İstanbul'un ikizi 'Lizbon'

Avrupa'nın sıcak yüzünü keşfetmek istiyorsanız Lizbon'a gitmelisiniz. Türkiye'den uzaklığı 3 bin 300 kilometre ama uzak olduğuna bakmayın; Lizbon, sanki İstanbul'un ikizi.

İstanbul'un ikizi 'Lizbon'

O da yedi tepeli, asma köprülü, medeniyetler beşiği... Hemen alışacağınız, her köşesi tanıdık gelecek bir kent Lizbon. Tıpkı İstanbul gibi, tarih boyunca farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış Lizbon da yedi tepeye kurulmuş. İstanbul Boğazı gibi şehrin kenarından geçen Tejo Nehri, nehrin üstünde mekik dokuyan vapurlar, karşı yakayı bağlayan asma köprü, eski binaların arz-ı endam ettiği mahalleler, dar sokakların sessizliğini bozan nostaljik tramvaylar ve yer yer bize benzeyen bir yerleşim hemen dikkatleri çekiyor. Lizbon'da gezerken benzerlik keşfetmek İstanbul'u ne kadar tanıdığınızla da alakalıdır. Örneğin, biraz problemli bir bölge olarak anılsa da gündüzleri sorun yaşamayacağınız Martim Moniz'in her tarafı dükkan ve iş hanlarıyla kaplı sokakları kimilerinde Eminönü'nü çağrıştıracaktır. Kimileri ise şeklen benzemese de Kız Kulesi gibi nehrin sularının içinde kalan Belém Kulesi'ne şaşıracaktır. Avrupa'nın en uzun asma köprüsü olan 25 Nisan'ın girişindeki yoğun trafik ve gişeler de size yabancı gelmez. Galata, Cihangir, Balat ya da Çengelköy gibi semtlerin de elbet bir karşılığını bulursunuz orada. Aslında ortaklıkları bu unsurlara indirgemek yanlış. Akdeniz kültürünün etkisinden olsa gerek Türk ve Portekizlilerin ortak özellikleri de çok fazla. Avrupa'dan gelenler daha bariz bir 'turist' görünümünde iken Türkler, hem fiziki görünüş hem de karakter benzerlikleri sayesinde şehirde rahatlıkla kamufle olabilir. Birçok insan gelip size yol sorar, bu normaldir. Ayrıca, bize hiç yabancı olmayan sıcakkanlı ve yardımsever olma vasıflarını Portekizlilerde de bulabilirsiniz. Türkleri fazla tanımamaları da bir avantaj aslında. Önyargılardan uzaklaşabiliyorsunuz böylece. Portekiz'de ikamet eden Türk sayısı sadece 200. Varın Lizbon'daki sayıyı siz düşünün. Belki saysanız bu kadar bile çıkmaz. Burada yaşayan Türkler arasında bir espridir, "Bereketi kaçmasın diye kaç kişi olduğumuzu saymıyoruz." diyorlar. Bu nedenle Lizbon'da, bu az sayıdaki Türk'ün Portekizlilerle birlikte kurduğu Portekiz-Türk Dostluk Derneği'ni ziyaret edip bir 'Merhaba' derseniz mutlu olacaklardır. Benzerlikler konusu geçmişte de birçok insanı etkilemiş. 1869 yılında Üsküdar'da Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve 13 yıl İstanbul'da yaşayan Calouste Sarkis Gulbenkian'ın sonradan Lizbon'a yerleşmesi ve ölene kadar burada kalmasında bu benzerliğin etkisinin olduğu söyleniyor. 22 yaşında adım attığı petrol sektörünün getirdiği servet sayesinde satın aldığı antik ve modern sanat eserlerini, Lizbon'daki Gulbenkian Müzesi'nde görebilirsiniz. Müzede ünlü ressamların tablolarından Mısır heykellerine, Osmanlı-İznik çinileri ve el yazmalarından antik Yunan paralarına kadar 6 bin civarında eser bulunuyor. Bu devasa sergi alanı, Lizbon'un müze konusundaki zenginliğinin de bir göstergesidir. Bu kentte neredeyse adım başı müze olduğunu söylersek abartmış olmayız. Çok farklı temalarda kurulmuş müzeler var burada: Arkeoloji Müzesi, Antik Sanat Ulusal Müzesi, Azulejo (mozaik-çini) Müzesi, Okyanus Müzesi, Ulusal At Arabası Müzesi, Eczacılık Müzesi, Fado Müzesi gibi. Lizbon'un, 1755'teki büyük depremde yüzde 85'i yıkılmış. Günümüzdeki birçok şey, deprem sonrasına ait. Şehri tekrar inşa eden Marquês de Pombal, büyük caddeler ve meydanlarla bezenmiş oldukça düzenli ve gösterişli bir merkez planlamış. Turistlerin akın ettiği yerlerin başında gelen Baixa, şehrin merkezi olma özelliğini bu ışıltılı, gösterişli ve rengarenk tasarıma borçlu. Bu mahallenin önemli meydanları olan Comércio (ticaret), Rossio ve Restauradores'te farklı mimari tarzda yapılmış binaları görebilirsiniz. Bu meydanlar size bir kutunun içindeymişsiniz hissi veriyor. Baixa'nın simgelerinden olan 1902 tarihli Santa Justa Asansörüyle mağazalar ve kafelerin olduğu Bairro Alto mahallesine ulaşabilirsiniz. Ayrıca bu mahallelerde, Lizbon'un neredeyse her tarafında rastgelebileceğiniz küp şeklindeki parlak beyazımsı kaldırım taşlarının bir şehrin dokusunu ne derece etkilediğini gözlemlemeyi de unutmayın. Lizbon'un giriş kapısı - Baixa Mahallesi ve São Jorge Kalesi Medeniyetler şehri... Baixa'nın hemen yanı başında Lizbon'un en eski mahallesi Alfama bulunuyor. Adını Arapça 'el-hamma' kelimesinden alan bu semt; 12. yüzyıla uzanan tarihî dokusu, maket gibi duran sevimli evleri, çamaşır asılı dar sokakları ve bitmek bilmeyen dik merdivenleri ile oldukça ilginç. Kıyıda köşede beliren küçük lokantalardan yayılan Portekiz müziği fadonun melodisi, birbirine dayanmış bu küçük evlerin arasından yürürken size eşlik ediyor. Mahallenin üst taraflarına doğru çıkarsanız Lizbon Katedrali ile şehre hakim bir noktada bulunan São Jorge Kalesi'ni bulacaksınız. 1500 yıldan fazla tarihi olduğu sanılan bu kale, Roma, Endülüs ve Portekiz dahil olmak üzere çok sayıda devletin mirasını taşıyor. Lizbon'un turistik yerlerinden biri de Belém. Mahalleye girdiğinizde devasa görüntüsüyle Jeronimos Manastırı sizi karşılar. Hindistan yolculuğuna Lizbon'dan başlayan Portekizli kâşif Vasco de Gama'nın mezarının da bulunduğu 500 yıllık bu manastırdan yürüyerek Belém Kulesi'ne ve Keşifler Anıtı'na gidilebilir. Unutmadan, bu mahalleye gidip de manastırın yakınındaki Pastéis de Belém isimli pastanede 1837'den beri üretilen meşhur Belém pastasını yemeden dönmeyin. Lizbon'da sonradan inşa edilen modern semtleri görmek isterseniz de metroyla Oriente istasyonuna gitmelisiniz. Avrupa'nın en büyük akvaryumlarından birinin yer aldığı Oceanarium tesisi, EXPO 98 için yapılan Milletler Parkı, lüks mağaza ve restoranlar ile Tejo Nehri'nin üzerinden geçen 17 kilometre uzunluğundaki Vasco Da Gama Köprüsü'nün ayağına kadar uzanan sahil şeridi görülmeye değer. Buradaki restoranlarda, Portekizlilerin en meşhur yemeklerinden biri olan 'bacalhau'dan tadabilirsiniz. Morina balığından yapılan bu yemeğin her güne bir çeşit olmak üzere yılda 365 farklı biçimde hazırlandığı söyleniyor. Lizbon'un yakınlarında trenle gidebileceğiniz başka yerler de mevcut. Tarihî sarayları, müzeleri ve kalesi ile muhteşem tabiat güzelliklerinin iç içe geçtiği Sintra, Avrupa kıtasının en batı noktası olan Cabo da Roca, şehri tepeden seyretmek isteyenler için Almada'daki Cristo Rei anıtı ve Atlas Okyanusu'na doğru uzanan plajıyla meşhur eski zamanların şirin balıkçı köyü Cascais iyi alternatifler olarak değerlendirilebilir. Lizbon'da bulunmak için en uygun zamanın yaz başlangıcı ve sonbahar ayları. Şehre kışın kar yağmıyor ama yağmursuz gün de pek görülmüyor. Yazları ise oldukça sıcak. Nemin az olması bir avantaj. Atlas Okyanusu'nda yüzmek için yaz aylarını tercih edenler olabilir. Ama 3-5 adım attığınızda yer yer bir uçurum misali derinleşen okyanusun yılın en sıcak döneminde bile ısındığı pek görülmüş değil. Avrupa'nın en batıdaki ucu Cabo da Roca Kız Kulesi gibi nehrin sularının içinde kalan Belém Kulesi
<< Önceki Haber İstanbul'un ikizi 'Lizbon' Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER