Türkiye'yi seven bu yalana inanmamalı

"Ortada 30 yıl önce yazılmış bir senaryo var; şimdi ülkeyi bölmeye çalışanlar bu senaryoyu yeniden sahneye sürüyor." Abdullah Abdulkadiroğlu yazdı...

Türkiye'yi seven bu yalana inanmamalı

İHANET AYNI TAKTİK AYNI Pkk; 20 Eylül'de bitecek eylemsizlik sürecini uzattığını, ilk planda bir hafta daha silahtan uzak duracağını açıkladı. Eylemsizlik sürecinin uzatılmasının sebebi olarak da; geçen sürenin şiddetin eksik olmadığı ve son derece gerilimli bir süreç olarak yaşanmasını gösterdi. Pkk'nın vatandaşları referandumda sandık başına gitmeme konusunda tehdit ettiği, halka devletin yanında yer almaları için telkinde bulunan kanaat önderlerini öldürdüğü, muhtarlara tehdit telefonları açtığı, çocukların okula gönderilmemesi için baskı uyguladığı bir sürecin neresine eylemsizlik denilebileceği de ayrıca tartışılır. Şimdi okul boykotuna, askerlik ve cami boykotlarının da eklendiğini söylüyorlar. Üstelik adına eylemsizlik denilen bu süreçte, bölgede masum vatandaşlar öldürülmeye devam ediyor. Pkk şimdi; eylemlerle dolu eylemsizlik sürecini uzattığını açıklıyor. Eylemsizlik sürecinde Hakkari'de içinde sivil insanların bulunduğu minibüse mayınlı tuzak kurulup 9 vatandaşımızın katledilmesini tartışıyoruz. Pkk mı yaptı, derin devlet mi yaptı, yoksa Jitem mi ? Pkk'nın kendi içindeki liderlik mücadelesinden mi kaynaklandı, yoksa başıboş bir terörist grup kendine rol mü biçmeye çalıştı ? Ne olursa olsun 9 kişi öldü. Türkiye'nin istikrara kavuşmasını istemeyenler yüzünden, hiçbir şeyden haberi olmayan 15 aylık bir bebek, cihazlara bağlı vaziyette ölüm kalım mücadelesi veriyor. Zeynep bebeğin hangi bacağının kesileceğini, ya da hangisinin kurtulacağını konuşuyoruz. Ortadaki tablo geçmişte çok gördüğümüz, kundaktaki bebeklerin minicik bedenlerine kurşun deliği açılmasından hiç farklı değil. Teröristbaşı; tam da devletin kendisiyle kurduğu diyalogda olumlu bir nokta yakalanmışken sürecin bombalandığını söylüyor. Ortada 30 yıl önce yazılmış bir senaryo var; şimdi ülkeyi bölmeye çalışanlar bu senaryoyu günümüz koşullarına uyarlayarak yeniden sahneye sürüyor. Pkk'nın anayasa değişikliğinin gerçekleşmemesi için ne kadar büyük çaba sarf ettiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. 80 darbesinin ürünü olan terör örgütü, tabi ki kendi varlığını borçlu olduğu 12 Eylül ile hesaplaşılmasını istemeyecektir. Terör örgütü tıpkı kurulduğu yıllardaki gibi senaryolarla bölge halkı üzerinde etki oluşturma gayretine girdi. Son yıllarda bölge halkının merkezi yönetime yakınlaşma sinyalleri vermesi, artık vatandaşın örgüte güvenmediği ve aslında inanmadığı gerçeğini ortaya koyuyor. Fakat örgütün uyguladığı korku ve tehdit politikasına karşı da halk çaresiz. Referandum boykotu bunun en çarpıcı örneği. Bölge halkının özgürce sandığa gidebilmesi durumunda, Doğu illerinde adeta demokrasi bayramının yaşanması kaçınılmaz olurdu. Bu da Pkk'nın artık bütün varlığını kaybettiğinin, insanların örgüte inanmadığının ve devletin yanında olmak istediklerinin ilanı olurdu. Pkk'nın zaten kuruluş amacı bölgeyi merkezi yönetimden koparmak, Doğu ve Güneydoğu'da yaşayan milyonlarca insanı devlete düşman haline getirmekti. Bunun altyapısının hazırlanmasına 12 Eylül döneminde başlandı. Bu ülkede vatandaşın devlete düşman edilmesi için planlı bir proje yürütüldü. 12 Eylül darbesi sürecinde, özellikle bölgede, sonraki yıllarda devreye sokulacak bir terör örgütünün, kendine taban bulabileceği sistematik bir ihanet çalışması yapıldı. 12 Eylül darbesini; öncesindeki olgunlaşma ve sonrasındaki, kendi sistemini muhafaza etme dönemleriyle birlikte değerlendirmek gerekir. Pkk; 12 Eylül darbesinin hemen öncesinde, darbe sonrası siyaseti kontrol amacıyla kurulmuş ve bugüne kadar da ülkeyi yöneten siyasetçiler üzerinde bir denetim mekanizması olarak işlev görmüştür. Dayandığı bütün temel; vatandaşı devlete düşman edecek argümanları kullanan ve bu ortamda varlık bulan bir strateji yürütmesi. Bu yolda; devletin içinde organize olmuş bazı illegal oluşumlar da, örgüte sonuna kadar hareket alanı açmış ve kendi illegal varlıklarını sürdürmek adına örgütü kullanmışlardır. Öcalan; son Hakkari olayını yorumlarken “Jitem de yapmış olabilir” diyerek aslında yıllardır süren bir paslaşmayı deşifre etmiş oldu. Jitem; terör örgütünün bölgede varlık bulması ve bu varlığı sürdürmesi için, Kürt vatandaşları devlete düşman etme planını son derece bilinçli bir şekilde uyguladı. Faili meçhul cinayetler, insanların evlerinden alınıp ortadan kaybolmaları, sistematik yapılan işkenceler, fiziki işkencenin yanında uygulanan ruhsal ve psikolojik işkence yöntemleri, tecavüzler, aşağılamalar… 12 Eylül öncesi, sadece Diyarbakır Cezaevi'nde yaşananlar bile bölge insanının devlete düşman olmasına yeter de artar. Bütün bu sistematik uygulamalar sonunda, bölge halkına, kendilerini devlete karşı koruyacak bir sığınak armağan edildi. O da Pkk. Öcalan şimdi Hakkari katliamı için, Jitem'i adres gösterirken aslında yıllardır danışıklı dövüş işleyen bir çarktan bahsediyor. Öcalan ömrünün geri kalan kısmını hapiste geçirmemek için şimdi her yolu deniyor olabilir. Silahların bırakılmasını, hatta örgütün tasfiyesini istiyor da olabilir. Fakat artık olup biteceklere, Öcalan'ı aşan bir güç karar veriyor. 12 Eylül darbesiyle hesaplaşmak üzere tercihini yapan “Yeni Türkiye”ye karşı yeni bir düşmanlık politikası musallat etmek isteyen ve zamanında Pkk'yı da yapılandıran o güç, 30 sene önceki senaryoyu revize ederek sahneye koyuyor şimdi. Bu senaryoda; yine halkın devlete düşman edilmesi var. Bu senaryoda; örgütün boykotuna uydukları için, Kürt vatandaşların Hakkari'de devlet tarafından öldürüldükleri yalanı var. Bu senaryoda; devletin aslında bölge halkını sevmediği yalanının toplumda kabul görmesi için, ortaya sürülecek her türlü yalan dolan iftira var. Bu senaryonun hayata geçirilmesi için sandığı boykot var, okulu boykot var, askerliği boykot var, camiyi boykot var. Planlı bir şekilde bölge halkını devletten uzaklaştırma projesi uygulanmaya çalışılıyor. Ve güya bütün bunlar “eylemsizlik süreci” adı altında yapılıyor. Güya örgüt çatışma istemiyor ve buna rağmen devlet halka zulmediyor. Güya örgüt silahları bırakmış ama buna rağmen devlet insanları öldürüyor, bölge halkının haklarını vermiyor, onlara ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyor. Her türlü uzlaşma için terör örgütünü adres gösteren BDP'nin, bu süreçte durduğu yer, uzlaşmadan çok uzak ve tamamen halkı provoke etmeye yönelik. BDP boykot çağrılarıyla halkı toplumsal hayattan ve devletin sisteminden koparıp anarşist bir toplum anlayışına yönlendirmeye çalışıyor. Şu anda bölgede yeniden yapılmaya çalışılan; halkın devletten koparılıp kendi içine hapsedilmesi ve dünyayla irtibatının kesilmesi projesi. Okula gitmeyen, camiye gitmeyen, askere gitmeyen insanlara gidecek yer olarak bir sonraki aşamada “dağ” mı gösterilecek ? Tıpkı 12 Eylül öncesi solun yeniden dizayn edilmesi ve yeniden dizayn edilen bu Maocu sola Pkk'nın kurdurulması gibi, şimdi de devlete düşmanlığı körükleyen düzeni hayata geçirecek bir dizayn hareketi Pkk'da yapılıyor. Referandum sonrası oluşacak “Yeni Türkiye”yi istikrarsızlaştırmak ve kontrol altında tutmak isteyen güçler, Pkk'yı yeniden dizayn ederek “uzlaşmacı görünümlü terörü körükleyen” bir yapı oluşturmayı hedefliyorlar. 80 darbesine giden şartların olgunlaşma döneminde; sağ-sol kavgasıymış gibi başlatılan büyük mücadelenin temelinde, aslında Türk-Kürt çatışması ve bölücülüğün planları vardı. Şimdi 30 yıldır bölge halkının temsilcisi rolü biçilen terör örgütü ve onun siyasi uzantılarının, Yeni Türkiye'yi sabote etmek üzere ortaya sürecekleri argüman özerk bir yönetim isteği olacak. Bu; Ak Parti'yi kontrol altında tutmak için izlenecek yeni yöntem. Ayrıca Öcalan'ın kendini kurtarmak için sürekli açıklamalar yapması, toplumda teröre karşı olan nefreti de endişe boyutuna taşıyarak, sanki bölücüyle işbirliği yapılıyormuş gibi hükümete tepkiye dönüştürüyor. Örgüt üzerinde hakimiyeti kalmayan Öcalan'ın her adı anıldığında, aslında bu, “Yeni Türkiye”yi huzursuzlaştırma planına katkı sağlamış oluyor. Zor bir yerdeyiz. Hükümetin; bölge halkının devletten koparılma çabalarına hiçbir şekilde prim vermeden ve bunun siyasi faturasından korkmadan birlik ve beraberlik adımlarını sürdürmesi gerekiyor. Aynı zamanda BDP'yi sistemin içinde tutarak, ona devletin kara propagandasını yapacak fırsatı vermemesi da gerekiyor. Ak Parti iktidarı döneminde maddi ve manevi anlamda bölgeye çok ciddi el uzatıldı. Bütün bu yapılanların örgütün alçak planlarına kurban edilmesi engellenmeli. Ayrıca bölgedeki sivil toplum kuruluşlarının sesinin daha yüksek çıkması sağlanmalı ve herkes korkusuzca örgüte boyun eğmeyeceğini haykırabilmeli. Evet; bunları uzaktan söylemek kolay. Ama çetin kışların baharı da kolay gelmez. Geldi mi de tadına doyum olmaz. Bölgede 30 yıldır kış yaşandı, şimdi bahara bir adım kaldı. Kim ne plan yaparsa yapsın, kim hangi bölücülüğün peşinde koşarsa koşsun, o baharın artık gelmesi gerekiyor. Bunun bedeli ne olursa olsun, o baharın gelmesi gerekiyor. Başbakan'ın; referandum gecesi “kaybettiler” dediği vesayetçi anlayış, bundan sonra ülke üzerindeki vesayetini “bölücülük” olarak gösterecektir. Anayasa değişikliğiyle bürokratik oligarşi ve jüristokrasi artık büyük oranda gücünü kaybetme eğilimine girdi. Geriye Ak Parti'yi vuracak en önemli argüman olarak “bölücülük” kaldı. Şimdi; Türkiye'yi seven kim varsa “ülke bölünüyor” yalanına inanmamalı. Doğu'daki vatandaş da, devletin kendisine düşman olduğu propagandasına ve kendisini devletten uzaklaştırma projelerine prim vermemeli. Devlet de bütün bunlara karşı; Kürt sorununun çözümü ve terörü bitirmek için attığı her adımda, her bir vatandaşını rahatlatmalı. Ve baş belası bu terör inadına bitmeli. Bunu istemek için hepimizin çok haklı bir gerekçesi var. Bu ülke bizim. O minibüste ölenler de bizim, minik Zeynep de bizim. Yetmez mi ? ABDULLAH ABDULKADİROĞLU - SAMANYOLU HABER [email protected]
<< Önceki Haber Türkiye'yi seven bu yalana inanmamalı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER