Önce ev halimizi yansıtan tabloya bakalım.
Geçen gün
gazete ve internet sitelerinde
TMSF mülkiyetindeki CINE-5 adlı televizyona başarılı bir iş kadını olan
Nilüfer Bulut’un talip olduğuna ilişkin haber vardı. 45- 50 milyon $ değer biçilip birkaç kez satışa çıkarılan kanal, muhtemeldir ki bu defa, eski taliplerden daha kararlı görünen Nilüfer Hanım’a satılır.
Maksadım Cine-5 macerasını anlatmak değil. Son beş yılda bazı medya grupları da dahil, kimi ulusal/ yerel tv kanalları, gazeteler, dergiler,
radyo istasyonları bu yolla milyar
Dolarların telaffuz edildiği zeminde satıldı.
Sözü edilen rakamların genelde el değiştiren medya organlarının sadece
marka değeri olduğunu söylememe herhalde gerek yok. Yani bunları satın alan işadamları, taşın altına ellerini uzatırken, yayının devam etmesini sağlamak için küçümsenemeyecek seviyede önemli bir mali kaynağı basın sektörüne yatırmayı göze aldılar.
Girişte söylediğim gibi, bu ev halimiz.
Madalyonun öbür yüzünü çevirdiğimizde bu yatırımların
Türkiye’nin dünya sahnesinde, uluslararası kamuoyuna, özellikle de ABD’de ve AB ülkelerinde derdini anlatmak için gerek
lobi şirketlerine gerekse
tanıtım amaçlı basın reklamlarına milyon dolarlar harcadığı ortamda, Batı dünyasını sarsan
ekonomik krizden dolayı cazip fırsatların doğduğu bir tabloda gerçekleştiğini görüyoruz. Kısaca özetleyeyim.
Washington Post grubuna ait dünyanın ikinci büyük haber dergisi 76 yıllık Newsweek’in 30 milyon $ borcuna karşılık 1 $ sembolik fiyatla, birlikte el değiştirdiği;
Time- Warner grubunun 1 milyon tirajlı Businessweek dergisinin 1 $’a alıcı aradığı, Financial
Times’in çıkış yolu aradığı bir medya dünyası var karşımızda.
Forbes, Portfolio, TV Guide, US News &
World Report, Reader’s Digest,
Arizona Republic,
Boston Globe ve daha onlarca yüksek tirajlı ünlü yayın aynı durumda.
New York Times 1 milyar 100 milyon $ borcunun 400 milyon $’lık kısmını ödemek için Meksikalı bir işadamından % 14 faizle 250 milyon $ borç alırken binasını elden çıkardığı gibi ünlü Radyo New York’u 45 milyon $’a sattı.
Bu, ABD medya dünyasının hali. Avrupa’daki durum da çok farklı değil.
Rakamlara baktığınızda haber ve yorumları sadece Türkiye’de değil birçok ülkede referans kabul edilen yayın organının, bizde büyükler arasında bile sayılmayacak bir-iki gazete ya da televizyona biçilen değere eş fiyatla el değiştirdiğini, kiminin yıllık zararının ‘12 Dev Adam’a verilen
prim seviyesinde, hatta onun altında kaldığını göreceksiniz... Newsweek’in geçen yılki zararı 23 milyon $.
Durumu basitleştirip karikatürize etmek istemem. Elbette uluslararası medya ortamına
oyuncu olarak dahil olmanın da o mecrada tutunup yola devam etmenin de şartları Türkiye’den çok farklı... Ama iç kamuoyunu, iç siyaseti
hedef alan yayıncılığın sağladıklarıyla kıyaslandığında sunduğu olanaklar da farklı. Bir ay kadar önce
Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu iftar davetinde
Amerikan diplomasi çevrelerinden edindiği intibaı anlatırken “Bize Beyaz Saray’la probleminiz yok, sıkıntınız Temsilciler Meclisi’nde, dolayısıyla Amerikan basınında Türkiye’ye bakışla alakalı diyorlar” demişti. Benzer değerlendirmeleri Amerika’da görev yapan meslektaşlarımdan, Türkiye üzerine analizleriyle ünlü Amerikalılardan defalarca dinlediğim için şaşırmadım. Beni şaşırtan, iş dünyamızın önde gelen simalarının, uluslararası ortamda karşılarında ciddi rakipler olmasına rağmen, imrenilesi projelere
imza atmakta gösterdikleri cesaret ve sergiledikleri başarıya karşılık, medya sektörüne girmekte hem bu kadar hevesli hem de Türkiye sınırları dışına çıkmayı akıllarından geçirmeyişleri. Yıllar önce, SSCB’nin dağılmasını takiben iki ünlü Rus gazetesi Pravda ve İzvestiya’nın 100 biner Dolar fiyatla satışa çıktığını öğrenip rahmetli Turgut Özal’a gitmiştim. Durumu anlattığımda onun benden geri kalmayan heyecanına, ziyaretine gelmiş ünlü bir işadamımızın boş gözlerle bize bakışına
tanık olmuştum.
Günümüz şartlarında sadece siyasetin ufuk genişliği yetmiyor. İşadamının da bu ufukla örtüşen bir vizyona sahip olması gerek.