Testi kırılmadan uyarılar


Yılın üçüncü çeyreğinde yüzde 5,5 oranında artan GSYH için gerekli 'takdiri' yapmıştık. Evet, dünyada yaprak kıpırdamaz iken Türkiye hem geçen yılın aynı dönemine göre, hem de bir önceki çeyreğe göre büyümesini sürdürmüştür. Keza ulaştığımız 808 milyar TL'lik GSYH miktarı ile, 2008 yılının kriz öncesini yakalamış olduk. İstihdam artışını da dikkate aldığımızda, Türkiye, krizi en erken geride bırakan ülke. Üçüncü çeyrekteki bu göreceli dinlenmeye rağmen, son çeyrekte büyüme yine yüzde 8'lere yaklaşacak gibi. Zira sanayi üretimi, kapasite kullanım oranları, cari açık verileri ve güçlü iç talep gibi öncü göstergeler böyle söylüyor. Ancak şimdi sıra geldi 'tekdire.' Krizlerin arka plana atılmış konuları ön plana çekmesi aslında bir kazanç. İşsizlik alanında büyük bir duyarlılık oluştu ve Türkiye bu konuyu merkeze almaya karar verdi. Hem hükümet hem de özel sektör meseleyi daha çok benimsedi. Krizden önce de cari açık ve enflasyon konusunda böyle bir zaruri farkındalığa gidiyorduk ki, kriz gelip bunları düşürdü ve geçici olarak gündemin arka planına itti. Ancak öyle görülüyor ki, etkin ve zamanlı tedbirler alamazsak, Türkiye yavaş yavaş 'pozitif ayrışmadan' (positive de-coupling) yakın gelecekte 'negatif bütünleşmeye' (negative re-coupling) kayacak. Yani kriz öncesinde cari açık ve enflasyon kaldığı yerden devam edebilecek. Yılın ilk on ayındaki cari açık, yılın tamamında 44 milyar doları yakalayacağımızın habercisi. Bunun GSYH'ya oranı % 6'yı bulacak. Çok yüksek. Ortalıkta gezinip bizden daha kötü ülke bulmak yarışından da vazgeçilmeli. Hepimiz biliyoruz ki bu açıklar risk faktörünü tetikliyor ve kimyamızı bozuyor. Keza açıklar da neredeyse dörtte üç oranında 'sıcak para' yani devamı garantide olmayan bir kaynağa dayanıyor. Üçüncü çeyrek büyümesini ben yüzde 7,5 civarında bekliyordum. Tahminim tutmadı. Ancak tahmin bileşenlerimden olan özel sektör yatırım ve tüketimi hem çok yüksek, hem de büyümeye katkısı çok fazla. Anlaşılabilir nedenlerle, kriz ortamının tersine, kamu kesimi dinlenmeye geçmiş. Yani mali disiplin işleriyle uğraşıyor. Gayet isabetli. Görülüyor ki, büyümeyi aşağı çeken ithalat. Tam 4,1 puan aşağı çekmiş. Bunun anlamı, iç piyasa büyümesinin ağır bir şekilde ithalata dayalı olmuş olmasıdır. Türkiye'nin yüksek büyümesi için iç piyasa tek başına yeterli değil. İhracat ivmesi korunmalı. Ancak Türkiye'nin ihracat piyasalarında 'eksen kayması' yani cephe kayıpları var. Krizde kaybettiğimiz AB pazarlarına etkin bir dönüş yapamadık. ABD, Çin ve AB eksenli rekabetçi devalüasyonlar, adil olmayan birçok görünmez ticaret engelleri, AB'nin G. Kore ve Cezayir gibi üçüncü ülkelerle yaptığı ve Türkiye'yi dışarıda bırakan serbest ticaret anlaşmaları, Türkiye'nin hem bu ülkelerde, hem de AB'de pazar kayıplarına neden oluyor. Büyüme, istihdam, enflasyon, cari açık ve bunun kırılgan finansmanından gelen birbiriyle ilintili verileri gören Merkez Bankası, gerekli tedbirleri almak üzere 'harekete geçeceğini' beyan etti. Sıcak para girişini engelleyici, kredi hacmini düşürücü bir sürece giriliyor. Faiz indirimi, zorunlu munzam karşılıkların artırılması gibi tedbirlerden bahsediliyor. Bunları da tartışırız. Ancak ekonomide zamanlamanın önemine işaret edelim. Zira, gecikmiş tedbir, tedbir değildir. Ekonomi idaresinin, gelişmeleri arkasından takip etmek yerine, bunların önünden gitmesi riskleri zamanında ve etkinlikle idare ederek bertaraf etmesi, güven ve istikrarın temini açısından son derece önemlidir. Bu tür gecikmeler, bize göre, TCMB'nın son drece önemli olan kredibilitesine gölge düşürür. Bana göre 'ekonominin aklını' biraz Hazine-Maliye-Merkez Bankası ekseninin dışına taşımak gerekiyor. Üretime dayalı ihracat hamlesi için yabancı sermayenin sadece 'çekilmiş olması' yetmez, bunun etkinlikle ve büyük proje bazlı olarak iyi yönetilmesi ve yönlendirilmesi de gerekir. Yoksa fıstık gibi pazar, satmak neyine yetmiyor? Hani bir söylem vardı ya, 'onlar ortak, biz pazar', bu sendroma mahal vermemek gerekiyor.
<< Önceki Haber Testi kırılmadan uyarılar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER