[Prof. Dr. Osman Şahin] Sünnete Saldıranlar karşısında Sonsuz Nur

Samanyoluhaber.com yazarı Prof. Dr. Osman Şahin'in cuma yazısı

SHABER3.COM

PROF. DR. OSMAN ŞAHİN 

SÜNNETE SALDIRILAR KARŞISINDA SONSUZ NUR 5

Sahabeler, tâbiin ve tebe-i tâbiin büyüklerimiz hadis veya sünnet söz konusu olduğunda çok titiz davranırlardı. Duyduklarını hemen kabul etmezler ve çok ciddi seviyede araştırıp doğruluğuna kesin kanaat getirdikten sonra sünneti hafızalarında ve yazılarında kayıt altına almışlardır. Bu büyük hassasiyeti de aynen kendilerinden sonra gelenlere aktarmışlardır.
Çünkü, onlar bu hususta da Allah Rasûlü tarafından çok ciddi bir şekilde eğitime tabi tutulmuşlardır.

Resûlullah (SAV) Efendimiz: "Kim benim üzerime yalan uydurursa, Cehennem'deki yerini hazırlasın!" demişler; bir defasında “Kim yalan olduğunu bile bile benden bir söz rivayet ederse, o da yalancılardan biridir." ve bir diğer rivayette: "Kim kasden benim üzerime yalan uydurursa, Cehennem'deki yerini hazırlasın!" diyerek bu hususta ashabına sürekli telkinde bulunmuşlardır.
Dolayısıyla, sahabe bu hususta çok büyük bir hassasiyet gösteriyor, Allah Rasûlü’nun bu tehdit ettiklerinden oluruz korkusuyla, hadis rivayetinden çekinmişler, rivayet ettiklerinde ise en ufak bir değişiklik olur korkusu ile çok büyük bir titizlikle hareket etmişlerdir:

“Doğruyla yalanın arasındaki farkın, Resûlullah (SAV) ile Müseylimetü'l-Kezzâb veya gökle yer arası kadar birbirinden uzak bulunduğu o dönemde, en büyük ve en mühim hususiyetin doğruluk olduğu düşünülecek olursa, o ışık asrında her mü'min, hele bu mü'min sahabe ve sahabeyi takip eden tâbiînden ise, bırakın Efendimiz'e karşı yalan söylemeyi, Efendimiz'i hevâ ve hevesleri istikametinde konuşturmayı, en ufak bir yalanı bile söylemeleri mümkün değildi. O kadar ki, Hz. Ali Efendimiz (RA): "Ben, size Resûlullah (SAV) Efendimiz'den bir şey söylerken, (öyle dikkat eder, öyle söylerim ki,) gökten yere düş (üp parça parça olmak) benim için, O'nun üzerine yalan söylemekten daha ehvendir." buyururlardı…
Şimdi, doğrulukları cihanı tutmuş ve çok kısa bir zamanda İslâm'ı dört bir yana yayıp, beşeriyetin mürebbileri olmuş böyle bir cemaatten bu tehdide mâsadak olacak bir davranışı beklemek, nasıl kabul edilebilir ki?” 

Sahabe efendilerimize neden bu kadar hassas oldukları veya az hadis rivayet ettikleri sorulduğunda, Hz. Zübeyr b Avvam (RA) “Bir kelimede bile Resûlullah'a muhalefet ederim diye ödüm kopuyor. Çünkü O: 'Benim üzerime yalan söyleyen, Cehennem'deki yerini hazırlasın!' buyurmuş, Hâdim-i Nebevî Hz. Enes b. Mâlik (RA), bir gün: "Eğer hata ederim endişesi ve korkusu olmasaydı, Resûl-i Ekrem'den (SAV) daha çok şeyler anlatırdım" demiş, Hz. Zeyd b. Erkam (RA) “"Evlâdım, yaşlandık.. unuttuk. Resûlullah'tan hadis rivayeti çok ağır, çok zor bir iştir" diyerek cevaplamışlardır.

Sahabe efendilerimiz Allah Rasûlü’nden duyduklarını bir tek harfini bile olsun değiştirmeme gayreti ile hareket ederler, buna uyulmadığında şiddetle eleştirerek düzeltirlerdi. Buna muvaffak olunamama durumlarında muhakkak bunu belirtirlerdi. Hadisin birebir aynısıyla değil de manasıyla rivayet edilebilmesini de çok katı kurallara bağlamışlardır:

“Ravinin lisana tam mânâsıyla vâkıf olması, mânâyı ifade için kullandığı kelimenin siyak ve sibak arasında yabancı bir kelime olduğu imajını uyandırmaması ve hadisin lâfzının unutulmuş olması gibi belli şartlarla hadis bi'l-mânâ, yani, hadisi Efendimiz'den sâdır olmayan bir lafızla rivayet etmek caiz olmakla beraber, sahabe-i kiram, hadisin bir kelimesi, hatta bir harfi mevzuunda bile alabildiğine titizdi…” Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet 

Sahabeler böyle hareket etmeleri gerektiğinin dersini de bizzat Resülüllah’dan (ASV) almışlardı. Bir defasında öğrettiği bir duada sahabeden birinin “Nebi” yerine “Resûl” kullandığını görünce hemen bunu düzelterek "Resûl" değil de "Nebi" denmesi gerektiğini ifade etmişlerdi. İşte, Efendiler Efendisinden bu dersi alan sahabeler de hadisleri fevkalâde bir hassasiyet içinde alarak başkalarına nakletmiştirler.

Sahabe-i kiram, Allah Rasûlü’nden (SAV) aldıklarını ayrıca kendi aralarında müzakere ederlerdi: “Kendileri müzakere ettikleri gibi, daha sonra talebelerinin de bu meseleleri müzakere etmelerini istiyorlardı. Meselâ, sahabi efendilerimizden Ebû Said el-Hudrî ve İbn Abbas, talebelerine şöyle derlerdi: "Bu hadisleri belleyin ve aranızda müzakere edin. Onların bazısı bazısını hatırlatacaktır; dolayısıyla, bunları aranızda devamlı mütalâa etmelisiniz."
Hadisin, sünnetin ehemmiyetini çok iyi kavramış bulunan ve yine hadis-i şerifte ifade olunduğu üzere, meleklerin ehl-i ilmin ayakları altına kanatlarını serdiğin bilen sahabe, hadislere dört elle sarılıyor, onları hafızasına yerleştiriyor, müzakere ediyor ve sonra da naklediyordu. İşte, böyle bir vasatta hadisler hafızalara yerleşti, nakşedildi, hayata hayat yapıldı ve bize kadar geldi…” Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet

Konuya başlarken sahabelerin her duyduklarını kabul etmeyip ciddi sorgulayarak araştırdıklarını ifade etmiştik. Hem sahabeler hem tabiin duydukları bir tek hadisin doğruluğunu kontrol etmek veya bir hadisi bizzat kaynağından öğrenmek için “rihlet” adı verilen ve bazısı çok uzak olan yerlere seyahatler düzenlerlerdi:  “Sahabe, hadisleri müzakere etmesinin yanı sıra, herhangi bir dinî meseleyle karşılaştıklarında, o meselede sünnetin bir hükmü olup olmadığını araştırır; hepsi de yalana kapalı, adalet ve istikamet insanları olmalarına rağmen, sünnetin o büyük ehemmiyeti ve teşrîdeki yerinden ötürü, duydukları her şeyi hemen kabul etmeyip, tahkik ederlerdi. Evet onlar, zekâ ve hafıza dâhileri oldukları kadar, ehl-i tahkiktiler de.” Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet

 Bu konuları, çok sayıda örnekleriyle beraber ele alan Sonsuz Nur’a bu işi havale ederek mevzumuza devam edelim…

Yalan ve Yalancının Takibi

Sünnet’in muhafazası adına sahabeler ve tabiin ve tebe-i tabiin efendilerimiz yalana karşı adeta savaş açmışlardır. Uydurma şeylerin sızmaması ve varsa bunların ayıklanması adına çok büyük sistemler inşa etmişler ve hepsi de bu işin muhafızlığını üstlenmişlerdir. Bunlar vazifeli birer memur gibi yalanı ve yalancıyı takip ederek yalanları doğrulardan temizliyorlardı.
Bunlar özellikle de mezhep taassubu (körü körüne bağlılık) içerisinde olanlar ve yalan söylemeye müsait olan tipleri çok yakın takibe alarak onlardan gelen her şeyi “Bunu kimden duydun?” diye sorgularlardı.
Ahmed b. Hanbel gibi büyük hadis hafızları durmadan bir taraftan hadis ezberlerken, bazı hadis alimleri de bu uydurma hadisleri de ezberlemek suretiyle insanları bu yalanlara karşı uyarma ve koruma vazifesini üzerlerine almışlardı. Bu büyük hadis imamları “Hadis dindir” diyerek, onu koruma hususunda her türlü tedbire başvuruyorlardı:
“Bu türlü durumlarda, tâbiîn imamları da aynı şekilde davranıyorlardı. Meselâ, Zeyd İbn Ebî Üneyse: -Kardeşinin dikkatsizliğinden mi, vehminden mi, mezhep taassubundan mı, yoksa başka bir sebepten mi- "Kardeşimden hadis almayın!" diyordu.

Sahabe adına ilk telifte bulunan ve Buhârî, Müslim seviyesindeki büyük hadisçilerin imamı Ali İbnü'l-Medînî'ye: "Baban nasıldır?" diye sorulduğunda: "Bana değil, onu başkasına sorun!" cevabını veriyor; ısrar edilince de: "Hadis dindir, babamsa zayıftır." şeklinde konuşuyordu.

Ebû Hanife Mektebi'nde yetişip, İmam Şafiî'ye üstadlık yapan ve: "Duyduğum bir şeyi unuttuğumu hatırlamıyorum; duyduğum bir şeyi ikinci defa tekrar ettiğimi de hatırlamıyorum." diyen İmam Şafiî'nin ona, su-i hıfzından şikâyette bulunduğunda: "Günahlardan sakın; çünkü ilim nurdur ve Allah'tan olan bu nur, âsiye hediye edilmez." cevabında bulunan meşhur Vekî' İbn Cerrah, babasından hadis rivayet ederken onu başka rivayetlerle destekleme ihtiyacı hissederdi. "Neden böyle yapıyorsun?" dediklerinde, şu cevabı verirdi: "Babam devletin hazine memurlarındandır. İhtimal, memuru bulunduğu devlet hesabına bazı sözleri yumuşatabilir."

İşte, bu büyük zatlar bir de bu mevzuda dünya kadar ilel kitapları yazdılar; yani, hadislerin senet veya metinlerindeki arızaları, tam bir hekim hazâkat ve hassasiyetiyle ortaya koyan eserler tedvîn ettiler. Zuafâ ve Metrûkîn kitapları yazdılar; zayıf ravileri, kendilerinden hadis alınmayan ve hadisleri terkedilen ravileri birer birer teşhir ettiler.” Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet

Bu zâtlar, hadisin korunmasında hiçbir kınama ve ayıplamadan çekinmeden bunu yaparlar, hadis rivayet edenlerin doğru olup olmadıkları, güvenilirlikleri gibi hususları bütün detayları ile ortaya koyarlardı:
“Yine hadisin dev imamlarından Abdurrahman İbn Mehdî, Şu'be, Sevrî, İbn Mübarek ve İmam Malik'e: "Bu insanların çoğu yalanla itham ediliyorlar. (Biz de bunlar yalancıdır diye kitaplara alıyoruz. Bunları fâşetmek nasıl olur?) diye sordum. Dördü de: 'Hadis dindir, daha önemlidir; çünkü onda hakikat-i Ahmediye gizlidir.' şeklinde konuştular."[41] demektedir.

Hadis hususunda alabildiğine sert, tavizsiz ve arkadaşlarının: "Bunu çocukluğundan beri tanıyoruz; rüyalarına bile günah misafir olmamıştır." dediği Yahya İbn Said el-Kattan'a: "Sen milletin bu kadar şeref ve haysiyeti ile oynuyorsun; şu hadis uydurur, şu zayıftır, şu metruktur diyorsun. Bir gün, Allah bütün bunları sana sormaz mı?" dendiği zaman, o, şu cevapta bulunur: "Onların Allah katında hasmım olmasını, Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) hasmım olmasına tercih ederim."[42]

Evet, işte sünnet, bu fevkalâde hassasiyet içinde tesbit edildi. Buna rağmen, bir kısım hadisler uydurmadır da denemez; uyduruldu ama, uydurulan hadisler, sahabe ve tâbiînin hadis sarraflığına çarptı ve karakolları çok iyi tutmuş bu hassas nöbetçileri aşamadı. Aşanlar da zamanla ayıklandı ve sahih hadis külliyatına girmeye yol bulamadı” Rivayetlerde Gösterilen Hassasiyet
Buraya kadar anlatılanların dışında, Sonsuz Nur’da, hadisin muhafazası ve yalancıların takibi hususunda ayrıca başvurulan yollar çok enfes bir şekilde ele alınmaktadır. Bu çok enfes bölümün tamamını, Sonsuz Nur’a havale ederek bunlardan önemli bir kısmını bir sonraki yazıda ele alarak devam edelim, İnşaallah…

<< Önceki Haber [Prof. Dr. Osman Şahin] Sünnete Saldıranlar karşısında... Sonraki Haber >>
ÖNE ÇIKAN HABERLER