Saim Orhan'ın seyir defterinden ilginç notlar

Ağaçlar arasından göz alabildiğine uzanan geniş düzlükleri seyrederken temiz hava doldurur ciğerlerinizi.

Saim Orhan'ın seyir defterinden ilginç notlar

Her yerde olduğu gibi ülkenin en yüksek tepesine dikilen televizyon anteni de yerini almıştır burada, Matra’nın heybetli tepesinde. İŞTE KANUNİ SULTAN SÜLEMAN'IN MACARİSTAN'DAKİ BİLİNMEYEN MEZARI Tuna’nın akışını diğer bir tepenin üzerine kurulu Vişegrad Kalesi’nden zevkle seyrediyoruz. Bugün üzerinde hem yolcu hem de yük taşımacılığının yapıldığı bir Avrupa nehri o. Sakin sakin akışına devam ediyor koca nehir. Hiçte yabancı değiliz ona. Küçük yaşlardan itibaren hep ismini duyduk bu nehrin. Akıncılar duyurdu onu bize ilk başta. Bir nehir var adi Tuna dediler.Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle diye şairlerimiz destanlaştırdı onu. Askerimiz atlarını onda suladılar Şehitlerimiz son abdestlerini ondan aldılar, son yudumlarını ondan içtiler. Tuna boylarına sefer var dendiğinde o gece heyecanından uyuyamayan yiğitlerin atlarının kişnemelerini ve kılıç şakırtılarını duyar gibi oluyoruz Tuna’ya gözlerimiz dalınca. Osmanlı ordusunda biri diğerine Tuna’yı kaç defa geçişine göre övünürmüş. Bir asker, ben Tuna’yı 5 defa geçmiş birisiyim derken, diğeri ona benimki 10 oldu diye cevap verirmiş. O ünlü Padişah Kanuni, 13 kez gelmişti buralara ve her gelişinde de ayrı bir muhteşemdi.. Son gelişinde sadece ihtiyarlıkla değil ayni zamanda hastalıklarla da uğraşıyordu. Tanıdık topraklardı, defalarca gelmişti buralara. Yeri geldi savaş esnasında kendisini öldürmeye yemin eden 3 şövalyeyi anında yere sermişti. Ordunun en önünde gidiyor beyaz atın üzerinde kefeni andıran beyaz elbisesi ile ölüme meydan okuyordu. Kimi zaman zırhına çarpan oklarla kıl payı ölümden kurtuluyordu. Ama bu sefer farklıydı. O Hastaydı. Trabzon’da doğan o ünlü Padişahı ölüm 6 Eylül 1566’da 73 yasında yakaladı. Yaşlı vücudu onu artık taşıyamamıştı. Pek çoğumuz bilmeyiz onun iç organlarının Zigatvar’da defnedilğini.....Zamanın sadrazamı Sokullu Mehmet Pasa, Padişah’ın cesedinin nakli sırasında çok zaman alacağından ve kokma hasıl olacağı endişesinden dolayı, Kanuni’nin iç organlarını çıkarttırır ve organlar buraya defnedilir. O günün şartlarında uzun bir yolculuktan sonra padişah’ın naşı İstanbul’a getirilir ve Süleymaniye Camii’nin bahçesine defnedilir. Sultan’ın o dönemlerde 7 ay süren seferleri, Avrupa’ya korku salan ve dehşete düşüren ordusu ve seferlere olan düşkünlüğü ve fetih aşkı kim bilir onun bedeninden bazı parçaların burada kalmasını zorunlu kıldı. Eskilerin ifadesiyle bu tamamen takdir-i İlahiydi. Mezarın çevresi çok güzel düzenlenmiş. Ülkemiz adına iftihar edilecek bir durum. Hemen yanı başına yakışır bir Osmanlı çeşmesi yapılmış. Buranın adına da Macar-Türk Dostluk Parkı denmiş. Bu Park Türkiye Cumhuriyeti’nin girişimi ve maddi desteğiyle Sultan Süleyman’ın 500.yıldönümünde kurulur. Parkta aynı zamanda 2500 askeri ile Osmanlı’ya direnen Zigatvar kale komutanı Zrinyi Mikloş’un heykeli de var. ZIGATVAR KALESI Zigatvar hala surlarıyla dimdik ayakta bir kale. Osmanlı askerleri kaleyi ancak bir aylık gibi uzun bir kuşatmadan sonra fethedebilmiş, Ama onun fethini görmek Kanuni’ye nasip olamamıştı. Kale, Osmanlı askerlerinin kararlılığı, cesursa savaşlarının karşısında teslim olmaktan başka çarenin olmadığı anlamıştı. 7 Eylül 1566 yılında günlerce Türkleri zorlayan Kale düşer ve bayrağımız dikilir. Kale komutanı Zirinyi Mikloş’ta yakalanarak idam edilir. Her ne kadar Kanuni Sultan Süleyman buranın fethini göremese de, onun adına kalenin göbeğine fetih sonrası üç hafta içinde bir cami inşa edilir. Bugün camii müze olarak kullanılıyor. Caminin 110 basamaklı minaresi ise yıkılmış, üzerine ise teneke bir koruma örtmüşler. Zigatvar’daki fethin sembolü camii ve bugünkü durumu hayli dokunaklı geliyor insana. Yıllara rağmen kalenin surları ayakta ve sağlam olması dikkatimizi çekiyor. Surların bazılarını ise sarmaşıklar kaplamış taşları bile görünmüyor. İçi tamamen park alanı gibi yemyeşil. Tarih kitaplarında okuduğumuz, fethini okurken gururlandığımız Zigatvar kalesinde dolaşmak burukta olsa ayrı bir zevk veriyor insana doğrusu. Dolaşırken Mohaç’ta toprağın altında şehitlerimizin olduğunu unutmadık. Attığımız adımlarda dikkati idik. Uçsuz bucaksız Mohaç ovasında Önde Kanuni Sultan Süleyman, arkada ise yüz binlerce kişiyi barındıran, kendilerine cennetten bir sayfa açılmışçasına sevinçle harbeden bir ordunun kılıç şakırtıları, at kişnemeleri ve Allah Allah sesleri geliyor gibi olur insanın kulağına. Güneş batarken ufukta, ortaya çıkan kızıllık bize Mohaç savaşını hatırlattı. Bulutlar sanki savaş düzeni almış, yerde yıllar önce bitmiş mücadeleyi gökyüzünde devam ettiriyorlardı. Visegrad Kalesi, Osmanlilar tarafindan Estergon ve Budin arasında Emniyet kalesi olarak kullanılmış. Slovekya sınırına yakin. Çok sarp bir yere inşa edilmiş kale. Tarihi Estergon kalesinin burçları ortadan kaybolmuş.Hatta hatta Kaleye ulaştığımızda Kale nerede diye bile kendi kendimize soruyoruz. Yılların yıpratmasına dayanamamış kalenin taşları.İçerisinde müze ve dev kilise, “basilica” olmasa burasının Estergon olduğunu anlamak çok zor olacak. Bize ait bir iz var mı diye sağa sola bakıyoruz ama nafile. Asırlardır kalenin hakimi olmuşuz ama bir iz kalmamış. Rehberimiz bize sadece eskiden cami ama sonralari başka amaçla kullanılmış bu harabe binayı gösteriyor. Duvarlardaki mimariden camii oldugunu ancak çıkartabiliyoruz. Sonunda Osmanlı’nın burada kaldığının ispatı, en büyük delilleri buluyoruz. Mezar taslarini. İyi ki varsınız diyoruz onlara. Yoksa, başka bir tutanak yok bizi yansıtan burada. Kilitli bölmeye girip Mezar taşlarını inceledikten sonra Fatiha okuyoruz yigit oglu yigitlere. Gercektende mezar taşları bizim varlığımızın en büyük delilleri olmuş bu topraklarda. aynaprogrami.com
<< Önceki Haber Saim Orhan'ın seyir defterinden ilginç notlar Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER