DEMOKRATİK DÜZENDE BASIN

28 Şubat ve asker-basın ilişkisi şu günlerin revaçta konularından.


Gazeteciler yazıyor, paşalar cevap veriyor. Yeni bilgi ve belgeler ortaya çıkıyor. Sivil mantık soruyor ve sorguluyor. Ama ne var ki ana eksen değişmedi, değişmiyor. 1960'dan Karamehmet-Şenuygur ilişkisine hizmet sunan ve fayda bekleyen gazetecilik anlayışı orta yerde duruyor. Doktor İrfan Neziroğlu'nun doktora tezinden yıllar önce bahsetmiştim. Bugünlerde yine elimdeydi. Hatırlanası bir tez bu. “Gazetelerin 1950-1980 yılları arasındaki askeri müdahalelere yaklaşımı”nı konu alıyor. Başka bir deyişle Türk usulü demokrasinin ve gazeteciliğin önemli bir kıvrımını deşiyor, böylelikle medya-güç ilişkilerinin merkezine oturuyor. Neziroğlu'nun ayrıntılı gazete taramalarından hareketle yaptığı tespitler aslında bugüne de ışık tutuyor. İşte tezden bazı seçmeler: “1950-1980 arası dönemde gazeteler askeri müdahaleleri bir yandan normal karşılarken, diğer yandan, başta politikacılar olmak üzere, karşı çıkanları 'sapkınlar' olarak tanımlamıştır. “Örneğin 27 Mayıs öncesi DP hükümetini destekleyen Tercüman gazetesi bile darbenin ateşli savunucusu olmuştur. Hiçbir gazetede 27 Mayıs anlatılırken darbe sözcüğü kullanılmamıştır. Darbeciler kurtarıcı olarak göklere çıkartılırken, siyasetçiler özgürlük düşmanı diktatörler olarak anılmıştır. “Sonradan bir çoğu doğrulanamayan iddialar kaynak, yer, zaman gibi bilgiler verilmeden 'ısrarla söylenildiğine göre', 'Ankara'da dolaşan söylentilere göre' tipi cümlelerle haber yapılmıştır. “12 Mart 1971 muhtırası ve 12 Eylül 1980 darbesinde gazeteler arasında bir farklılaşma yaşanmış, ancak bu, müdahalelerin demokrasilerdeki yerinin sorgulanmasından çok kime karşı yapıldığı noktasında olmuştur. “Örneğin Tercüman gazetesi 12 Mart muhtırasının AP'ye değil, CHP'ye ve komünizm tehlikesine karşı verildiğini savunurken, Milliyet ve Cumhuriyet gazeteleri, aynı muhtıranın tüm partilere, ama özellikle AP'ye verildiğini savunmuştur. “Hemen her zaman eleştirilerin odağında müdahaleciler değil, müdahaleye sebep olanlar bulunmuştur...” 28 Şubat günlerinde durum bundan farklı mıydı? Ya da bugün herhangi bir müdahale tehlikesi olmasa da, basının her kritik anda ve konuda askere ve siyasetçiye bakışı değişik mi? Yönünü, askerin pusulasına göre ayarlayan, güçle ilişkiyi temel meşruiyet nedeni sayan, faydayı ilkenin önüne alan, asker-devlet adına kamuoyu oluşturmayı asli görev edinen yayın politikaları her yanı sarmış durumda değil mi? Şu açık: Merkez medya, çıkarına uygun olmayan, işine gelmeyen her siyasi adım ve değişikliği, asli yönünü bir yana iterek, ideolojik bir tartışma haline çevirir, askere gizli çağrıda bulunur. Neziroğlu çalışmasında, Gurevitch ve Blumler'e referansla “demokratik sistemlerde medyadan beklentiler”i şöyle sıralıyor: -Toplumsal ve siyasi çevreyi gözetme, yurttaşların refahını olumlu ya da olumsuz etkileyecek gelişmeleri haber verme... -Anlamlı gündem koyma, günün önemli sorunlarını bu sorunları gündeme getiren ve çözebilecek güçleri de içerecek biçimde saptama... -Siyasetçilerin, diğer baskı ve çıkar gruplarının görüşleri için anlaşılır ve aydınlatıcı bir platform olma... -Hem çeşitli görüş açıları arasında hem siyasi iktidar ve siyasi iktidara aday partilerle kitleler arasında diyalog sağlama... -Resmi görevlilerin ellerindeki gücün kullanımına ilişkin denetim mekanizması oluşturma... -Okuyucuları kendi siyasi çevrelerine anlamlandırabilen ve duyarlı davranan kişiler olarak görme ve onlara saygı gösterme. Türk basını, özellikle merkez medya bugün bunların hangisini yerine getiriyor, ya da, yerine getirmeye çalıştıklarından hangisini layıkıyla beceriyor?
<< Önceki Haber DEMOKRATİK DÜZENDE BASIN Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER