Eurovision hayalini petrol bitirdi

Türkiye'yi 1979 yılında İsrail'de yapılacak Eurovision şarkı yarışmasında temsil etme hakkı kazanan Maria Rita Epik diplomatik sorunlar yüzünden yarışmaya gidemedi.

Eurovision hayalini petrol bitirdi

Levanten bir aileyemensup olan Epik, "Eurovision'un şu faydası oldu: Genç yaşta şöhreti sevmediğimi anladım. Karanlık ve havasız ortamlardan, genç bir kız olarak 'av' gibi görülmekten hoşlanmadığımı fark ettim." diyor. *** 1979'daki Eurovision elemelerinde Seviyorum'la birinci olan Maria Rita Epik'in müzikal yolculuğu nasıl başlıyor? Babamın çok kötü bir sesi; ama iyi bir kulağı vardı. Her sene Eurovision'da hangi şarkının birinci olacağını bilirdi mesela. Annemi tanıyamadım, ben üç buçuk yaşındayken vefat etmiş. Şarkı söylediğinde çok tatlı bir sesi varmış. Anaokuluna, İtalyan rahibelerinin yanında gittim. Oradaki ilahiler beni çok etkiledi. İlkokul öğretmenim, müziğin benim için çok değerli olduğunu gösterdi. Eniştemin gitarlarından birini ödünç alıp ders almaya başladım. Orta 2'de, 12 yaşındayken babama "Ben şarkı yazdım." dedim. "Hadi canım sen de." demişti. Genelde de İngilizce şarkılar yazıyordum. Sonra Türkçeye döndüm. 19 yaşındayken yazdığım bir şarkıydı, Seviyorum. Yarışmaya birlikte katıldığınız 21. Peron grubuyla nasıl tanıştınız? Ege Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nden arkadaşlarımdı. Kız solist arıyorlardı, öyle tanıştık. İkinci görüşmemizde Andreas Wilderman, "Biz Eurovision'u düşünüyoruz. Ne dersin?" dedi. "Olur, ben de düşünebilirim." dedim. Birbirimize şarkılarımızı çaldık. Herkes, Seviyorum'da karar kıldı. Ben şarkıyı İngilizce yazmıştım. Sonradan Türkçe söz yazdım. İlkel şartlarda makara bir teyp kurduk. O kadar iptidai ki teybi mutfağa koyduk. Üç mikrofonu salona koyup upuzun kablolarla kayıt yaptık. Gönderdik. Seçilen beş şarkıdan biri oldu. Levanten bir aileye mensupsunuz. İtalya'dan ne zaman geliyorsunuz İzmir'e? İki dedem, İtalya kökenli. Babaannem, Avusturya-Macaristan kökenli. Anneannem ise İzmir'in yerli Yunanlılarından. Ben beşinci nesilim, Avrupa kökenliler içinde. Annesiz büyümek zor olmalı... Annemi kaybedince babaannem baktı bize. 11 yaşına geldiğimde o vefat etti, 1969'da. Ablam gelin oldu, aynı sene. Abimi 1966'da babam Amerika'ya göndermişti. Çok sevdiğimiz bir teyzemiz vardı, abime çok düşkündü. "Aksel'i bana gönderirsen kızıma abilik eder, sen de rahatlarsın." dedi, babama. Babam da son günlerinde bana bunu itiraf etti. Çok düşünmüş, bağrına taş basarak yollamış. Ben de babamla baş başa kaldım. 18'imde çalışmaya başladım. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi'ni kazandıktan sonra okulun karşısındaki halıcı dükkânında çalıştım. Dar zamanlarımız oldu çok zaman. Evde İtalyanca mı konuşulurdu? Babaannem çok etkiliydi. Türkçe konuşmak yasaktı! Bana "Okulda, sokakta arkadaşlarınla Türkçe konuşuyorsun. Evde Fransızca konuşacaksın benimle. Yoksa unutacaksın." diyordu. Babam da Fransızca eğitim almıştı. Annem hayatta olsaydı, evde büyük ihtimalle Rumca, İtalyanca ve Fransızca konuşulacaktı. Aileniz İzmir'e ne zaman gelmiş? Kilise kayıtlarına göre 1875 gibi... Kapitülasyonlarla geliyorlar. Baba tarafını biliyorum, Corsini'ler dericiydiler. Floransa veya Cenova'da yaşıyorlarmış. Ayakkabı imal ediyorlarmış. Tinos Adası'ndan deri alırlarmış. Merak edip Tinos'a gittim ben de. Rüzgâr bir saniye durmuyor. İnsanlar denize açılamıyor; hayvan yetiştirmekten başka çareleri yok. Tinos'tan deri gelmeyince, büyük dedelerimden biri oğlunu oraya gönderiyor, sorunu halletmesi için. O da adadan biriyle tanışıp evleniyor. Orada bir Yunanlılık giriyor devreye. O zamanın İzmir'i, Yunanlılar için en kıymetli şehir. En güzel okullar burada. Victor Hugo bile İzmir için şiir yazmış. Büyük ihtimalle çocukları için İzmir'e yerleşiyorlar. Eurovision'u kazandıktan sonra Egemen Bostancı'nın Nükhet Duru'nun şovunda oynama önerisini düşünmeden reddediyorsunuz... Ben şarkıcı olarak Ajda Pekkan'ı çok beğenirdim. O zamanlar görüşüyorduk. Bir şarkı yazardım, ona çalardım. O çok sonra rağbet etti, Türk bestecilerine. Egemen Bostancı'yla Ajda'nın provasında tanıştık. Nükhet Duru'nun Carmen şovu için görüşmek istedi. 'Peki' dedim; ama düşünmedim bile. Çünkü benim yerim değildi. Joan Baez'ı Carmen Şov'da düşünebiliyor musunuz? Ben ozanım. Benim orada bacak kaldıran kadınlar arasında ne işim var! ABD'ye ne zaman gittiniz? 1981'de. İki yıl şarkı söyleyerek para biriktirdim. Babam bir Amerikan şirketinde tütün eksperiydi. Virginia'da tanışmış olduğu bir arkadaşının yanında kaldım. Orada üç sene müzik okuduktan sonra döndüm. Unutulduğum için sıfırdan başlamak zorunda kaldım. Daha sonra kumpanyayla Türkiye turnesine çıktık. Onun ardından da turist rehberi oldum. Türkiye'yi bir daha gezdim. Arada bir de filmleri yazılı olarak Türkçeye çevirdim. Göl Gazinosu o dönemlerde diskoydu. Fakat disko olarak ruhsat alamadıkları için mutlaka bir program olması gerekiyordu. Ben de programcıydım. (Gülüyor) Bir akşam, Özel Türk Lisesi'nin sahibinin oğlu Oğuz Tatış geldi. Ertesi gün görüşmeye çağırdı. "Yamaha'nın Türkiye temsilcisi oluyoruz. Müzik enstrümanlarını satmak için mutlaka bir müzik okulunun olması gerekiyor. İstanbul'da Melih Kibar kurdu. İzmir'de sen kurar mısın?" dedi. Kendim bir sistem kurdum ve eğitimciliği çok sevdim. Sonra çok şükür bir anlaşmazlık yaşayıp dördüncü senede, 1990'da kendi okulumu kurdum. Şu anda kaç öğrenciniz var? 300'ün üzerinde. 22 yılda edindiğim tek amaç, buraya gelen insanların daha mutlu bir birey olmalarını sağlamak. En başta huzurlu insan olsunlar. Yeryüzünde en çok buna ihtiyaç var. Derslere giriyor musunuz? Ben 0-6 yaş çocuklarını eğitiyorum. Kodaly (Koday) isminde Macar bir bestecinin yöntemi var. 'Bir insan anadilini nasıl öğreniyorsa müziği de öyle öğrenmelidir' amacını taşıyor. 0-3 yaş arasında sadece oyun ve şarkı öğretiyoruz. 4. yaşta ritmleri öğretiyoruz. 5. yaşta daha karmaşık ritmler, notalar ve çalgı başlangıcı geliyor. Çalgımız çok. Çalgı öğretmenimiz var. Senfoniden, operadan sanatçılar davet edip bizde olmayan çalgıları tanıtıyorum. Böylece çocuk hangi çalgıya yakınlık hissettiğini söylüyor. 6 yaşında soruyorum ona, neyi çalmak istediğini. 26 Şubat 1979'da Eurovi-sion'da Türkiye'yi temsil edeceğiniz açıklandı. 6 Mart'ta ise Dışişleri Bakanlığı bir açıklama yaparak "Eurovision'a gitmiyoruz" dedi. Gerekçeleri neydi? Bana telefonla haberi veren Bülent Özveren oldu. Bülent abi, "Yaşanan politik gelişmeler nedeniyle..." demişti. Tabii isyan ediyor insan, o yaşlarda. Tevekkel olmuyorsunuz. Hadise şu: O dönemde Kudüs, İsrail'in kenti olarak kabul edilmiyor. Sadece başkenti değil... "Yarışmanın Kudüs'te yapılacağı çok önceden belliydi." diyor kimileri. Diğerleri de, "Hayır, Tel Aviv'de yapılacaktı, Kudüs'te yapılacağına sonra karar verildi." cevabını veriyor. Bu didişme, TRT ve Dışişleri Bakanlığı arasında yaşanıyor, değil mi? Evet. O zamanlar ekonomimiz korkunç durumda. İktidarda Ecevit'in CHP'si vardı. Arap ülkeleri diyorlar ki; "Yarışmacılarınız Kudüs'te yarışırlarsa size petrol vermeyiz." Bu kadar kesin tavır koyuyorlar. Türkiye'nin bu isteğe boyun eğmesi, benim onurumu çok kırmıştı. Ulvi bir meseledir, milletçe katlanırız! Ama bakıyorsun, Osmanlı İmparatorluğu'nun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti, diz çöküyor böyle bir talebe. Diğer şarkılar propagandif geldi mi size? Avusturya, Kudüs'e güzelleme yaparken; Yunanistan da filozofları Sokrates'e övgüde bulunuyordu... Ama çok profesyonel insanlardı. Elpida'ydı, Yunanistan'ı temsil eden sanatçı. Ona başarılar dileyen bir mektup yollamıştım. O da bana 45'liğini gönderdi. Neler yapmamız gerektiğini bilmiyorduk. Biz valizleri toplayıp gidecektik. Ama baktık ki Elpida'nın posterleri, 45'liği hazır. Biz çok amatördük. Ajda Pekkan'ın Eurovision'da söylediği "Aman Petrol" şarkısı sizin için yazılmış sanki... (Gülüyor) Evet; ama Ajda da o şarkıyı söylemeyi hiç istememiş. O şarkı birinci ilan edilince "Ben gitmiyorum." demiş. "Olur mu öyle şey?" demişler ona da. Sonra bir yıl Türkiye'ye dönmedi Ajda! Yaşanan trajik hadiseden sonra devlet "Kudüs'e gönderemedik, Londra'ya müzik okuluna gönderelim." gibi bir özre girişiyor... O dönemin Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı, nurlar içinde yatsın, aleyhinde bir şey söylemek istemiyorum, bir sürü gazetecinin önünde "Senin amacın İngiltere'de müzik okumakmış. Madem seni Kudüs'e gönderemiyoruz, böyle telafi edelim. Sana bir özür borçluyuz." dedi. Babamın kısıtlı imkânlarıyla İngiltere'de kendime okul aradım. Londra'da röportajlarım bile yayınlandı. Fakat sonra Türkiye'ye geri döndüğümde, "Böyle bir söz vermedik sana." dediler. Eurovision'u telafi etmek için bir senaryo hazırlamışlar! Kendi imkânlarımla ABD'ye gittim iki yıl sonra... O iki yıllık boşlukta neler yaptınız? Sağda solda, mutsuz biçimde şarkı söyledim. Eurovision'un şu faydası oldu: Genç yaşta şöhreti sevmediğimi anladım. Karanlık ve havasız ortamlardan, genç bir kız olarak 'av' gibi görülmekten hoşlanmadığımı fark ettim. Bu yıl Eurovision'a gidecek olan Can Bonomo da İzmirli. Tanışır mısınız? Tanımıyorum; ama İzmirli olduğunu biliyorum. Şarkısını nasıl buldunuz? Can'ın Meczup'unu çok beğeniyorum. Bu şarkısını Meczup kadar sevmedim açıkçası. Bir de Meczup'un gölgesi, başka bir versiyonu gibi geliyor. Bir şarkısındaki -adını hatırlamıyorum- düzenlemelerini çok otantik ve akıllıca buldum. Bence çok başarılı olacak Can. Hıncal Uluç ortalığı karıştırdı. İkimizi de Yahudi yaptı! (Gülüyor) Yahudiler başımın üstünde; ama Yahudi değilim. İkimiz de gayrimüslimiz. ZAMAN
<< Önceki Haber Eurovision hayalini petrol bitirdi Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER