Bir provokatörün portresi: Zana

Leyla Zana, kitleleri provoke edecek şekilde konuştu yine. Ümit Fırat’ın, ‘Davayı yöneten, onu da yönlendiriyor’ dediği Leyla Zana’nın cezaevinden Meclis’e uzanan ve ani çıkışlarıyla süren hikâyesi.

Bir provokatörün portresi: Zana

Leyla Zana, toplumu kutuplaşmaya sevk edecek sözler sarf etti yine. Geçtiğimiz cuma günü Diyarbakır’daki Demokratik Toplum Kongresi’nde konuşan Zana, Kandil’deki PKK’lı teröristlerin Türkiye’ye iadesiyle ilgili olarak Kuzey Irak yönetimine şöyle seslendi: “Güneydeki kardeşlerimize, ‘kardeşlerinizin başını bize verin’ diyorlar. İnanıyorum ki hiçbir şerefli Kürt, ‘kardeşimi teslim edebilirim’ diyemeyecek. Haysiyetli ve şerefli hiçbir Kürt, zindanlarda çürümesi için kardeşini teslim etmez.” Zana bununla da yetinmedi ve “Kürtlerin lideri” dediği teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan çıkarılıp “halkla buluşturulması şartıyla” kendince bir “söz” de verdi: “Söz veriyoruz ki, hepimiz silah tutanın önünde duracak, onlara karşı ayaklanacağız, terörist diyeceğiz. Eğer bunu yapmazsak o zaman biz teröristiz!” Leyla Zana’nın “kritik” dönemlerde yaptığı bu tür kışkırtıcı çıkışlar yeni değil aslında. Türkiye onun ismini 1991 seçimleri sonrasında yaptığı prokovatif bir eylemle duydu zaten. Diyarbakır eski Büyükşehir Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın eşi, daha önce birçok hareketin içinde bulunmuştu. Ancak hiçbir şey, onun Meclis’te yaptığı Kürtçe yemin kadar ses getirmedi. Başındaki sarı-kırmızı-yeşil renkli bağcıkla Meclis kürsünde “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” diyerek Kürtçe yemin etti. Bu sahne, Türk siyasi tarihindeki en provokatif olayların içinde yer aldı. Leyla Zana ismi o andan itibaren herkesçe bilinmeye başladı. Bir taraftan “haddini aşan kadın” diğer yandan “bir idole dönüşmeye başlayan kahraman” olarak… Tahrik ve bölücülük suçundan cezaevine giren Zana, 10 yıllık tutukluluk döneminden sonra serbest kaldığında bazı Kürtler için bir kahramandı artık. Bazı fanatikleri onun için “eleştirilmez, dokunulamaz” diyerek, “Kürt Tanrıçası” sıfatını bile kullanmaya başladı. Gittiği her yerde büyük sevinç ve coşkuyla karşılanan Zana, zaman zaman Abdullah Öcalan’ı bile gölgede bırakıyordu. Tek başına yeni “irade” olarak özellikle kadınları peşinden sürüklemeye başlayan Zana hakkında şunları yazıyordu yazar Muhsin Kızılkaya, Esmer dergisinin 26. sayısında “Nicedir yok hayatımızda Leyla!” başlıklı yazısında: “Leyla Zana yaklaşık 15 yıldan beri, Kürt hareketinin başlı başına bir ‘irade’ teşkil edebilecek bir figürü değil miydi? Bir sürü şeyin sembolü, en öne fırlamış neferi değil miydi? On yıl boyunca hapishane kapılarında süründükten sonra, on yılını da hapishanenin içinde geçirmemiş miydi? Hayatının yarısını feda etmemiş miydi? Onca acıya katlanmış, arkadaşlarının pek sevdiği deyimle gereğinden fazla ‘bedel’ ödememiş miydi?” POPÜLARİTE VE PROVOKATİF SÖYLEM Kızılkaya’nın söyledikleri, Kürtlerin önemli bir kısmı için geçerliydi ve bu durum Zana’yı kahramanlaştırmaya yetecekti. “Güçlü”, “Kürt Kadını”, “bacı”, “abla”, “lider” sıfatlarıyla sempati kazanan Zana’nın söyledikleri, “hikmetinden sual olunmaz” minvalinde itibarlı görüldü hep. Bu durumu iyi fark eden Zana da, olmadık zamanlarda olmadık yerlerde yaptığı provokatif çıkışlarla hep gündeme taşındı, taşınıyor. Mensubu olduğu “hareketin” tabir yerindeyse beti benzi attığı sırada Zana ortaya çıkıyor ve bir şeyler söyleyerek âdeta dipte bir dalgalanmaya yol açıyor. Provokatif söylemler onun hırçınlığıyla bütünleşince hem etnik siyaset güden Kürtlerden büyük alkış alıyor hem de içinde bulunduğu çizgiyi besliyor. Fevri çıkışlarını ve üstlendiği örtülü misyonu anlamak için Zana’nın 2004’te biten cezaevi hayatı sonrasındaki 3 yılına bakmak yeterli. O ve arkadaşları Diyarbakır’dan başlamak üzere çıktıkları Doğu ve Güneydoğu turunda adeta seçim mitingi yaptılar. Haziran 2004’te başlayan bu gezi sırasında ön plana çıkan isim hep Leyla Zana oldu. O konuştukça herkes susuyordu. Bu sırada terör örgütü PKK, 1 Haziran 2004 itibariyle sözde ateşkes kararını bozmuş ve eylem yapacağını duyurmuştu. Ateşkes kararını 6 ay daha sürmesini isteyen Zana, öyle bir açıklama yaptı ki, herkesi “Bunlar değişiyor mu?” sorusunu sordurmaya sevk etti. “Kan dökmek artık ne Kürtlere ne de Türklere bir yarar getirmeyecek.” Zana’nın bu “barış” yanlısı söylemiyle PKK ve Öcalan ikinci planda kaldı bir anda. AVRUPA’YA GİDİP ‘GÖRÜNMEZ’ OLDU PKK, Zana’yı bu tavrında dolayı eleştirip tehdit ediyor, Öcalan da ona tepki gösteriyordu. Fakat kazın ayağı hiç de öyle değildi. Öcalan’ın talimatıyla kurulan ve daha sonra partiye dönüşecek olan Demokratik Toplum Hareketi’nin içinde beliriverdi Leyla Zana. Derken Ekim ayında Avrupa Parlamentosu’nda 9 yıl önce kazanıp, hapiste olduğu için almadığı Sakharov (Rus bilim adamı insan hakları savunucusu) ödülünü alarak bir konuşma yaptı. Bu kez yine farklı bir açıklamayla gündeme geliyordu. “Kürtler azınlık değil aslî unsurdur” diyerek hiç de hesapta olmayan bir tartışmayı başlatıyordu. Zana’nın sözleri Avrupalı siyasilerde de kafa karışıklığına yol açtı. Üzerine düşeni en iyi şekilde yapmaya devam etti şüphesiz... Bu kez 2005 Nevruz’unda Diyarbakır’da çıktı ortaya. Teröristbaşının ablası Fatma Öcalan’ın elini öptü. Kısa süre önce Öcalan ile ‘kavgalı’ olan Zana, el öperek yeni bir başlangıç yapıyordu. Bu olaydan sonra ortalıkta görülmemeye başladı. “İçinde bulunduğu siyasi hareketin kendisini dışladığı, rahatsız olduğu, köyüne çekip gittiği ve burada sakin bir hayat yaşamaya başladığı” söylendi. Kayıplara karışan Zana vaktinin çoğunu yurtdışında geçirdi. 2006 Nevruz kutlamalarında Leyla’nın ortaya çıkacağını bekleyenler yanıldı. Birileri “Ortalıkta görünme” dediği için kaybolmuştu sanki. Hatta DTP milletvekili Ahmet Türk onun için “Rahatsız biraz, dinlenecek.” bile dedi. Leyla Zana’nın “bilinmeyen rahatsızlığı” bir yıl sonra Diyarbakır’daki 2007 Nevruz kutlamalarında tamamen geçmişti sanki. Meydandaki platforma çıkan Zana, Kürtçe verdiği “Merhaba Amed” selamıyla kalabalığı dalgalandırdı. Boynunda sarı, kırmızı ve yeşil renklerden oluşan tülbentle kalabalığa önce Türkçe sonra Kürtçe hitap etti. Kuzey Irak’taki Kürt liderlere ve teröristbaşı Öcalan’a övgüler yağdırdı: “Kürtlerin üç lideri var, Mam Celal, Kak Barzani ve Başkan Öcalan.” Yeniden sahne almıştı Leyla Zana. 22 Temmuz seçimleri öncesinde DTP’nin bağımsız adaylarını desteklemek için İstanbul Kâğıthane’deki mitinge katılırken “Türkiye’deki baskıdan” şikâyet ediyordu. Leyla Zana, adayların hepsini desteklemiyordu şüphesiz; bir Aysel Tuğluk ya da Ahmet Türk, o kadar da önemli değildi onun için. Onun takdir ettiği ve desteklemesi gerektiğine inandığı arkadaşları vardı ve onların mitinglerine katılarak yandaşlarını seçim öncesi canlı tutmaya çalışıyordu. ‘TÜRKİYE İÇİN BÖLÜNME VAKTİ!’ Zana Diyarbakır’daki mitinge “Bu barış elini son kez uzatıyoruz. Bu el geri çevrilirse bir daha ölene kadar kimseye barış elimizi uzatmayacağız!” diyerek Nevruz’daki gerilim havasını sürdürdü. Seçime iki gün kala yaptığı konuşmayla yine ortamı gerdi. “Kürdistan eyaleti” tezini ortaya atan Zana, “Ben de Kürdistanlıyım” dedikten sonra şöyle devam ediyordu: “Kürtler 1999 İmralı süreciyle bir stratejik değişiklik yaptı. Dediler ki ‘sınırları çizmeye gerek yok, halklar birlikte el ele, gönül gönüle yaşayabilir. Yeter ki yönetici kadro bunu görebilsin. Çatışmasız, kavgasız halkımız bu süreci destekledi. Sekiz yıl bunu uygulamaya çalıştık. Siz ne yaptınız, hiçbir şey. Bir adım attınız, geri çekildiniz. Bu acıya ne gerek vardı. Demek ki doğru olanın önüne geçemezsiniz. Şimdi yapmanız gereken ilk şey Kürdistan eyalet sistemine geçmenizdir. Diğer bölgelerde de eyaletler kur. Bu, ülkenin bölünmesi demek değil, aksine ülkenin bütünleşmesi, bir arada yaşaması demektir. Her Kürt yaşadığı toprağın adını bilir, onu asla göz ardı etmez. Tarihin sayfalarına kaydırmaz. Bunun için Türkiye’nin eyaletlere bölünme zamanı gelmiştir. Ankara, Türkiye’yi eyaletlere böl ve Kürdistan eyaletini kur.” DTP’DEN SONRAKİ PARTİNİN BAŞINA MI GETİRİLECEK? Zana’nın seçim arifesinde Bingöl’de yaptığı bu tahrik dolu bölünme sözleri, onun Kürt gerçeğine aslında ne kadar vâkıf olduğunu da ortaya çıkardı. Kurmançi konuşan Zana’yı Zazalar hiç anlamadığı için konuşmasını Türkçe devam etmek zorunda kaldı. Nevruz’dan bu yana yaptığı açıklamalar yüzünden davalar açıldı. 5 yıl hapsi istenen Zana, Diyarbakır Savcılığı’na ifade verirken yine tahrik dolu sözlerini sürdürdü. Operasyonların sürdüğü, şehit cenazelerinin birbiri ardına geldiği dönemde verdiği ifadesinde Öcalan’ı bir “terör örgütünün” elebaşı olarak görmediğini açıkladı. Çoğu zaman göz önünde olmayan; ama kimilerinin deyimiyle fotojenik kadın kişiliğiyle, “zaman ayarlı” açıklamalarıyla bölgede ilgi toplayan Leyla Zana’nın ani çıkışlarının sebebi nedir? Zana ailesini ve Leyla Zana’yı çok iyi tanıyan yazar Ümit Fırat, “Davayı kim yönetiyorsa Zana’yı da o yönlendiriyor” diyerek son noktayı koyuyor. Ortaya atılan; ama pek seslendirilmeyen bir iddiaya göre Leyla Zana, Demokratik Toplum Partisi’nin yıpranması karşısında kurulacak olan yeni siyasi partinin başına geçirilecek. Bu iddianın sahipleri, “Leyla’yı lider yapacak gücün, bu çıkışları yapması için zamanı ve söylemi ayarladığını” da ileri sürüyor. Tahrik kokan sert çıkışlarıyla Türkiye’nin siyasi hayatına 16 yıl önce giren hırçın kadın ile yeni bir “Leylalı siyaset” dönemi başlayacak mı acaba? Şüphesiz bunu zaman gösterecek. Fakat, onun gündemden düşmeyeceği aşikâr. Leyla için siyaset 14 yaşından itibaren başlamıştı aslında. Ama onu kocasının önüne geçirecek hamleleri daha sonra kendisi belirleyecek ve kocası bile onu takip etmekte zorlanacaktı… 1961’de Diyarbakır’ın Silvan ilçesinin Bahçeköy adlı 8 haneli bir mezrada dünyaya gelir. Beş kız kardeş içinde en cevval olanıdır. Bu yüzden ailesi onu bir erkek gibi yetiştirir. Babası, Malabadi’de, Devlet Su İşleri’nde çalışıyordur. Leyla burada okula başlar; ancak bu pek uzun sürmez; bir yıl sonra ayrılır okuldan. O sırada Devrimci Doğu Kültür Ocakları’ndan dolayı (DDKO) cezaevinde bulunan teyze oğlu Mehdi Zana ile evlendirilmesine karar verilir. 1974’teki genel afla Mehdi Zana cezaevinden çıkar ve 20 gün içinde düğünleri yapılır. Aralarındaki yaş farkı 20’dir. “Ağabey” dediği Mehdi’nin artık eşidir Leyla. Evlendiğinde 14 yaşında olan Leyla, bu evlilikte pek zorluk yaşamaz ve kısa sürede yeni hayatına alışır. Zana çifti, Mehdi Zana’nın terzilik yapmasından dolayı Diyarbakır’a gelip yerleşir. Evliliklerinin ilk dört yılında dünyaya gelen çocuklarının ikisi çeşitli sebeplerden dolayı ölür. Ancak 1976’da doğan oğulları Ronay (ışık) Zana çifti için umut kaynağı olur. KÂBUSLA GELEN AÇILIM 1977 seçimlerinde Mehdi Zana bağımsız olarak belediye başkanı seçilir. Muhsin Kızılkaya o yılları şöyle anlatıyor: “Diyarbakır Belediye Başkanı Mehdi Zana’nın eşi Leyla için kâbus dolu dört yıl başlar. O yıllarla ilgili Leyla’nın belleğinde kalmış en canlı anı odalar, salonlar dolusu misafirler ve onlar için hazırlanan çaylar, pişirilen yemekler...” Ancak eşinin belediye reisliği Leyla için yeni bir değişimi de beraberinde getirir. Bunu Ümit Fırat şöyle anlatıyor: “Leyla, Mehdi ile evlendikten sonra öyle köylü kızı gibi kalmadı. Giyinmeyi, yerine göre davranmayı kısa sürede öğrendi. Nerede ne yapacağını bildi.” Leyla Zana için politika ve siyaset bu tarihlerde pek önemli değildi. Ancak 12 Eylül darbesiyle yeni bir dönem başlar onun için, “etnik siyasetle kavrulma” dönemi… Kocası tutuklanıp cezaevinde gönderildiğinde oğulları Ronay 5 yaşındaydı; Leyla Zana ise kızı Ruken’e (güleryüz) hamile... Mehdi Zana’nın tutuklanması, Leyla için yeni bir hayatın başlamasına yol açar, siyasi çizgisi giderek netleşmeye başlar. YAVAŞ YAVAŞ DEĞİŞİYORDU Ümit Fırat’a göre, bunun sebebi Diyarbakır Cezaevinde mahkûmların başlattığı açıklık grevidir. Bir grup tutuklu yakını ile birlikte Leyla Zana Ankara’ya gelir. Burada çeşitli görüşmeler yapar. Ancak bu süreç bölgede gergin bir dönemin başlamasına sebep olur. Ümir Fırat, söz konusu gerginliği şöyle aktarıyor: “Açlık grevi vardı. Mehdi beni çağırmıştı. 1988 Ağustos’unda cezaevinde gidip görüşme yaptık. Leyla da vardı. Görüşme öncesi beklerken cezaevinin önünde bir arbede çıktı, polisle ziyaretçiler arasında. Oradan uzaklaştık. Leyla’ya ‘sen birkaç gün burada gözükme, tanınan ve bilinen birisin’ dedik. Ertesi gün ziyarete gittik ve sanki hiçbir şey olmamış gibi bizi içeri aldılar. Baktık ki Leyla da orada. ‘Kız ne arıyorsun burada’ dedim. ‘Gitmedim ağabey’ dedi. Görüşmeden sonra dışarı çıktık. Ronay ile Leyla’yı bekliyorduk. Leyla yanında birileriyle gelip ‘ağabey çocuklarım sana emanet’ deyince polisler beni de gözaltına aldı.” CEZAEVİYLE GELEN SİYASİ SİVRİLİŞ Diyarbakır Cezaevi’nin önündeki olaylardan dolayı 105 kişi gözaltına alınır; ancak bunların 50’si serbest bırakılır. Tutuklananların arasında henüz 17 yaşında olan Leyla Zana da vardır. Cezaevinde 50 gün kadar tutuklu kalır. Bundan sonra politik yönü daha ağır basan bir kimliğe bürünmeye başlar. Öyle ki 30 Nisan-1 Mayıs 1989 tarihinde Doğu ve Güneydoğu’daki mülteci kamplarını dolaşan Madam Danielle Mitterrand ile Ümit Fırat aracılığıyla görüştürülür. Ümit Fırat, Leyla’nın önce “Onlar Kürtleri ihmal ediyor, oyunun aktörleri bunlar. Neden görüşeceğiz ki?” diyerek görüşmeyi reddettiğini; ancak “Mehdi Zana’nın eşi olarak görüşmesi gerektiği” yönünde ikna edildiğini söylüyor. PKK ÇİZGİSİNDEKİ LEYLA ZANA 1990’da Yalçın Küçük’ün denetimindeki haftalık Yeni Ülke gazetesinin Diyarbakır ofisinde Halkla İlişkiler uzmanı olarak çalışmaya başlar. Gazeteye girişiyle Leyla’nın değişim süreci daha da keskinleşir. Ümit Fırat, “Artık Mehdi’nin karısı değildi; Leyla Zana’ydı” diyerek durumu özetliyor. Bu süreçte HEP’in (Halkın Emek Partisi) kurulması, sosyolog İsmail Beşikçi’nin “Devletlerarası Sömürge Kürdistan” kitabı gibi faktörler Leyla ve arkadaşlarının çizgisini daha da katılaştıracaktır. 1991’de Mehdi Zana cezaevinde çıkınca ailesiyle birlikte İstanbul’a arkadaşlarının yanına gelirler. Ümit Fırat ve 70 kadar arkadaş grubu Zana’nın şerefine bir yemekte buluşur. Zana burada PKK çizgisine girdiğini iyice deşifre edecek, Ümit Fırat’a dönerek şöyle diyecektir: “Aydınlar çok geride kaldı, halk almış gidiyor.” Fırat, bu söyleme şöyle karşılık verecektir: “Eğer bir harekette halk, aydınların önüne geçmişse hapı yuttuk. Buna sevinilmez.” Leyla çok bozulur bu söze. Çünkü Leyla Zana bir dava kadını olmuştur ve inandığına toz kondurmak istememektedir. O günlerde kısa bir süreliğine yurtdışına giden Zana, daha sonra Türkiye’ye geri döner. Bu sırada faili meçhul bir saldırıyla öldürülen HEP Diyarbakır İl Başkanı Vedat Aydın’ın cenazesine katılır. YARALANINCA YILDIZI İYİCE PARLADI Binlerce insan katıldığı Diyarbakır’daki cenazede provokasyonlar sonucu çıkan arbedenin ardından güvenlik güçlerince kalabalığın üzerine ateş açılır. 7 kişinin öldüğü olayda yararlananlar arasında Leyla Zana da vardır. Bu yara, Leyla’nın bir nevi rüştünü ispatının delili olur. 1991’deki seçimler için HEP-SHP ittifakında milletvekili adayı gösterilir. Diyarbakır’dan 45 bin oy alarak Meclis’e girer. Aday olduğunu, eşi Mehdi Zana daha sonra öğrenecektir. Mehdi Zana, SHP’ye karşı olduğu için böyle bir ittifakta eşinin yer almasını önce istemez; ancak tablo kısa sürede değişir. Nitekim PKK’nın üzerlerinde etkin olduğu 11 milletvekili için yemin öncesi başlayan hazırlığın organizatörü Mehdi Zana olacaktır. Ümit Fırat, pek bilinmeyen bu ayrıntıyı küçük bir anekdotla anlatıyor: “Mehdi, seçimdeki kampanyalarda Leyla’nın yanında yer almadığım için bana kızgındı. Ama seçim olmuş, vekiller seçilmişlerdi. Mehdi Zana da yemin öncesi hazırlık yapıyordu ve bunun için İstanbul’a geldi. Yemin töreninde milletvekillerinin takması için sarı-kırmızı-yeşil kravat yaptıracaktı. Leyla için de aynı renklerden fular. Tekstilcilerle görüştü ve işini halledip Ankara’ya döndü. Sonra Leyla yemin ederken onu taktı.” Dışarıdan ortaokul ve lise diploması alan Leyla Zana, Meclis’e giren ilk Kürt kadın milletvekili olur. Yemin töreninde Kürtçe yemin edişiyle gündeme oturur, ardından 3 arkadaşıyla birlikte hapis cezasına çarptırılıp ikinci kez cezaevine girer. 1993’te tutuklanan Zana 2004’te serbest kalır. Türkiye DEP’lilerin yargılanma usulünden dolayı Avrupa’dan yoğun siyasi baskıya maruz kalır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2002’de DEP’lilerin adil yargılanmadığını öne sürüp bu yönde bir karar çıkartır. Ancak Türkiye bu kararı iç hukuk gereği bağlayıcı bulmaz. Sağlık durumundan dolayı 2000 yılında Avrupa’dan gelen baskı üzerine Zana’nın tahliyesi gündeme gelir. Ancak Leyla Zana bunu “Başka tutuklular daha zor şartlarda tutuklu bulunurken benim böyle bir isteğim olamaz” diyerek tahliye önerisini kabul etmez. KOCASINDAN DAHA HIZLI ÇIKTI Leyla Zana, kocasının çok da benimsemediği PKK çizgisini, kendisine daha yakın bulur. Kürtçülük eşittir PKK’dır ona göre. Bu durum onun söylemine de hep yansır. Milletvekili seçildiğinde Sabah gazetesinden Nuriye Akman’a konuşan Leyla Zana, “Sizi tanımayanlara Leyla Zana’yı nasıl anlatırsınız?” sorusuna, “Kendime önce insan, sonra Kürt olarak bakıyorum” cevabını verir. “Kendinizi Türk hissetmiyor musunuz?” sorusuna da şöyle cevaplar: “Hayır, kesinlikle. Türkçeyi 1984’te cezaevi kapılarında öğrendim. Ben sonuna kadar Kürt’üm. Anam tek kelime Türkçe bilmiyor. Sen kendini Kürt olarak hissedemiyorsan, ben de öyle, Türk hissetmiyorum. Ama Türk halkına da sıcak bakıyorum. Hepimiz insanız. Ama bugün zor şartlar altında, cop altında olan bizleriz.” Ailenin yakın dostu Ümit Fırat burada bir düzeltme yapıyor ve Leyla Zana’nın son zamanlarda yeniden diline doladığı “Türkçeyi cezaevinde öğrendim” sözünün doğru olmadığını söylüyor: “Leyla Türkçeyi biliyordu. Mehdi ile evlenirken de biliyordu. Ancak cezaevine ziyarete giderken veya orada kalırken Türkçesini geliştirmiştir. Biz kendisiyle Türkçe konuşuyorduk.” AKSİYON
<< Önceki Haber Bir provokatörün portresi: Zana Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER