Şımarıklığın bedeli


Kürt sorununda yeni bir safhanın eşiğinde olduğumuz aşikâr. Türkiye düşmanlarının iştahı çoktan kabardı bile. İğrenç beklentileri, bölünmenin de ötesinde. Yüzyıllardır beraber yaşayan halkları, düşmanlığın pençesinde kıvranırken görmek isteyenler var. Öyle arzu ediyorlar ki, Kürtler ve Kürt olmayan herkes birbirine düşman olsun, atmosfer beraberce alınan nefes için yetersiz kalsın, köprüler yıkılsın... İnşallah öyle olmayacak. O insafsız planların çökmesi için tek şart var: Aklıselimi hâkim kılmak ve hain tuzağı boşa çıkarmak. Doğru sonuca ulaşmak için doğru teşhiste bulunmak lazım. Evet; maalesef bu ülkede bir 'Kürt sorunu' vardır; lakin sorun(lar) sadece Kürtlerle ilgili değildir. Kürtlerin temel hak ve özgürlükler konusunda karşılaştığı bütün problemleri bu ülkedeki her kitle, bir şekilde yaşamıştır; hatta yaşamaktadır. Sorun demokratik devlet eksikliğinden kaynaklandığı için Kürtlerin çektiği sıkıntıların benzerini 'muhafazakârlar' da çekmiştir, 'Aleviler' de. 'Solcu' olduğu için amansız baskılara maruz kalan oldu da, 'sağcı' diye bilinenler devlet kisvesiyle yapılan işkence ve idamlardan muaf mı tutuldu? Bu ülkede sadece Kürtlerin mağdur edildiğini iddia etmek hem tarihî gerçekleri inkâr etmektir hem de devleti insan odaklı ve demokratik bir yapıya büründürmekten kaçıştır. Mazideki hataların ilk halkası, tekebbürün yol açtığı şımarıklık üzerine bina edilmişti. Devleti kutsarken, halkı onun tabii kölesi sananlar, zulmetmeyi bir maharet gibi takdim etti. Onlara göre fertlerin de kıymeti yoktu, kitlelerin de. "Devletin bekası uğruna..." yapılacak her icraat mubahtı. "Devletin menfaati" için fertler kurban edilebilirdi. O menfaat neydi, kıymet ölçülerindeki keyfîliği hangi kriterler dengeleyecekti vs. bilinmez. Vehimlerle başlayan 'devlet düşmanı' korkusu, zamanla cinnete dönüştü ve toplumun tamamı mağdur edildi. Devlet adına önce 'sorun' tespitinde bulunup, sonra 'çözüm' için kendilerini adres gösterenler pervasızlıklarıyla herkesi bîzar hale getirdi. Kaçınılmaz bir sondu bu. Çünkü bütün tükenişler kibirle başlar, şımarıklık onun bir adım ötesini işaretler. Şımarık, nasıl sâkil bir varlık haline geldiğini asla idrak edemez. Devletin gücünü arkasına alarak yarayı kanata kanata tedavi edebileceğini sananlar bir dirence ve inada sebep oldu. Güveni sarstı, iyi niyeti yerle bir etti. Diyarbakır Cezaevi'nde yapılan işkenceler bile tek başına sonun başlangıcıydı. Faili meçhul cinayetlerin fütursuzca ve insafsızca işlenmesi halkın bir bölümünün devletten kopması için yapılabilecek en sinsi icraattı; ama o şımarık halet-i ruhiyenin meczupları, bu acı gerçeği görebilecek basiretten yoksundu. Nitekim 'astığı astık kestiği kestik' devlet anlayışı çöktü ve devlet, pozisyon değiştirmek zorunda kaldı. Aksi de mümkün değildi zaten. Şimdi şımarıklık sırası PKK ve onun vitrin süsü gibi duran yapay siyasî yapısına geldi. Kof bir kabadayılık, şantajcı bir avarelik ve kendini tecrit eden bir külhanbeylik... Dünyanın en acımasız örgütlerinden biri olan PKK, zalim eylemleriyle infial meydana getirmek için çırpınıyor, yırtınıyor. Onun siyasî uzantısı sayılan yapı ise arsız ve pişkin bir üslupla provokasyon peşinde. Meclis'i boykot etmekten tutun, şehit edilen askerler konusunda gösterdikleri laubali tavırlara kadar bütün beyanlarında Kürt olmayan herkesi tahrik etmeye çalışıyorlar. Aşırı Kürtçülük yaparak Kürt düşmanlığı oluşturmak... PKK'nın insanlık dışı bütün eylemlerine, sırıtan bir eda ile onay vererek Kürt olmayan herkeste derin bir inkisara sebep olmak... İdeolojilerin sonunu şımarıklık psikozu hazırlar. İster her türlü kamu imkânlarıyla ayakta tutulmaya çalışılan devlet ideolojisi olsun, isterse köhne bir dönemin Stalinist metotlarıyla çağ dışı kalmış örgüt ideolojisi olsun; bir kadro şımardıkça tükenme yoluna girmiş demektir. Çiğ demeçlerin yol açtığı infial, makul hak arayışlarını adaletsiz bir noktaya sürüklüyor; şımarık adam(lar) bunu bile göremiyor... Bugün 'Kürt sorunu' üzerine şiddet diliyle ahkâm kesenler, Kürt halkını bu ülkede yaşayan bütün kitleler nezdinde zor durumda bırakıyor. Muhtemelen tam da bunu istiyor birileri. Üstelik kışkırtma görevini bihakkın yerine getirirken arsız bir dil, ar damarı çatlamış bir üslup ve tahrik edici bir metotla yapıyorlar. Bu tavrın 'karşıt' bir nefret oluşumuna neden olacağını biliyor; belki de oyunu bu öngörü üzerine kuruyorlar. İnadına kardeşlik, inadına barış, inadına demokrasi, inadına tahammül... Şımarık söylemleri tarumar edecek yol, aklıselimden geçiyor; karanlık mahfillerde planlanan tuzağın tahriklerine figüran olmaktan değil. Şımarıklığın, kamu vicdanında kurulan bir mahkeme sonrasında ödeyeceği ağır bir bedel var. Devletin gücünü yanlış kullananlar o bedeli ödedi, ödüyor. Terör örgütü adına şımaranların ödeyeceği bedel ondan geri değil; başta Kürtler olmak üzere bu ülkede yaşayan normal insanların kalbinden yükselen feryadı duyanlar ne demek istediğimi hemen anlayacaklar... Yine mi aynı tuzağa düşmek? Zeytinburnu'nda yaşanan olaylara bakınız. Söylentiler yayılıyor, insanlar yalan-yanlış haberler üzerine sokağa dökülüyor ve küçük çapta birtakım çatışmalar çıkıyor. Ülkücülere ulaştırılan bilgi de yalan; Kürtlere salıverilen haber de. Böyle uğultulu günlerde ilk taş atılmaya, ilk kurşun sıkılmaya, ilk bomba patlamaya görsün... Vaktiyle Kahramanmaraş'ta "Camiye saldırıldı!" diye asılsız haber üretilmiş, Sünniler sokağa dökülmüştü. Aynı uğursuz şebeke Alevilere de, "Köylerimize baskın yapıldı, ölü ve yaralılarımız var!" diye fısıldamıştı. Sonrası malum; yüzden fazla ölüm, binlerce yaralı, yıkılmış dükkânlar, ateşe verilmiş evler... Benzer olaylar Çorum'da, Sivas'ta ve daha pek çok vilayetimizde sahnelenmemiş miydi? Zeytinburnu'nda yaşananların tehlikesini anlamak için o kadar geriye gitmeye de gerek yok aslında. Daha geçen sene Dörtyol'da aynı tuzak kurulmuş, ülkücü gençlerin ağabeylerinin yıllar önce yaptığı hatayı tekrar etmesi istenmişti. Şehre yayılan söylentiler psikolojik harekâtın bir parçasıydı. Gerçek çok açık: PKK'yı maşa olarak kullanan ve o örgütü kirli maksatlarına uşak yapan hangi merkezse, yalan yanlış bilgilerle insanları sokağa çıkmaya zorlayan ve Kürt düşmanlığı aşılayan odak da odur. Defalarca düştüğümüz tuzağa gözünü kırpmadan atlayan ve meselenin önünü arkasını hesaplamayan kişiler, terör örgütünün oyununda maalesef figüran haline geliyor. Böyle ülkücülük olmaz, böyle milliyetçilik olmaz, böyle Müslümanlık olmaz. Başkasının senaryosunda figüran olanların bu ülkeye vereceği zarar, doğrudan bu ülkeye savaş açanların vereceği zarardan daha az değildir. İnanmayan yakın tarihe baksın ve elini vicdanına götürsün... PANORAMA Terör bu sefer de Norveç'i vurdu. Batı medyası faturayı peşinen İslam'a kesmeye gayret etti. Reuters başta olmak üzere, dünya basını İslam'ı terörle ilişkilendirmeye başlamışken, zanlı ortaya çıktı. 32 yaşındaki Norveçli şüphelinin 'köktendinci bir Hıristiyan' olduğu anlaşıldı. İbretlik bir hadise. Hem dünya basını için hem de bizimkiler için... Kendini Fenerbahçe seyircisi sanan bir kısım kimseler hazırlık maçında sahaya indi, gazetecileri dövdü, etrafa korku ve dehşet saçtı. Hakiki Fenerlilerin de üzüldüğü o manzaraya rağmen Fener yönetimi tansiyonu düşürmüyor, hata yapıyor. Şike yapan varsa cezasını çekmeli. Gerçek taraftar bunu ister; gerisi zorbalıktır başka bir şey değil... Silvan'daki terör saldırısından sonra Başbakan, "Her şey farklı olacak." dedi. Doğru. Terörle mücadele daha etkin bir şekilde yapılmalı. Yine de bu sorunun sadece güvenlik tedbirleriyle çözülemeyeceği belli. Teröristin çanına ot tıkanırken sade vatandaş rencide edilmemeli. Nitekim hükümet kanadından yanlış anlamayı önleyecek açıklamalar geldi... İngiltere'de sürmekte olan 'telekulak gazeteciliği' soruşturmasında yeni gelişmeler yaşandı. Medya patronu Rupert Murdoch, parlamentoda hesap verdi, telefon dinleyerek gazetecilik yaptığını sanan gazetenin yayın yönetmeni tutuklandı. 'Tabloit gazeteciliğin' dibe vurduğunu görmek, bizdeki 'sit-com gazetecilerini' üzmüş müdür acaba? Şemdinli davasında yeni bir sayfa açıldı. Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ın mahkemeye çağrılarak ifadesinin alınacağı, haberlere yansıdı. Vaktiyle, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet Savcısı Ferhat Sarıkaya, Büyükanıt'ın ismini zikretti diye meslekten ihraç edilmişti. Ferhat Bey görevine döndü, Yaşar Bey de ifadeye geliyor...
<< Önceki Haber Şımarıklığın bedeli Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER