[Harun Tokak] Utanılacak Gün Değil

Samanyoluhaber.com yazarı Harun Tokak'ın Pazar yazısı: Utanılacak Gün Değil

SHABER3.COM

HARUN TOKAK 


Geçen kış komşu ülkedeki çocuklarımızın yanına gitmiştik.
Kışı orada geçirdik sayılır.
O günler bizim için çok özel oldu.
Bir gün karlı-buzlu yollardan yürürken kızım yol kıyısındaki bodur bahçe ağaçlarından oluşan bir çitteki kuru yaprakları gösterdi bana. 
Hepsi başlarını yere doğru eğmişlerdi.
Soğuktan birbirine tutunmuş, birbirine sokulmuş yetim çocuklar gibi kendi oluşturdukları rüzgarlarında titriyorlardı. 
Onların o halleri rikkatime dokundu. 
Dallarda üşüyen o yaprakların sabırla soğuğa direnmeleri, birbirlerine tutunmaları hoşuma gitse de onların titreyişleri o gün bugündür hiç gözümün önünden gitmiyor. 
Bugünlerde seçimlere bel bağlamış olanların büyük bir hayal kırıklığı yaşadığını görünce hatırıma o yapraklar geldi. 
Baharı beklerken tomurcuğa durmuş dallara kar yağınca bazıları yılgınlığa düştüler.
Kimisi ülkesine dönmeyi, kimisi özgürlüğüne kavuşmayı, kimisi elinden alınan hakları geri almayı hayal ediyorlardı.
Hepimiz insanız.
Gece uzayınca fecr-i kaziplere bel bağlıyoruz.
Sonra yeniden karanlıklara gömülünce hayal kırıklığı yaşıyoruz.
Halbuki koca Üstad, “Dini siyasete alet eden o zat siyasetle gitmeyecek.” diyor.
Hocaefendi daha seçimlerden birkaç ay önce, “Bu süreç iktisatla, siyasetle bitmeyecek. İlahi bir el hiç ummadığınız bir anda onları baş aşağı getirecek.” diyor.
Dedim ya insanız, yine de gökte görünen her buluttan, karanlıkta yanan her ışıktan, ufukta görünen her karaltıdan umuda kapılıyoruz.
Ruhuma bir teselli ararken bilgisayarımdan Türkçe Olimpiyatları’na ait bir videoyu açıyorum.
İnce, zarif bir kız çocuğu sahnede elif gibi dimdik durarak büyük bir kalabalığa “Gözlerin al yerden” şarkısını söylüyor;
“Onlar yanlış sen değil gözlerini al yerden
 Utanacak gün değil gözlerini al yerden
 Elif gibi dimdik dur isyanına zincir vur
 Bugünler de geçecek bu zulüm de bitecek.
 Güzel günler gelecek gözlerini al yerden” 
Sonrasında sahneye kim gelecek derken meğer izlediğim derleme bir klipmiş.
Nice büyük imtihanları başarı ile vermiş olan Sevgi Ablamız ekrana geliyor.
Üzerinde koyu lacivert bir elbise, başında mavi tonların ağırlıkta olduğu başörtüsü ile sanki bulutların üzerinden konuşuyor;
“Kimi siyah, kimi sarı, kimi beyaz dünya çocukları, hepsi şarkılar söylüyor, hepsi zeybek oynuyor, vicdanınıza bir sorun bu çektiklerimize değmez mi? Vallahi bin canım olsa bu uğurda gözümü kırpmadan veririm.”
Sonra, bir bacağını Bangladeş’te bırakarak tek ayakla ülkesine döndüğünde annesinin, 
“Oğlum ayağın nerede?” dediğinde;
“Ana ayağın da lafı mı olur? İnsanlık elden gidiyor.” diyen Süleyman Alptekin görünüyor;
“Bizim arkadaşlarımız terörün kol gezdiği yerlerde silahsız, bıçaksız öğretmenlik yaptılar. Hala da yapıyorlar. Hiç kimse güzel bir hayat peşinde değildi. Güzel bir ölüm peşindeydi.”
Yani ‘‘Bu uğurda kimimiz bacağımızı, kimimiz canımızı verdik.’’ diyordu.
Daha sonra mavi gökler ülkesinin uçsuz bucaksız çöllerinde yatan şehit Âdem Tatlı geliyor ekrana. 
Öğrencileri ile bir yerlere doğru yürüyor.
Yüzü yine tebessüm pınarı, gözleri yine uçsuz bucaksız bir sevgi denizi.
Arka fonda o yine o zarif kızımız; 
“Bugünler de bitecek bu zulüm de bitecek gözlerini al yerden” diyor.
En son sadece ilmiyle değil engin irfanıyla ve kalbiyle de konuşan hakikat avcısı Ali Ünal görünüyor.
Üzerinde yine oğlu Mehmed’in, Kimse Yok Mu’nun kermesinden beş liraya aldığı o açık mavi, yakasız gömlek.
2012 Haziran’ında yapılan ve statlara sığmayan görkemli Türkçe Olimpiyatları’nı yorumlamasını istiyor sunucu.
Söyledikleri sadece sunucuyu değil hepimizi ters köşeye yatırıyor;
 “Çok yakında büyük fırtınalar bekliyorum, ülkeyi sarsacak elemler bekliyorum.
Talut’un ordusu altmış derece çöl sıcağında güneşin altında susuzluktan yanıyor.
Önlerine bir nehir çıkıyor. Ordu komutanı Talut  ‘Suya dokunmayın.’ diyor. ‘İllaki de içecekseniz bir avuçtan fazla içmeyiniz.’ 
Kana kana içenler nehri geçmeden, az içenler geçince yıkılıp kalıyorlar.
313 kişi olduğu söylenen su içmeyenler yollarına devam ediyor. 
Geride kalanlar, gidenlerin arkasından sesleniyor;
‘Koca bir orduyla nasıl savaşacaksınız? Gitmeyin hepiniz öleceksiniz.’
Gidenler kararlı;
‘Nice az topluluklar, çoklara galip gelmiştir.’ diyorlar.
Calut'un ve askerlerinin karşısına çıktıklarında da: ‘Ey Rabbimiz, bize bolca sabır ver, ayaklarımızı sağlam tut ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et!’ diyorlar. 
Koca orduya galip geliyorlar.
Geleceğin dünyasının Türkiye merkezli olacağını düşünüyorum. O bakımdan bu kolay değil. 
Hedef büyük…
Hedef ne kadar büyük olursa bedel de o kadar büyük olur.
Çok kesin söylüyorum, Hizmet Hareketi büyüyerek çıkacak bu badireden. 
Özür dileyecekler. Ayrılıp gidenler geri gelecekler. Çok güzel bir bahara uyanacağız. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın. Ben olacağı söylüyorum.
Seçimler beni ilgilendirmiyor.
Bunların ne olduğunu halk görecek. Allah görünmeyen ordular gönderecek ve bu süreci bitirecek.”
Ali Ünal Hoca bunları 2012 Haziran’ında söylüyor.
Daha süreçle ilgili hiçbir alamet zuhur etmemişken söylüyor.
Bu sözleri hangi makamdan söyledi hangi mertebeden seslendi bilemiyorum ama bugün bu sözleri ben yeniden dinlerken arka fonda yine o ince zarif kızımız, o şarkıyı söylüyor.
‘‘Onlar yanlış sen değil gözlerini al yerden
 Utanacak gün değil gözlerini al yerden
 Elif gibi dimdik dur isyanına zincir vur
 Bugünler de geçecek bu zulüm de bitecek
 Güzel günler gelecek gözlerini al yerden’’
Afrika’da görev yapan bir öğretmenin kafasında 15 Temmuz’dan sonra bazı şüpheler oluşuyor. 
 Bir gece rüyasında Hocaefendi Amerika’daki kampta kalabalık bir topluluğa konuşuyor;
 “Ben sizi mahcup edecek bir şey yapmadım.” diyor.
 “İnanmıyorsanız ona sorun.” diyerek elini bir zata doğru işaret ediyor. 
Hocaefendi’nin işaret ettiği tarafta duran Hazreti İsa; “Hocanız doğru söylüyor. Onu dinleyin.” diyor.
Rüya sahibinin kafasındaki bütün sis ve bulutlar dağlıyor.
Kim ne derse desin bu Hizmet, tarihte eşi benzerine az rastlanan, yazılması oldukça zor olan bir destandır.
Elbette yazılan bu destanın da bir bedeli olacaktı.
Oldu ve de oluyor.
Lakin Hocaefendi’nin utanılacak bir şey yapmadığına biz şahidiz. 
Onun attığı adımlarla suyu çekişilmiş cömertlik pınarları, okyanusa sevdalı nehirlere dönüştü. 
Anadolu insanın içindeki ölmeye yüz tutmuş hayırseverlik, fedakârlık, merhamet, başkaları için yaşama gibi nice yüce duygular yeniden dirildi.
Yetiştirdiği öğrencileri, ellerinde umudun meşaleleri ile güneşi elinden alınmış ülkelerdeki karanlığının üzerine üzerine yürüdüler. 
Dört nala atları ile karanlığı kovalayıp Asya bozkırlarına, Afrika çöllerine koştular. 
Umutla, özlemle, hasretle ama hepsinden önemlisi dayanılmaz bir sabırla özgürlük gününü bekleyen mazlum milletlerin ufuklarına ışık oldular.
Yolun nereye varacağını düşünmeden gecenin en karanlığında yollara düştüler.
Kara-buza aldırmadan sadece ilk adımları attılar.
O adımlar şimdi dünyayı dolaşıyor.
Karanlık hücrelerde güneşi gözleyen Yusuflar…
Ömürlerinin en güzel, en verimli günleri soğuk duvarlar arasında geçenler… 
Sefiller’deki Jean Valjean gibi köşe bucak arananlar…
‘‘Alın gözlerinizi yerden
Utanılacak gün değil 
Onlar yanlış siz değil’’
Doğumdan hemen sonra alınıp, daracık hücrede pusetin içindeki yavrusu ile sabahlayan gencecik analar…
“İncecikten yağan karın üzerindeki ilk izler polis postallarına aitti. O polisler eşimi alıp götürdüler karlı bir günde.” diyen gözü yaşlı sevgililer…
Kucağında çocuğu, elinde valizi ile yürümekte bile zorlanırken cezaevi müdürünün “Vurun buna da bir kelepçe!” dediği bacılar… 
Utanılacak gün değil 
Onlar yanlış siz değil
Kendi ülkelerinde hem de sevdikleri tarafından dışlanan, bu cezayı hak etmediği için isyan eden, boyun eğmeyen, hasretlerini, özlemlerini, hatıralarını merdiven yaparak yeni ufuklara yürüyenler…
Dün bir infak kahramanı iken servetlerine çöküldüğü için bugün gurbetlerde meteliğe muhtaç hale gelenler…
Doğduğu toprakları bırakarak, yaşlı anne babasına veda ederek Survivor yarışmacıları gibi çamurların içinde bata çıka, yırtık ayakkabılarla yürüyerek, delik botlarla Meriç’in azgın sularını geçenler…
Tel örgülerin, dikenli tellerin, silah seslerinin, karanlıkta ansızın yanan projektörlerin,“Gidin buralara gelmeyin!” diye haykırmasına rağmen aldırış etmeden gurbetin üstüne üstüne yürüyenler…
Damatlığını, gelinliğini yanında getirip yad ellerde nişansız, törensiz, annesiz, babasız yuva kuranlar…
Meriç’in bu yakasında ülkesinin ezanlarını son kez durup dinleyip gurbetlerde bu ezanlara hasret kalacağım diyerek yüreğine o ezan sesini doldurarak yeni yurtlarına yürüyenler…
Utanılacak gün değil
Onlar yanlış siz değil, 
Gözlerinizi alın yerden
<< Önceki Haber [Harun Tokak] Utanılacak Gün Değil Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER