Biz ona doyamadan gitti-Dinle

Bu zaman cemaat zamanıdır ve zamanımızda cemaat konusu daha bir ehemmiyetini artırmıştır. Aslında Hz. Âdem'den bu yana zaman hep cemaat zamanı olmuştur.

Biz ona doyamadan gitti-Dinle

"İyyâke na'büdü ve iyyake nesteîn" diyen bizler, maşeri vicdanla günde kırk defa bu hususu seslendirerek Allah'ın huzurunda kemerbeste-i ubudiyetle kulluğumuzu ve Allah karşısında cemaat olduğumuzu ifade ediyoruz. Kendimizi ifade ederken "ben" demeyip "biz" diyerek, "Allah'ım Sana kulluk ediyor ve bu konuda yardımı da ancak Senden istiyoruz" şeklinde arz-ı ubudiyette bulunuyoruz. İslam, ferdin vicdanının cemaate rükün olabilecek hale gelmesini sağlamış ve bunu en kâmil şekilde gerçekleştirmiştir. Tarihte müceddidlerin ve müçtehidlerin yoğurdukları teknenin içindeki bütün ıstıfalar (tabii ve fıtri bir ıstıfa olmayıp doğrudan doğruya iradeye bağlı bir ıstıfa, bir seçilme ve bir saflaşma ile cemaat şuuruna varma) oluşa oluşa bugünkü halini almıştır ve bugünkü hali alabilmesi de bir bakıma gayet tabiidir. Çünkü günümüzde dünya bir köy haline gelmiştir. Televizyonlar, radyolar, seri vasıtalar ve modern çağın bütün ulaşım ve haberleşme vasıtaları, insanların muhabere ve muvasalasını o kadar kolaylaştırmıştır ki, eskiden köyler arasında cereyan eden muhabere, aynı süratte şimdi Türkiye ile dünyanın her yeri arasında gerçekleşmektedir. Bu durum, vicdan ve ruhlarda da cemaat şuurunun gelişmesini zaruri kılmaktadır. Ancak bugün, değişik hadise ve cereyanlar karşısında toplumu yoğurup böyle heyetler oluşturmak Allah'ın inayetine vabeste bir husustur ve o da bir manada vardır. Bu heyetler, devr-i risaletpenahiden bugüne, Kur'an-ı Kerim'in potasında, Hz. Muhammed'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) vaz' ettiği esaslar sayesinde yoğrula yoğrula belli bir seviyeye gelmiştir. Şimdilerde bizler, etrafımıza baktığımızda bunu gayet net olarak görmekteyiz. Dahası Cenab-ı Hakk'ın inayetine kalmıştır. Bu konuyla alakalı söylenecek bir başka şey de şudur: Daha evvelki devirlerde insanlar arasında, ilmî hayat, değişik doktrinler ve fikrî cereyanlar gelişmediği için, yığınlar, hakkı veya batılı temsil eden bir insanın arkasından sürüklenip gitmişlerdi. İnsanlar ayrı ayrı menbalardan ders almadıkları, farklı kaynaklardan su içmedikleri, hayat-ı içtimaiye belli standartlar içinde mahpus bulunduğu için bir fert bütün toplumu arkasından sürükleyip götürebilirdi. Mesela hak cephesinde Ebu Hanife, Alparslan, Tuğrul Bey ve Fatih, batıl cephesinde ise Hasan Sabbah ve Bedrettin Simavi bir kısım kimseleri arkalarından sürükleyip götürebilmişlerdi. Bundan da anlaşılmaktadır ki, eskiden cemaatler belli bir kültürle yetiştiklerinden daha saf oluyor, daha rahat sürüklenebiliyor ve bugünkü anlayışımızla onlar içinde kitle halet-i ruhiyesini heyecana getirmek ve kitle psikolojisinden istifade etmek daha rahat oluyordu. Günümüzde ise herkes ayrı ayrı kültürlerden istifade edip farklı menbalardan beslenmektedir. Kimi modern çağın önüne çıkardığı her şeye kurtarıcı gibi sarılmakta, kimisi de Kur'an'ı ve Resulullah'ı dinlemektedir. Bu kadar kültür farklılığı da, haliyle çok akımların zuhuruna sebep olmaktadır. Bu itibarla da bugün yığınlar birbirinden kopuktur. Bu kopuk kopuk insanlar, tek başına allame-i cihan, dahi-i azam da olsalar hiçbir şey yapamazlar. Ayrıca, günümüz insanı gelişmişlikten ve bazı şeylere vukufiyetten dolayı enaniyete dayalı bir kopukluk içindedir ve herkes arslan gibi müstakilen hareket etmek istemektedir. Cemaat, ferde kıymet kazandırır Buna binaen, günümüzde insanları bir ve beraber hareket etme fikrine çağırma çok ehemmiyet kazanmıştır. Dünyadaki değişik dalalet cereyanları, fikir birliği yapmak suretiyle aradaki mesafeleri kaldırmakta ve bir vahdet teşkiline çalışmaktadırlar. Onun içindir ki, inanmış sineler sağlam bir vahdet teşekkül ettirerek kendilerini ifade etmeye çalışmalıdırlar. Böyle bir dönemde insanların sürtüşmesi dalalettir, tuğyandır ve Allah'ın hakkımızda bir azabıdır. Öyleyse böyle bir zamanda müminler, gizli-açık düşmanları karşısında onlara mukabele edebilmek, milli bütünlüklerini koruyabilmek için sahih bir cemaat teşkil etmek ve cemaat halinde hareket etmek mecburiyetindedirler. Bazıları cemaat içinde bulunmanın fertleri alçaltacağını iddia ediyorlar. Kıymetli bir bütünü meydana getiren parçalar, kendi kendine kıymet kazanır. Nasıl ki dağdaki, sokaktaki ve taş ocağındaki taş, oralardan ayrı kaldığı müddetçe sadece bir taştan ibarettir. Ancak bu taş kubbede diğer taşlarla baş başa verdiği zaman binlerce lira değerinde bir kıymet kazanır. Bir güzelliği olan -mesela sözü tesirli hatip olan- bir kimse aynı zamanda sağlam bir kalb yapısına sahip birisiyle yan yana gelirse, iki güzellik bir araya gelmiş olur. İki güzellik bir araya gelince o onun güzelliğinden o da diğerinin güzelliğinden istifade eder. Her biri iki güzelliğe sahip olur ve bu şekilde dört güzellik ortaya çıkar. Bunlardan bir tanesi servetiyle gelip onlara omuz verse, bir başkası ilmiyle destekte bulunsa, dört adam meydana gelmiş olur. Dört güzelliğin alış verişiyle burada sekiz güzel ortaya çıkar. Dairevi olarak meseleyi ele alırsak sınırsız güzellikler meydana gelebilir demek de mümkündür. Hasılı, kıymet şahs-ı maneviye verilirse fertlerin kıymeti alçalmayıp yükselecektir. Kıymetli bir cemaat içinde her fert abdestle kılınan namazın her rüknünün kıymet kazanması gibi çok aziz ve kıymetler üstü kıymeti hâizdir. ÖZETLE 1- Bu zaman cemaat zamanıdır ve zamanımızda cemaat konusu daha bir ehemmiyetini artırmıştır. Aslında Hz. Âdem'den bu yana zaman hep cemaat zamanı olmuştur. 2- Bir köy haline gelen dünyamızda, haberleşme ve ulaşım araçları insanlar arası irtibatı kolaylaştırdı. Bu durum, vicdan ve ruhlarda cemaat şuurunun gelişmesini zaruri kılmaktadır. 3- Kıymetli bir bütünü meydana getiren parçalar, kıymet kazanır. Cemaat içindeki fertler, cemaatle kılınan namazın her rüknünün kıymet kazanması gibi kıymetler üstü kıymeti hâizdir. Biz ona doyamadan gitti Abdülhamit Oruç Hoca, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kırklareli günlerini anlatıyor*: Hocaefendi Kırklareli'ne gelince onu Kırklar Camii'nin bahçesinde bulunan ve zamanında imam lojmanı olarak kullanılmış tek katlı bir binaya taşıdık. Kırklar şehitliğinin tam karşısında caminin avlusunda bulunan ve cami derneğine bağlı olan o binada Hocaefendi iki ay kadar kaldı. Ancak Hocaefendi burada daha fazla kalmak istemedi. Bunun üzerine adını, sonradan "bülbül yuvası" diye koyduğumuz Paşaçeşme Sokak'taki iki katlı, üst katına içeriden merdivenle çıkılan 70-80 metrekarelik evi bulup kiraladık. Hocaefendi İzmir'e gidinceye kadar o evde kaldı. Tabii o zamanlar camilerde merkezî sistem yoktu. Dinlemek için sadece oraya gitmek gerekiyordu. Cuma vaazlarında, bayram vaazlarında ve Ramazan ayında yatsıdan önce teravih vaazlarında merkezde bulunan Hızırbey Camii'nde vaaz ederdi. Diğer zamanlarda da cemaat olduğu zaman mesela hanımlar için belli günlerde diğer camilerde de vaaz ederdi. Ayrıca biz Hocaefendi ile kahvelere giderdik. Oturanlardan veya kahve sahibinden rica ederdik, sizinle beş-on dakika sohbet etmek istiyoruz derdik. Bunun gibi birçok kahvede konuşmalar yaptık. Ayrıca esnafı ziyaret eder, bir çayhanede toplanıp sohbet ederdik. Hocaefendi Kırklareli'nde sekiz ay gibi kısa bir zaman kaldı. Vaazları çok tesirli idi, birçok kimsenin düşüncesinin değişeceği kadar etkiliydi. Halkın ona rağbetinin arttığı ve vaazlarına koşmaya başladığı sırada İzmir'e tayini çıktı. Biz ona doyamadan o Kırklareli'nden gitti. Bülbül yuvası dediğimiz Paşaçeşme Sokak'taki evinde sohbetlerini aksatmadan devam ettirdi. Orası işleyen bir hane gibiydi, akşamları dersler oluyordu, gelip gidenlerle canlı ve hareketli bir evdi. Ev işlerini müşterek yapıyorduk, arkadaşlar ortalıkta yapılacak ne varsa onu hemen yaparlardı. Ama çoğu zaman işleri elden geldiğince kendisi yapıyordu. Bize tatlı yapardı. Temizlik konusunda çok hassastı. [HAFTANIN DUASI] Ya Rab! Sen de biliyorsun ki, irtikap ettiğimiz bir kısım günahları, cür'etimizden yahut Ulu Zâtının ve yüce dininin hukukunu hafife aldığımızdan dolayı işlemedik. Ne çare ki şeytan ayaklarımızı kaydırdı, şeytanın içimizdeki santral gibi çalışan nefs-i emmare de hep kötülük pompalayıp durdu. Ya Rab! İşte kapına geldik. Günahlarımızdan tevbe ediyoruz. Dualarımızı kabul buyur ve içine düştüğümüz günah ve hatalardan dolayı bizi azaba maruz bırakma. [SÖZÜN ÖZÜ] Tanınma, bilinme, meşhur olma ve parmakla gösterilme isteği hakiki mü'minlerin değer ölçüleri açısından çok kıymetsizdir ve basit kimselerin şiarı olan pespaye bir duygudur. Ne var ki, hubb-u câh, iman ve Kur'an hizmetinde koşturan kimseler için her zaman teyakkuzda olunması gereken bir felaket sebebidir. Hubb-u câh bazen kendini herkese beğendirme, başkaları tarafından övülme, hep önde görünme şeklinde de tezahür edebilir.
<< Önceki Haber Biz ona doyamadan gitti-Dinle Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER