AB’nin önemi


Genel seçimler sonrası ortaya çıkan yeni siyasal kriz, Türkiye’de seçim esaslı demokrasinin çok da arzu edilmediği dönemden kalma yasal mevzuat ile zihniyetin, seçim esaslı demokrasiye adapte olmasının imkansızlığını yeniden ortaya koyuyor. Suç tanımı, suç ile ceza arasındaki bağıntı, adli süreçlerin işleyişi ve tüm bu anti-demokratik süreçlerden kendi lehine siyaset üretmeye kalkışan kesimler, sistemin kilitlenmesine neden oluyor. Belki de iyi ki oluyor demek gerek, zira dibe vurmadan yukarı çıkmak zor. Demokratik hukuk devletlerinde anayasadan yasalara, kurumlardan iç düzenlemelerine, merkezi yönetimlerden yerel yönetimlere kadar her alan “insan”ı, hem devletten öncelikli, hem de diğer “insan”a eşit kılan bir düzenlemeye tabidir; ya da sistem bunu zorlamak üzerine inşa edilmiştir. Doğrusu inşa süreçleri de hiç barışçıl geçmemiş, büyük ve kanlı mücadelelerle öğrenmek mümkün olmuştur. Özü Öğrenenlerin bir kısmı, deneyimlerden yine de ders almayanlar olur diye, bir araya gelerek görünen ve görünmeyen kurallarını kalıcı kılacak bir oydaşma ortamı kurmuş, adını da AB koymuşlardır. AB mevzuatı da değişen yaşam koşullarına bağlı olarak sürekli yenilenen, her seferinde hak ve özgürlük alanı genişleten bir norm dünyası ortaya koymuştur. AB’de “Bisikletteki üç kişi trafik kazasında öldü” türü bir haberin yazılmasına olanak tanımayan bir sistem kurulmuş, bisiklet üreticisi, kullanıcısı, kazaya yol açanı, yolların durumu, trafik düzeni ve neden en az üç kişinin bir bisiklete binemeyeceği aynı zihni çerçeve içinden kurulu bir sistemde değerlendirmeye tabi tutulmuştur. Bu, AB vatandaşlarının bisiklete üç dört kişi binmeyecek kadar “akıllı” oldukları anlamına gelmez. Sadece bu tür bir akılsızlığın kişilere bırakılamayacak kadar içselleşmiş toplumsal düzenlemeleri ve adil cezalandırmaları olduğu anlamına gelir. AB’yi kuran ülkeler, kendi uygulamalarının en mükemmel olduğunu iddia ederek sonradan katılanlara bunlara uyma zorunluluğu getirmeyi denedilerse de, süreç bu biçimde çalışmamıştır. Her katılan ülke, asgari müşterek konusunda uzlaşmış ve her geçen gün bu asgari müşterek genişlemiştir. Kurucu ülkelerden olan Fransa, Almanya ve İtalya bile kendilerini bu gelişen ve genişleyen “asgari müşterek”e uyarlamakta zorlanmışlar, kurallarını, yasalarını ve uygulamalarını sancılı da olsa değiştirmişlerdir. Öze uyum Türkiye gibi aday ülkeler için üyelik, insan hak ve özgürlükleri ile istikrarlı hukuk devleti konusunda bu asgari müştereklere dahil olmaktır. Demokrasi, hukuk devleti, insan öncelikli adil sistem konusunda asgari kriter, bugün çok yukarılara çıkmış bir eşiktir ve Türkiye için neredeyse azami ölçek özelliği gösterir. Bununla birlikte buradaki kilit sözcük, müşterektir; yani ortak, elbirliği. AB, üyeliğe atlama çıtasında aday ülkeleri kendi başına bırakma mantığına dayanmaz, zaten aday ülke de bu yüksek çıtayı kendi başına aşamadığı için AB’ye başvurur. Dolayısıyla aday ülke, kendisini dahil olacağı kuruluşun kurallarına bağlarken, aynı zamanda bu sürecin ortak olmak anlamına geldiğini de bilir. Bu ortaklık, kurallar, normlar ve mekanizmalar olarak görülebilir. Ancak tüm kural, norm ve mekanizmalar “insan” öncelikli olduğuna göre, ortaklıktan kasıt aslında aday ülke vatandaşlarıyla AB vatandaşları arasındaki ortaklıktır. Türkiye yeniden yapılanırken başkalarının çektiği acıları değil bu acılardan çıkarılan sonuçları örnek alabilir; AB’nin sadece kurallarıyla değil devletleriyle de ortaklaşacağını belli edebilir. Zira AB’de devlet demek bizdeki gibi bir şey değildir, orada devlet demek daha fazla “insan” demektir.

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER