseniz sizi vatan haini ilan edecekler de çıkabilecektir. Subaylar madalya da severler. Madalyalar içinde en şereflisi olan İstiklal Madalyası'nın apayrı bir önemi ve ağırlığı vardır elbette... Fakat diğer madalyaların neyi simgeledikleri, neyi ödüllendirdikleri pek anlaşılamaz. Al örneğin NATO madalyası... Ne yapmış paşa, vurduğu gibi Kızılordu'yu mu dağıtmış? Laf aramızda: Kanla kazanılmış da olsa bütün Osmanlı madalyalarını bir çırpıda yasaklaması, örneğin Atatürk'ün bile Çanakkale Madalyası'nı bir daha asla takmaması, cumhuriyet rejiminin haksızlıklarından ve ayıplarından biri olmamış mıdır? Eski Kızılordu komutanları da madalyayı pek severler, pek önem verirlerdi. Fakat işin iyice suyunu çıkardıklarından (Rusya ne de olsa bir Doğu ülkesiydi), üniformalarının ceketlerinde madalyadan boş yer kalmazdı. Üstelik Rus gelenekleri uyarınca sivil yöneticiler de general sayıldıklarından (Osmanlı'nın "sivil ve başıbozuk paşaları" gibi) onlarda da bir araba madalya... Eh, ne de olsa dünya savaşı kazanmış, hem Hitler'i yenmiş, hem koca bir imparatorluk kurmuş adamlardı bunlar... Batı dünyası bu kadar gösteriş sevmediğinden, Batılı subay madalyanın kendisini takmaz, onu temsil eden "renkli şeritler" taşır göğsünde. Cafcaf, geri kalmış ülkelere özgüdür. Dün okudum, memur gazeteleri keyifle yazıyorlar, İlker Başbuğ'a yeni bir madalya verilmiş. Yok canım, Başbakan Erdoğan tarafından değil herhalde! Güney Koreliler vermişler. Tongil Liyakat Madalyası! Efendim bu Tongil, Kore'de bir köy, pirinci meşhur. İlker Paşa bu köyü komünistlerin elinden mi kurtarmış acaba? Paşa o tarihte ilkokul öğrencisi... Hayır efendim, bu madalya paşaya "Kore ile Türkiye arasındaki askeri işbirliğinde temel bir rol üstlendiğinden" dolayı verilmiş. Altmış yıldır Kore'yle aramızda böyle bir işbirliği var da bizim mi haberimiz yok? Kore'de savaşmış olan sevgili Refik Erduran ağabey biliyor mu böyle bir süregelmiş ilişkiyi? Bilmaiyorsak niçin bilmiyoruz? Cehaletimizden mi, gizli tutulduğundan mı? Yok yahu, bizim Hava Harp Okulu "öğrenci mübadelesine" başlamış, oymuş mesele... Pek de "madalyalık" bir tarafını göremedik ama devlet büyükleri herşeyi bizden daha iyi bilirler. Bu durumda hemen Kore Genelkurmaybaşkanı'na da bir Türk madalyası verilmeli, bu madalya Seul büyükelçimiz tarafından kendisine törenle takılmalı ve konunun Kore basınında ilgi görmesi MİT ajanlarımız tarafından sağlanmalıdır. Paşamızı kutluyoruz. Göğsünü gere gere yeni madalyasını taksın gitsin, Orduevi lokantasının "general bölümüne" otursun. Orada Hilmi Bey'i görürse de hiç selam bile vermesin! Arkadaşları öyle yapıyorlar ya...
<< Önceki Haber Al gülüm ver gülüm Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER