Bahçeli'nin yüreği dayanmazdı!

Devlet Bahçeli, bir mezrada bir subay bir köylüye pislik yedirirken ne yapardı? Peki ya köyün erkekleri eşlerinin önünde soyulup yere yatırılıp üzerleri çiğnenirken isyan eder miydi? Ahmet Taşgetiren Aksiyon'daki yazısında sordu ve cevapladı...

Bahçeli'nin yüreği dayanmazdı!

Menemen’de bir yakınımız idam edilseydi... D.Bakır Cezaevi’nde bir yüzbaşı, babamızın karnına basıp öldürseydi... Ve Dersim’de 5 yaşındaki kardeşimizin kömürleşmiş bedeniyle karşılaşsaydık... Devlet, devlet, devlet... Tamam ama devlet de insan için var değil mi? Yazıya şöyle bir soru ile girmek geldi içimden: -Acaba MHP lideri Devlet Bahçeli, 1980 sonrası Diyarbakır Cezaevi’nde bulunsaydı ve tutukluların-mahkumların, lağım içinde yüzdürüldüğüne, buz üstünde süründürüldüğüne tanık olsaydı, kendisi de bu zulümden pay alsaydı, o gün-bugün hadiselere bakışı ne olurdu? Bu soru, içimde, 1912 doğumlu ve Dersim olaylarına tanık olan Alişan Aslan’ın sözlerini okuduğumda doğdu. Alişan Aslan, Zaman muhabiri Ali Rıza Karasu’ya, yaşadığı acıları anlatıyor ve Onur Öymen’e ulaştırılmak üzere şu soruyu soruyor: -Senin hiç 3 ve 4 yaşlarındaki kardeşlerin kurşuna dizildi mi? Yani sorunun altındaki soru şu: -Sen empati yapabilir misin? Beni anlayabilir misin? Dersimli’yi anlayabilir misin? Sahi Bahçeli, Diyarbakır Cezaevi cehennemini yaşasa, yaşasa değil, bir “insan” olarak tanık olsa ne derdi? -Oh olsun, onlar zaten hak etmişlerdi. Hatta daha kötüsünü hak etmişlerdi de Türk devletinin şefkati o kadarla yetindi mi derdi? Demezdi diye düşünüyorum. Devlet Bahçeli’nin yüreği dayanmazdı. Bence Devlet Bahçeli, bir mezrada bir subay bir köylüye pislik yedirirken de isyan ederdi. Köyün erkekleri eşlerinin önünde soyulup yere yatırılıp üzerleri çiğnenirken gördüğünde de isyan ederdi. O emri veren komutan ya da o emri uygulayan asker olmak istemezdi. Bir örnek var. Vatan yazarı Mine Kırıkkanat. O, Dersim isyanının devlet tarafından bastırılmasını “Ne yani savunmayacak mıydı devlet kendisini?” diyerek onaylıyor. Ama babası o operasyonda irtibat subayı olarak bulunan Mine Kırıkkanat şunları yazmaktan da geri kalmıyor: “Cumhuriyet hükümetinin ‘Tunceli tedip harekâtı’nda yaptığı ve tartışılması gereken büyük hata, 4 Mart 1937’de aldığı gizli bir kararla, ordudan isyanın örnek olacak bir şiddetle bastırılmasını istemesidir. Dersim’de ayaklanmaya orantısız, gaddarlık ölçüsünde bir şiddet kullanılmıştır ve benim babam, irtibatla görevli olduğu için kimseyi öldürmek zorunda kalmadığı bu savaşta gördüklerini, ağlamadan anlatamadı hiç.” (Vatan, 18 Kasım 2009) İşte bunu söylemek istiyorum: -Babam, irtibatla görevli olduğu için kimseyi öldürmek zorunda kalmadığı bu savaşta gördüklerini, ağlamadan anlatamadı hiç. Vahşete tanıklık edenle, uzaktan seyreden ya da sonradan hikayesini okuyan aynı derinlikte etkilenmiyor. Onun için de, birbirimizin acıları karşısında yeterli duyarlılık sergileyemiyoruz. “Bu Kalp Seni Unutur mu?” isimli dizide, biri ülkücü diğeri solcu iki kişinin şahsında, farklı ideolojik grupların yaşadığı travma anlatılıyor. Ülkücü Mustafa, Diyarbakır’ı gördükten sonra başka bir adam oluyor, solcu -belki Kürt- Sinan, “Cezaevindeyken bir terör örgütü kurmayı ve orada bize o vahşeti yaşatanları yok etmeyi düşündüm.” diyor. O terör örgütünün PKK olduğu biliniyor ve Diyarbakır Cezaevi’nin PKK’nın fideliği olduğu biliniyor. Eminim ki Devlet Bahçeli de Diyarbakır Cezaevi’ndeki işkencelere tanık olsaydı, birtakım insanın oradan çıktıktan sonra terör örgütüne katılmasını daha farklı değerlendirebilirdi (Hiçbir şey terör adına yapılanları mazur göstermese dahi). Türkiye tarihini incelediğimizde, farklı ideolojik çizgiler olarak uzaktan yargılamalarımızı ve acıları görmezden gelmelerimizi ortadan kaldırabilmek için birbirimize soracağımız tonlarca soru olurdu diye düşünüyorum. -Senin annen (evet annen), şapka giymediği için yargılanıp asıldı mı, diye sormak mesela… -Senin deden, şapka giymediği için, başındaki sarığı boynuna dolanıp sokaklarda sürüklendi mi? -Senin annen, çarşaf giydiği için sokaktan alınıp karakola, oradan mahkemeye götürüldü mü, üzerindeki çarşaf çıkartılıp suç aleti olarak müsaderesine karar verildi mi? -Sen, mukaddes kitabını okuyabilmek için jandarmadan fellik fellik kaçtın mı, samanlıklarda Kur’an öğrenmek zorunda kaldın mı? Menemen’de yaşananlar Dersim’den farklı mı? Orada da devletin “ibret olsun” mantığı ile darağaçları sıra sıra dizilmedi mi? Menemen’deki olaylara katıldığı farz edilen kişilere, Karadeniz’in bilmem hangi ilinde ip satan bir bakkal, irticacı diye mahkum edilip asılmadı mı? Vatan’da magazin yazıları yazan Selahattin Duman birgün kalkıp “Atatürk’ün çevresindekiler”in çetelesini tutacak olmuş. Bakın nasıl bir çetele çıkmış ortaya: “Yakın çevrenin başına ne gelmiş şöyle bir bakalım.. İstiklâl Savaşı’nın bir numaralı askeri gücüne sahip Kazım Karabekir Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. En yakın arkadaşlarından ve komutanlarından Ali Fuat Cebesoy Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Refet Bele Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Cafer Tayyar Paşa.. İdamdan döndü.. Gazi ölene kadar gözaltında yaşadı.. Yakın arkadaşı ve başbakanı Fethi Okyar.. İdamla yargılanmamak için yurt dışına kaçtı.. Yakın arkadaşı ve başbakanlarından Rauf Orbay.. Asılma ihtimaline karşı yurt dışına kaçtı.. Kurtuluş Savaşı’nın Rüştü Paşası.. Emekliydi.. Niye asıldığını bile anlamadı.. Anadolu’ya geçerken annesini emanet ettiği ve Şişli’deki evinin anahtarını verdiği İsmail Canpolat.. Asıldı.. Lozan’da İsmet Paşa’ya teknik bilgi anlamında büyük yardımlar yapan Maliyeci Cavit Bey.. Asıldı.. Cephe ve sofra arkadaşı Albay Ayıcı Arif.. Asıldı.. Sadık adamlarından Sarı Edip Efe.. Asıldı..” (Vatan, 15 Kasım 2009) Asıldı, asıldı, asıldı... Ne yapmalı şimdi bu asılanları? Asanların gözüyle mi görmeli, yoksa bir de asılanların duygu dünyasına mı eğilmeli? Osmanlı’nın yıkılmasından sonra Türkiye’nin karar odaklarının gündeminde hep bir “Beka sorunu” var olmuş, doğru. Ama bu “Beka sorunu”nun halli sırasında, o işte hiç de günahı bulunmayanlar, büyük acılar yaşamış. Neredeyse bu acıların istisnası da yok. Hatta bir gün zulüm icra eden, ertesi gün zulme maruz bile kalabilmiş. Geçen gün bir habere rastladım: Töre gereği kız kardeşini öldüren genç, “Rüyalarıma giriyor” diyerek gelmiş, suçunu itiraf etmiş. Demek istiyorum ki, insan olanın yüreği dayanmaz, bir gün isyan eder. Ve demek istiyorum ki “Memleketin beka sorunu”nu önemsemeye devam edelim, ama bu arada, asla zulme yönelmeyelim, şu veya bu zamanda şu veya bu şekilde zulüm icra edilmişse, ondan dolayı da özür beyan etmekten kaçınmayalım. Devlet Bahçeli veya Deniz Baykal, kalksalar da: -Dersim’de isyanı bastırmak tamam ama, aşırı güç kullanıldı ve “ibret olsun” mantığı ile günahı olmayanlar bile katledildi, diyebilse neyi kaybederler? - “Doğu ve Güneydoğu’da terörle mücadeleye evet” ama, bu çerçevede yapılan haksızlıklara hayır, dense ne kaybedilir? Madımak’ta insanların diri diri yanmasını “insan olan” kim onaylayabilir? Madımak Oteli’nde bir yakınımız olsaydı nasıl acı duyardık? Menemen’de bir yakınımız “ibret olsun” diye idam edilmiş olsaydı... Diyarbakır Cezaevi’nde bir yüzbaşı, babamızın karnına basıp onun ölümüne yol açsaydı... Ve Dersim’de 3-5 yaşındaki kardeşimizin kömürleşmiş bedeniyle karşılaşsaydık... Devlet, devlet, devlet... Tamam ama devlet de insan için var değil mi? Aksiyon
<< Önceki Haber Bahçeli'nin yüreği dayanmazdı! Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER