Tuzu kokutmayalım!..

Danıştay’a düzenlenen menfur saldırıda Türkiye değerli bir evladını, iyi bir hukuk adamını; bense bir dostumu kaybettim. O yüzden, kendimi bu olayın doğrudan mağduru sayıyorum. Ne diyelim, vatan sağ o

Tuzu kokutmayalım!..

Bir dostun ardından Aziz dostum Mustafa Yücel Özbilgin’e Allah’tan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabır ve metanet diliyorum. Hiç şüphe yok ki bu olay, Türk milletini de, Türk devletini de canevinden vurmuştur. Bunun içindir ki, saldırı karşısında oluşan toplumsal infial de büyük olmuştur. Milletimizin temiz vicdanı bu kara günü kolay kolay unutmayacaktır. Ne var ki, bu topraklarda başı dik bir millet, onurlu bir devlet olmanın bedelini böyle ödüyoruz. Kader bizi tekrar tekrar sınava çekiyor. Şimdi, millet olarak da devlet olarak da yeni bir sınavla karşı karşıyayız. Bu haklı ve meşru infial doğru hedefe yönelip, Türk milletinin ve Türk devletinin düşmanlarını mı boğacak yoksa sağduyumuzu büsbütün iptal ederek, milletin çocuklarına birbirini mi boğduracak? Semboller kavgasına prim verilmemeli Milletlerin büyüklüğü, derinliği ve feraseti böyle zamanlarda ortaya çıkar ve kendini gösterir. Ben inanıyorum ki, Türk milletinin büyüklüğü burada da vaziyete el koyacak ve teröristleri sevindirmeyecektir. Benzer emelleri için pusuda bekleyen mihrakları harekete geçiren psikolojik ortamın yaratılmasında sorumluluğu olanları teşhir etmeyecek miyiz? Edeceğiz, etmeliyiz ve onlar kendi sorumluluklarının bedelini ödemeliler. Ancak bu, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın boynuna “katil” yaftasını asmak anlamına da gelmemelidir. İktidarlar, hatalarının ya da beceriksizliklerinin bedelini bir şekilde millete ödetirler; ama bu, onları “katil” yapmaz. Kişileri değil; ama bir siyaset tarzını tarihe gömmemizin vakti gelmiştir. Bu da millete düşen bir görevdir. Toplumun reel sorunları karşısında acze düştükçe o çok bildik semboller kavgasına müracaat edenlere prim vermemeyi öğrenmeliyiz. Aksi halde kendimizi bir gerilim kısırdöngüsünün ve giderek bir siyasi kan davası kısırdöngüsünün içinde buluruz ki, bunun en acı örneklerini geçmişte yaşadık. Yetkin bir demokratik toplum olmanın yolu yetkin seçmenler olmaktan geçiyor. Gerilim taciri siyasiler, yarattıkları yapay kutuplaşma ile halkı bir tür Katolik nikahına zorlamaktadır. Yetkin bir demokratik toplum bu oyuna gelmez, gelmemelidir. Demokrasiyi yaşatmanın ve onu sorun çözme yeteneği olan bir sistem halinde sürdürmenin püf noktası budur. “Ne pahasına olursa olsun” anlayışıyla siyasi tercihte bulunulabilir mi veya bir siyasi tercih böyle bir anlayışla sürdürülebilir mi? Rasyonel-demokrat bir toplumsanız, egemen bir toplumsanız ve kendi geleceğinizden kendinizi sorumlu görüyorsanız ne böyle bir lüksünüz ne de böyle bir hakkınız vardır. Demokrasinin prensibi basittir: Yapamayan gider, gitmeyen gönderilir. Maliyetleri minimize etmenin başka yolu da yoktur. Asıl büyük sorumluluk, devletin ve devlet adamlarının omuzlarındadır. Hangi olay karşısında olursa olsun, devlet infiale kapılmaz, paniğe kapılmaz, öfkeye kapılmaz. Devlet adamı da öyle. Aksi takdirde devleti her türlü provokasyona açık hale getirirsiniz. Hiçbir terör eylemi devletin kurumsal işleyişini, kurallar sistematiğini, devlet etme tarzını bozmamalı, bozamamalıdır. Öbür türlüsü teröre mağlup olmaktır, terörün sizi yönetmesi demektir. Terörün istediği, işleyen bir devletin yerini kaosun alması değil midir? İki bin yıllık bir devlet geleneğine sahibiz ve teröre karşı deneyimli bir devletiz. Bu son olayın da devlet ciddiyeti içerisinde, kurumlar ve kurallar çalıştırılarak açıklığa kavuşturulacağına, sorumlularından adalet önünde hesap sorulacağına inancımız tamdır. Öyleyse çözümün şekli bellidir: İnadına devlet tavrı, inadına demokrasi, inadına hukuk! Kim bu olay, yapanın ya da yapanların yanına kâr kalır zannediyorsa yanılıyor. Buna asla izin verilemez. Yeter ki millet olarak biz; siyaset adına paranoyak bir kutuplaşmayı lanetli bir hançer gibi bağrımıza saplamak isteyenlere ve bu yaradan ikbal ve iktidar çıkarmaya çalışanlara fırsat vermeyelim. Bu ülkenin yeni sosyal ve siyasi fay hatlarına tahammülü yoktur. Şimdi birbirimizi kucaklamanın ve müştereklerimizi yüksek sesle haykırmanın zamanıdır: Siyasi rant için toplum kutuplaştırılamaz... Hepimiz cumhuriyetin bekçileriyiz ve ona dokundurtmayız. Hepimiz demokrasiye güveniyoruz. Hepimiz laik bir devlet düzeninden yanayız. Hepimiz üniter devleti savunuyoruz. Hepimiz doğuştan özgür insanlarız ve daha fazla özgürleşme idealine sahibiz. Hepimizin yönü muasır medeniyet hedefine dönüktür. Biz bir aile milletiz. Bir ailenin fertleri arasında farklı zevkler, farklı düşünceler, farklı tercihler ne kadar doğal ve güzelse bir millet için de öyledir. Farklılıklar zenginliğimizdir. Onun için kimsenin gücü Türkiye’yi bölmeye yetmeyecektir. Türkiye kendi huzuruna ve güvenliğine yönelik tehditlerin üstesinden gelecek güce sahiptir. Şimdi bu değerleri iman tazeler gibi birbirimize tekrarlamanın zamanıdır. Ben inanıyorum ki, bu değerler milletimizin en az % 90’ının siyasal tutumunu belirleyen değerlerdir. Bu da Türk milletini ve Türk devletini ilelebed payidar kılmaya yeter! Öyleyse işe nereden başlayacağımız bellidir: Nifakın her türlüsünü reddederek! ‘Ben şuyum sen osun’ tarzındaki ayrımcılıkların her türlüsünü reddederek! Yüzyıldır bir türlü sonuçlandıramadığımız kavram kavgalarını reddederek! İnsanlarımızın aşıyla, işiyle, geleceğiyle ilgili hiçbir projeye sahip olmadan, sadece kitleleri bölerek ve birbirine karşı kışkırtarak siyasi rant elde etmeye çalışan siyaset tarzını reddederek! Yeniden birbirimize dönerek, yeniden birbirimize sarılarak, ülkemizin ve insanımızın potansiyellerini yeniden keşfederek ve bunlara yeniden işlerlik kazandırarak, dünya ile rekabeti göze alarak ve o rekabetin gereklerini eksiksiz yerine getirerek işe başlayabiliriz. Türkiye’yi üzerinde oyunlar oynanan bir ülke olmaktan, her türlü provokasyona açık bir ülke olmaktan çıkarmanın yolu asli işlerimizi doğru dürüst yapmaktan geçmektedir. Bir ülkede sosyal gerilim varsa, çatışma varsa, kaos varsa, orada ciddi bir yönetim boşluğu var demektir. Bütün sıkıntılı dönemlerimizi göz önüne aldığımızda, karşılaştığımız gerçek aynıdır: Ne zaman işsizlik artsa, ne zaman fukaralık artsa, ne zaman toplum olarak gelecek kaygısına düşsek, ne zaman umutlarımız tükense kavramlar ve semboller kavgası yattığı pusudan çıkar ve hepimizi kuşatır. “Türkiye’de sosyal patlama olmaz” diyen kötü yöneticiler de, sosyal-siyasal bilimciler de yanılıyor. Bu da bir sosyal patlamadır ve bunun tahribatı çok daha ağır olmaktadır. Danıştay’a yapılan silahlı saldırı ardından meydana gelen infiali bu yönüyle de okumak ve iyi değerlendirmek mecburiyeti vardır. Bir tarihte yaşlı bir köylü bana şöyle demişti: “Et kokmasın diye tuzlarsın. Peki tuz kokarsa ne yapacaksın?” Biz de son söz olarak şunu diyoruz: Tuzu kokutmayalım!.. ANAVATAN PARTİSİ GENEL BAŞKANI
<< Önceki Haber Tuzu kokutmayalım!.. Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER